Türkiye yeni bir içki zammına hazır mı?
YORUM
Türkiye yeni bir içki zammına hazır mı?
Türkiye'nin yeni bir içki zammına hazır olup olmadığı sorusu, sadece fiyatların yükselip yükselmediğiyle ilgili değil, aynı zamanda bu politikaların toplumsal, ekonomik ve sağlık üzerindeki genel etkileriyle de yakından ilgili. Bu konu, daha derinlemesine ve çok boyutlu bir tartışmayı gerektiriyor.
Yaşam tarzı ekonomisi öyle bir alan ki, gündemde kendine yer bulabilme olasılığıyla önemi resmen ters orantılı. Günlük ekonomik karar alımlarımızı büyük oranda etkileyen bu branş, kredi kartımızı bir marketin kasasında çıkarttığımız her an bizi ilgilendiriyor. Buna rağmen, Türkiye gündeminin aşırı hareketliliğinden de dolayı, yeterli tartışma ortamı bir türlü sağlanamıyor.
Yaşam tarzı ekonomisine dair tartışmaların asıl önemi ise, temel bir paradokstan ileri geliyor. Tüketici, ekonomik karar alım sürecinin merkezinde yer almasına rağmen, çoğu zaman bu süreçlerde etkin bir rol oynayamıyor. Ekonomik kararlar, genellikle devlet politikaları, küresel piyasa koşulları ve büyük şirketlerin stratejileri tarafından şekillendiriliyor. Bu durum, tüketicinin günlük yaşamındaki seçimlere sınırlamalar getiriyor ve kişisel finansal planlamalarını zorlaştırıyor.
Özellikle alkollü içkiler gibi spesifik ürünler üzerinde yapılan zamlar, yaşam tarzı ekonomisindeki bu paradoksu daha da belirginleştiriyor. Türkiye'de içki üzerindeki vergiler ve zamlar, tüketici tercihlerini ciddi şekilde etkileyebiliyor. Bu zamlar, tüketici harcamalarını sınırlamakla kalmıyor, aynı zamanda sosyal ve kültürel normlar üzerinde de dolaylı bir etkiye sahip olabiliyor.
Türkiye’nin yeni bir içki zammına hazır olup olmadığı sorusu, bu bağlamda çok daha geniş bir tartışmanın parçası haline geliyor. Bu tartışma, tüketicilerin ekonomik özgürlüklerini ve yaşam tarzı seçimlerini nasıl etkilediği, devletin vergilendirme politikalarının adil olup olmadığı ve ekonomik kararların toplum üzerindeki genel etkileri gibi konuları içeriyor.
4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanunu’nda 2013 senesinde yapılan değişiklikle beraber alkollü içkiler her altı ayda bir “yasanın işleyişi gereği” bir vergi zammına tabii oluyor. “Yasanın işleyişi gereği” ifadesi fazla süslü, dolayısıyla bu zam uygulamasını “otomatik zam” olarak tabir etmemiz bence bir sakınca yok. 2013’ten beri her altı ayda Yurtiçi Üretici Fiyat Endeksi’ndeki (Yİ-ÜFE) değişim uyarınca gerçekleşen bu zam, alkollü içkilerin market fiyatının grafiğini adeta uzaya doğru giden bir hiperbole çeviriyor.
Bir noktada, Türkiye’de alkollü içkilerin market fiyatları kabul edilemez bir noktaya ulaştı. Burada kullanmamız gereken anahtar kelime “erişilebilirlik”.
Alkollü içki fiyatları, iktidarın kamu politikası anlayışından hareketle Türkiye’de bir süredir “erişilebilir” olmaktan çıktı. Bu ekonomik sonucun ardındaki nedenselliği doğru tanımlayabilmek, olası çözümler üzerine kafa yorabilmemiz adına önemli.
Öyle ki Türkiye’de siyasal iktidar, alkollü içkileri açıkça “makbul olmayan” bir ürün olarak tanımlıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, daha evvel bu zamları “(Fiyatını) sıkça arttırıyoruz, çok rahatsız oluyorlar.” ifadeleriyle tanımlayıp tekrar benimsemişti. Tekrar diyorum, zira 2013 senesinde yasadaki bu değişimden bu günlere gelene kadar çok şey değişti; ancak iktidarın alkollü içki tüketimine yönelik bakışı değişmedi.
Türkiye'nin alkollü içki zammı ve vergilendirme politikaları, yalnızca ekonomik bir değerlendirme konusu değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve sağlıkla ilgili geniş kapsamlı etkileri olan bir mesele. Tüketicilerin sağlığı, ekonomik özgürlükleri ve yaşam tarzı seçimleri bu politikaların doğrudan etkisi altında.
GÜVENLİ ALTERNATİFLER
Ancak değişen bazı şeyler oldu:
Markette satılan bandrollü içkileri “güvenli alternatifler” olarak tanımlıyorum. Alkollü içkilerin toplumsal ve bireysel sağlığa yönelik uzun vadede ihtiva ettiği tehditler açık ve tartışma konusu değil. Ancak markette satılan “güvenli alternatifler” defalarca test edilip, onaylanıp bandrollenmek suretiyle tüketiciyle buluşturuluyor. Nitekim “güven” kavramı da burada devreye giriyor. Bandrollü, güvenli alternatiflerin bireylere ne gibi sağlık sorunları yaratabileceğini biliyoruz ve buna dair çeşitli sosyal ve medikal tedbirler alabiliriz, alkolün özendiriciliğini azaltmak gibi.
