Türkiye’de demokratik bir seçim mümkün mü?
HUKUKTürkiye’de demokratik bir seçim mümkün mü?
TÜRKİYE KOPENHAG KRİTERLERİNE UZAK
OSCE (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) tarafından yayınlanan ve Türkiye’nin de tarafı olduğu 1990 Kopenhag Belgesi’ne göre seçimlerde takip edilmesi gereken belirli kriterler var: Özgür bir ortamda seçimlerin gerçekleştirilmesi, adaylıklarda ve oy vermelerde vatandaşlar arasında ayrımcılık yapılmaması, siyasi parti kurma hakkı ve bu partilerin eşit bir şekilde yarışma hakkı, seçim kampanyalarının özgür ve adil bir ortamda gerçekleştirilmesi, adayların medyaya erişiminin kısıtlanmaması ve son olarak seçilenlerin görevlerini yerine getirmesine izin verilmesi. Ancak Türkiye, bu kriterleri karşılamaktan oldukça uzak. Yukarıda saydığım kriterlerin temelinde, adaylar açısından eşit şartların sağlandığı bir seçim sürecinin sağlanması gerekliliği var. Türkiye’de iktidarın emrinde olan kamu, medya ve sermaye gücü şartların bırakın eşit olmasını muhalefetin bir şansının olmasına dahi izin vermiyor. Öyle ki medyanın yüzde doksan beşinin iktidara yakın sermayenin kontrol ettiği bir ortamda muhalefet kendine tanınan ufak bir alanda cılız sesini duyurmaya çalışıyor. Kopenhag Belgesi’nin 7.5.maddesinde yer alan: “siyasi partiler kurulmasına ve eşit şartlarda yarışması için gereken hukuki altyapının sağlanması” yükümlülüğünün ihlalini ise Kürt siyasal hareketine karşı gördük. Türkiye’nin siyasal tarihinde Kürt siyasal hareketi, parti kapatma davalarının gölgesinde siyaset mücadelesi verdi.PARTİ KAPATMA DAVALARI GÖLGESİNDE SİYASET
Kopenhag Belgesi’nin 7.5.maddesinde yer alan: “siyasi partiler kurulmasına ve eşit şartlarda yarışması için gereken hukuki altyapının sağlanması” yükümlülüğünün ihlalini ise Kürt siyasal hareketine karşı gördük. Türkiye’nin siyasal tarihinde Kürt siyasal hareketi, parti kapatma davalarının gölgesinde siyaset mücadelesi verdi. Geçtiğimiz seçimlerde yüzlerce HDP’li siyasetçi yasak riski altında seçime girdi. Yüzlerce belediyeye kayyumlar atandı ve nüfusun önemli bir kesiminin seçme hakkı tamamen ortadan kaldırıldı. OSCE belgesinin 7.8.maddesine göre “seçim sürecine katılmak isteyen tüm siyasi grupların ve bireylerin ayrımcı olmayan bir temelde medyaya engelsiz erişiminin önünde hiçbir yasal veya idari engel bulunmamasını sağlamalıdır”. Ancak medyada iktidar tekeli, Türkiye’de artık kanıksanmış bir durum. RTÜK üyesi İlhan Taşçı tarafından geçtiğimiz hafta yayınlanan istatistikler bunun en güzel örneği. Öyle ki geçtiğimiz kırk gün içerisinde TRT, Erdoğan ve AKP’ye toplamda neredeyse 2000 dakika ekranda yayınlarken CHP ve Özgür Özel’e yalnızca 25 dakika ayırmış.Diğer muhalefet liderleri ise tamamen sansüre uğramış. Muhalefetin cılız sesine, kamu kaynaklarıyla geçinen TRT’de asla yer verilmiyor. Yerel seçimlere bir buçuk ay kala, medyaya karşı girişilen operasyonlar, Türkiye’de bağımsız bir medya ortamının sağlandığı demokratik bir seçimi imkansız kılıyor.YEREL SEÇİMLER ÖNCESİ MEDYAYA OPERASYON
Türkiye’de iktidar zaten gazetecileri ve medya mensuplarını, adli yöntemlerle susturmayı bir adet haline getirdi. Özellikle Kürt medyası, daha bu hafta İzmir’de yeni bir gözaltı dalgasına uğradı. Mezopotamya Ajansı, Duvar ve JinNews’ten beş gazeteci ile DEM Parti’nin basın sorumlusu gözaltına alındı. Hala 28 gazeteci tutuklu. Yerel seçimlere bir buçuk ay kala, medyaya karşı girişilen bu operasyonlar, Türkiye’de bağımsız bir medya ortamının sağlandığı demokratik bir seçimi imkansız kılıyor. OSCE’nin kriterlerinin sonuncusu ise aslında seçimlerin amacına yönelik. Belgenin 7.9.maddesine göre: “Yasanın gerektirdiği şekilde yeterli sayıda oy alan adaylar usulüne uygun olarak göreve getirilir ve görevde kalmalarına izin verilir…”. Türkiye’nin bu ilkeyi göz ardı ettiği önce muhalefetin alkışlarıyla HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığı sonra da bir gün İçişleri Bakanı HDP’li belediye başkanlarını görevlerinden alıp yerlerine kayyum atamasıyla devam eden 2016 yılında anlaşılmıştı. Ama muhalefetin buna ses çıkartması için 2023 yılında Can Atalay’a aynı haksızlığın yapılmasını beklemek gerekti.İNTERNET VE SOSYAL MEDYA DA MUHALEFETE KAPATILMIŞ DURUMDA
