© Yeni Arayış

Türkiye ve İran arasında Suriye üzerinden yükselen son krizin kodları

Türkiye ve İran arasındaki diplomatik kriz son dönemlerde artık iyice gün yüzüne çıkmış durumda. Aslında bu krizin temel sebebi Suriye’deki yeni saha gerçekliğinin dayattığı bir bilek güreşi ve güç devşirme mücadelesidir.

Suriye’de oluşan son saha gerçekliği ve dinamikler Türkiye ve İran’ı şu an diplomatik olarak bir krize sokmuş durumda çünkü iki ülkenin Suriye’deki menfaatleri birbiriyle taban tabana zıt ve Türkiye’nin Suriye’de güçlü bir aktör haline gelmiş olması İran’ı bir hayli rahatsız ediyor.

Türkiye ve İran arasındaki diplomatik kriz son dönemlerde artık iyice gün yüzüne çıkmış durumda. Aslında bu krizin temel sebebi Suriye’deki yeni saha gerçekliğinin dayattığı bir bilek güreşi ve güç devşirme mücadelesidir.

Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, El-Cezire televizyonuna bir röportaj verdi. Bu röportajda programcı kendisine "İran, Suriye'yi böyle kolayca kaybetmeyi kabul eder mi? Bazıları Suriye Demokratik Güçleri (SDG)’yi belli bir desteklemesi ihtimalinden bahsediyor"sorusunu sorunca Hakan Fidan şu yanıtı verdi:

"Eğer siz başka bir ülkedeki bir grubu destekleyerek orada rahatsızlık oluşturmak isterseniz, başka bir ülke de sizdeki başka bir grubu destekleyerek size rahatsızlık oluşturmak ister. Yani dünyada artık hiçbir şey gizlenemiyor. Sizde olan yetenekler başkasında da var. Dolayısıyla camınıza taş atılmasını istemiyorsanız başkasının camına taş atmayacaksınız."

Hakan Fidan’ın bu söylemleri İran tarafında tepkilere sebep oldu ve özellikle İran devletine bağlı basın mecralarında hem Hakan Fidan’a hem de Türkiye’ye yönelik sert tonda haberler yapılmaya başlandı. Fidan'ın İran'la ilgili söylemlerine ilk tepki İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi’den geldi. Bekayi, 28 Şubat'ta sosyal medyadan yaptığı paylaşımda Türkiye'yi doğrudan hedef almadan İsrail'in bölgedeki politikalarına işaret ederek İran'ın bölgesel hırslarının olmadığını söyledi.

İran kanadından daha sert ve üst düzey tepki ise İran Rehberi Hameneyi’nin başdanışmanı ve eski Dışişleri Bakanı olan Ali Ekber Velayeti’den geldi. Velayeti, bir televizyon yayınında şunları söyledi:

“İran köklü bir medeniyete sahiptir, bölgesel güvenlik ve iş birliğini önceleyen güçlü bir ülkedir. Bazı Türk yetkililer temelsiz ve müdahaleci iddialarla ikili ilişkileri zedeleyen söylemlerden kaçınmalı. Bu tür yaklaşımlar ilişkilerimize fayda sağlamaz. İran’ın bölgedeki konumu Ankara tarafından zayıflatılamaz. Tahran diyaloğa açıktır ancak saygısızlık ve abartılı söylemlere karşı uygun bir yanıt verecektir.” 

Bunun üzerine Türkiye Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Öncü Keçeli, İran’ın Ankara Büyükelçiliği Maslahatgüzarı’nın Bakanlığa çağrıldığını duyurdu ve şunları söyledi:

“İranlı yetkililer son dönemde Türkiye’ye yönelik eleştirilerini kamuoyu önünde sıkça dile getiriyorlar. Dış politikada iç meselelerin malzeme yapılmaması gerektiğini düşünüyoruz. Kritik mesajları doğrudan muhataplarımıza iletmeyi tercih ediyoruz. İran’la ilişkilerimize değer veriyoruz ve bu ilişkileri güçlendirmek istiyoruz.”

İran, karşı bir adım olarak Türkiye'nin Tahran Büyükelçisi Hicabi Kırlangıç’ı 3 Mart'ta İran Dışişleri Bakanlığı'na çağırdı. Görüşmenin ardından İran Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanlığı Akdeniz ve Doğu Avrupa Genel Müdürü Mahmud Haydari şunları söyledi:

“Hakan Fidan'ın gerçekçi olmayan açıklamaları ikili ilişkilerde gerilim ve ihtilafa yol açabilir. Türkiye’nin önceliğini İsrail'in bölgede istikrarsızlık yaratan eylemlerini engellemeye vermesi gerekiyor. İki ülkenin ortak çıkarları ve bölgedeki hassas koşullar, ilişkilerimizde yanlış yorumlardan ve gerginlik yaratacak analizlerden kaçınmayı gerektiriyor.”

7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e saldırmasının ardından bölgede değişen savaş konseptinin ve oluşan “Yeni Ortadoğu” inşasının yansımalarının sonuçları ortada. 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e saldırısından sonra bölgede yıllar içinde oluşan savaş konsepti tamamen değişti ve taraflar arasında hiçbir kırmızı çizgi gözetilmemeye başlandı ve karşımıza yepyeni bir denge getirdi.