Ancak yaşam tarzı ekonomisi öyle bir alan ki, bazı tüketici davranışlarının eşyanın tabiyatı gereği doğduğunu kabul etmemiz ve bu durumun sonuçlarını değerlendirmemiz gerekir.
Öyle ki, iktidar her ne kadar alkollü içkileri makbul olmayan bir tüketim alışkanlığı olarak tanımlasa da, bu uğurda ortaya koyduğu düzenlemeler tüketicilerin alkollü içki tüketim alışkanlıklarını terk etmeleri gibi bir sonuç doğmuyor. Artan fiyatlara rağmen Türkiye’de bandrollü içki tüketimi bir düşüş yaşamıyor. Elbette, yaşanmayan bu düşüşün ardındaki en önemli gerekçe, bandrollü içki tüketim ortalamalarının zaten neredeyse kayda değmeyecek bir surette düşük olması.
Oysa Türkiye’de tüketici tercihinin yöneldiği tek alternatif maalesef bandrollü ve güvenli içkiler değil.
Özellikle geçtiğimiz 3-4 yılda alkollü içkilerin tabi oldukları bu erişim kısıtlamasının somut bir neticesi olarak kaçak içki karaborsası toplumsal yaşantımızı tehdit etmeye başladı.
Kaçak içki bir suç unsuru, üretimi de satışı da. Tam da bu nedenle kaçak içki karaborsasına Türkiye’de icra makamları bir süredir savaş açmış durumda. Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun başlattığı bu akımı halefi Ali Yerlikaya bugün devam ettiriyor. Ancak meselenin yalnızca kolluk faaliyetini ilgilendirmeyen bir boyutu da var ve asıl önemli olan nokta da bu.
Türkiye'nin alkollü içki zammı ve vergilendirme politikaları, yalnızca ekonomik bir değerlendirme konusu değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve sağlıkla ilgili geniş kapsamlı etkileri olan bir mesele.
Nitekim sorulması gereken asıl soru, ne kadar kaçak içki ele geçirildiği değil, markette güvenli bir alternatifi olan ürünlerin neden kaçağının piyasada olduğu. Vergisiz fiyatlarının aşağı yukarı aynı olmasına karşın, neden bugün Türkiye’de kaçak peynir, kaçak yoğurt, kaçak kola, kaçak ayran hakkında konuşmuyoruz da, kaçak içki hakkında konuşuyoruz? Aslında sorunun cevabı, kendinde gizli. Sorun, alkollü içkilerin Türkiye'deki vergilendirme politikalarının, bu ürünlerin fiyatlarını aşırı derecede yükseltmesinden kaynaklanıyor. Bu durum, tüketicileri, vergilendirilmemiş, düzensiz ve genellikle güvensiz olan kaçak içki piyasasına yönlendiriyor. Kaçak içki piyasasının büyümesi, sadece ekonomik bir mesele olmanın ötesinde, toplum sağlığı için de ciddi bir risk teşkil ediyor. Güvenli olarak sınıflandırılan, denetlenen ve bandrollü içkilerin aksine, kaçak içkilerin üretimi ve içeriği üzerinde herhangi bir kontrol mekanizması bulunmuyor. Bu durum, tüketicilere zarar verebilecek, hatta ölümcül olabilecek sağlık riskleri barındırıyor.
Bu sorunu anlamak ve çözümlemek için, Türkiye'nin alkollü içki politikalarının, tüketici davranışlarını nasıl etkilediğini ve piyasa dinamiklerini nasıl değiştirdiğini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Alkollü içkiler üzerindeki yüksek vergilerin ve sıkı düzenlemelerin, yalnızca kaçak içki piyasasını beslemekle kalmayıp, aynı zamanda tüketicilerin sağlığını tehlikeye atmak gibi olumsuz sonuçlar doğurduğu açıkça görülüyor.
Ayrıca, bu durum, tüketici hakları ve özgürlüklerini de sınırlıyor. Alkollü içkilerin yüksek maliyeti, tüketicilerin ekonomik özgürlüklerini kısıtlıyor ve seçim yapma hakkını engelliyor. Bu durum, özellikle düşük ve orta gelir seviyelerindeki tüketiciler için daha belirgin hale geliyor. Tüketiciler, kaliteli ve güvenli içkileri satın alabilmek için daha fazla harcama yapmak zorunda kalıyor veya kaçak içki piyasasına yöneliyor.
Sonuç olarak, Türkiye'nin alkollü içki zammı ve vergilendirme politikaları, yalnızca ekonomik bir değerlendirme konusu değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve sağlıkla ilgili geniş kapsamlı etkileri olan bir mesele. Tüketicilerin sağlığı, ekonomik özgürlükleri ve yaşam tarzı seçimleri bu politikaların doğrudan etkisi altında. Bu nedenle, Türkiye'nin yeni bir içki zammına hazır olup olmadığı sorusu, sadece fiyatların yükselip yükselmediğiyle ilgili değil, aynı zamanda bu politikaların toplumsal, ekonomik ve sağlık üzerindeki genel etkileriyle de yakından ilgili. Bu konu, daha derinlemesine ve çok boyutlu bir tartışmayı gerektiriyor.