İnternette ifade özgürlüğü ise Sulh Ceza Hakimlikleri tarafından verilen matbu kararlar ile askıya alınmış durumda. Daha geçtiğimiz hafta Anayasa Mahkemesi, internet erişim yasakları açısından içtihat niteliğinde bir ihlal kararı verdi. Yüksek Mahkeme, internette yer alan içeriklerin matbu kararlarla yasaklanmasının artık idari bir pratik haline geldiğini kaydederek, TBMM’ye seslendi. Kanun’da gereken değişikliği yapmasını istedi.TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞLERİ DE İDARİ KARARLA ORTADAN KALDIRILDI
Toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkı bakımından ise zaten durum içler acısı. Fiilen Türkiye’de bu anayasal hak, vali ve kaymakamların idari kararları ile ortada kaldırılmış durumda. Eğer LGBTİ+ karşıtı nefret mitingleri düzenlemiyorsanız, herhangi bir protesto gösterisinde gözaltına alınmanız işten bile değil. Kayyumlara karşı gösteriler, Boğaziçi direnişi, onur yürüyüşleri ve daha birçok barışçıl gösteri sonucunda açılan davalar bunun en güzel örneği. Yüksek Seçim Kurulu’nun bağımsızlığı ise artık tartışılan bir konu olmaktan oldukça uzak. Kendi kararına aykırı olarak mühürsüz oyları geçerli sayan kurul, İstanbul seçimlerini iptal ettiğinde kendisine yönelik tüm umutları tüketti.TÜRKİYE’DE SEÇİM YARGISI: YARIŞIN HAKEMİNİ YARIŞMACININ ATADIĞI MAÇ
Türkiye’de seçim yarışının hakemliğini Yüksek Seçim Kurulu (YSK) yürütüyor. Kararları kesin ve itiraz edilmesi mümkün değil. Seçimin hem hakemi hem de sahanın sahibi. Yüksek Seçim Kurulu, hem seçimi yönetmekle hem de seçim ile ilgili uyuşmazlıkları çözmekle görevli. 11 üyesinin 4’ünü Danıştay kalan 7’sini ise Yargıtay Genel Kurulu seçiyor. Bu iki mahkemenin üyelerini seçmekle görevli kurum ise Hakimler ve Savcılar Kurulu, bu kurulun da büyük çoğunluğunu Cumhurbaşkanı’nın atadığı üyeler oluşturuyor. Yüksek Seçim Kurulu’nun bağımsızlığı ise artık tartışılan bir konu olmaktan oldukça uzak. Kendi kararına aykırı olarak mühürsüz oyları geçerli sayan kurul, İstanbul seçimlerini iptal ettiğinde kendisine yönelik tüm umutları tüketti. Anayasa’da açık açık yazmasına rağmen Erdoğan’ın üçüncü defa aday olmasına izin vererek Anayasa’yı çiğnediği kararını ise muhalefet gündem bile yapmadı. Muhalefetin demokratik bir seçim talebi olmadığı gibi elbette Anayasa’nın açık hükmünün ihlali de umurunda olmadı. Önemli olan o dönemde hangi partiye hangi bakanlığın verileceğiydi. Demokratik bir seçim talebinden uzak muhalefet o seçimlerde de hüsrana uğradı. Türkiye’de seçim sürecini demokratik olmaktan uzaklaştıran bunca sorun karşısında muhalefetin en ufak bir talebi yok.DEMOKRATİK SEÇİM, MUHALEFETİN TALEPLERİ ARASINDA DEĞİL
Türkiye’de seçim sürecini demokratik olmaktan uzaklaştıran bunca sorun karşısında muhalefetin en ufak bir talebi yok. Uluslararası mekanizmaların süreci gözlemeleri için en ufak bir girişimde bulunmayan muhalefet partilerinin Türkiye genelinde yapılan bir seçimde iktidar değişikliğini başarmaları mümkün değil. Ancak bu, muhalefetin umurunda da değil. Muhalefetin politikası, ufak koltukları kazanmaya indirgenmiş, dar ve bireylerin çıkarı üzerine kurulu. Kimin hangi belediye başkanlığını, hangi milletvekilliğini alacağına indirgenmiş bir bakış açısı ile demokratik olmaktan çok uzak bir seçim sürecine giriyoruz. Muhalefetten böyle bir talep gelmedikçe de Türkiye’de bütün seçimler demokratik olmaktan daha da uzaklaşacak. Demokratik seçimi sadece sandık başlarına insan koyarak, okullara avukat atayarak başarmayı düşünen muhalefetin kendine gelip, demokratik ve eşit bir seçimleri talep etmesi gerekiyor.İlginizi Çekebilir