Türkiye’nin desteklediği Heyet Tahrir Şam (HTŞ)’nin Şam yönetimini ele geçirmesiyle birlikte İran’ın Suriye içerisinde yıllar içinde Esad ve vekil örgütleri üzerinden oluşturduğu “Mukavemet Ekseni”nin güç dengesi yerle bir oldu.

Gazze ve Lübnan’da yaşanan savaş şüphesiz Suriye’ye de yansıdı. İran’ın İsrail tarafından içeriden hedef alınması, İran’ın İsrail’e karşı en güçlü kılıcı ve kalkanı olan Lübnan Hizbullah’ının kurmay zekâsının ve liderliğinin çöküşü, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah ve halefi Haşim Safiuddin’in öldürülmesi, Lübnan savaşı sonrasında İsrail’in İran’ın Suriye içerisindeki yapılarını daha da fazla hedef alması, Hamas’ın liderliğinin çöküşü, İsmail Haniye ve Yahya Sinvar’ın öldürülmesi, Irak’ta İran’a bağlı grupların arasında devam eden ciddi tartışmalar ve rahatsızlıklar, Yemen’de Husilerin durumu ve en önemlisi Beşar Esad yönetiminin düşmesiyle birlikte İran’ın bölgedeki asimetrik savaş kabiliyeti bir hayli hasar gördü ve “Mukavemet Ekseni”nin caydırıcılığı azaldı.

Tahran'ın Suriye’deki savaşın başlamasından bu yana hem ekonomik hem lojistik hem insani hem de maddi olarak büyük yatırımlar yaptığı ve bölgedeki en önemli müttefiki olan Beşar Esad yönetiminin 8 Aralık 2024'te devrilmesiyle birlikte işler İran için çok daha karmaşık bir hal aldı. Türkiye’nin desteklediği Heyet Tahrir Şam (HTŞ)’nin Şam yönetimini ele geçirmesiyle birlikte İran’ın Suriye içerisinde yıllar içinde Esad ve vekil örgütleri üzerinden oluşturduğu “Mukavemet Ekseni”nin güç dengesi yerle bir oldu.

Suriye’nin yeni saha gerçekliğinde en önemli güç ve belirleyici aktör haline gelen Türkiye’nin yükselişi elbette İran’ın uykularını kaçıran bir kâbus haline geldi. Sadece Suriye’de değil, orta ve uzun vadede Lübnan ve Filistin’de de yükselişini ve etkisini sürdürme ihtimali olan Türkiye’nin bu rolünün İran tarafından bir şekilde engellenmeye çalışılması şüphesiz kaçınılmaz bir sonuç. 

Dolayısıyla İran, Suriye içindeki güç dengesine ve saha gerçekliğine müdahil olmak ve güç elde etmek için yeniden arayışlara girdi çünkü Suriye’de etkin olabilmek İran için bir beka meselesidir ve Suriye İran’ın öylece bırakıp çekileceği bir alan değildir. İran, “İslami Direniş” adı altında bir milis grup üzerinden Suriye’de yeniden adımlar atmaya başladı.

İran’ın Suriye’de Türkiye’nin etkinliğini engellemek için hedeflerinden en önemlisi de PKK ve YPG güçleriyle çeşitli ittifak arayışları oldu. Pek çok güçlü saha bilgisine göre İran, YPG ile temas kurup askeri destek sağlama konusunda görüşmeler yaptı ve İran'dan Suriye'ye YPG saflarına katılmak üzere kuvvetler gönderildi. Tam da böylesi bir dönemde Türkiye’nin PKK’nın silah bırakması üzerine adımlar atması ve Abdullah Öcalan’ın PKK’ya silah bırakma ve kendini feshetme çağrısı üzerinden Kürtlerle yeni bir sürece girmesi İran’ın Suriye içinde Kürtlerle kurmaya çalıştığı ittifaklara sekte vurdu.

Son tahlilde; Suriye’de oluşan son saha gerçekliği ve dinamikler Türkiye ve İran’ı şu an diplomatik olarak bir krize sokmuş durumda çünkü iki ülkenin Suriye’deki menfaatleri birbiriyle taban tabana zıt ve Türkiye’nin Suriye’de güçlü bir aktör haline gelmiş olması İran’ı bir hayli rahatsız ediyor. Bu diplomatik gerginlik daha da yükselme ve kriz haline gelme potansiyeline sahip ancak her iki taraf da kontrollü bir gerginlikten taraf çünkü İran ve Türkiye’nin geniş kara sınırı, ekonomik ve ticari ilişkileri, tarihsel kültürel ve mezhebi dinamikleri, her iki ülkenin de birbirinin içinde oyun kurma, oyu bozma, istikrarsızlık yaratma ve etki etme güçleri olduğu düşünüldüğünde ve bölgenin içinde bulunduğu ağır şartlar da gözetildiğinde; iki ülke arasında kontrolsüz bir gerginlik ve çatışma ne Türkiye’nin ne de İran’ın menfaatlerinedir ve her iki ülke de “şimdilik” bundan kaçınmayı seçeceklerdir.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER