Türkiye neden gelişemedi?
SİYASET“Neden kalkınmadık” sorusu yanlış bir sorudur. Ve yanlış bir soru ile yola çıkıldığında yanıtlar da yetersiz ve çelişki oluyor. Doğru soru, kalkınmış olan ülkeler neden ve nasıl oldu da kalkındılar sorusudur.
Bu soru dolaylı olarak bir varsayımı ve ikincil olarak bir iddiayı da dile getiriyor. Varsayım şu: Normal olarak olması gereken bir durum, yani kalkınma, gelişme, çağdaşlaşma, “muassır medeniyete” erişme vb. gerçekleşmeliyken, bu sağlanmadı. Oysa bu olumlu “ilerlemenin” olağan olduğu ve umulan hedefın gerçekçi olduğu algısı verilere dayanmıyor. Bu istek ve dilek bir varsayımdır, yani sonucu kanιtlanmamış bir önermedir. Somut olarak söylersek, Türkiye’nin, örneğin, İngiltere gibi olabileceği görüşü bir varsayımdır. İddia da bu varsayımda bulunuyor: Türkiye, bir Batı Avrupa ülkesi gibi olabilir!
Elimizdeki verilere baktığımızda, ülkelerin yüzyılların içinde yeni teknikler geliştirerek belli bir oranda “kalkındıklarını” ama Batı Avrupa ve “Batılıların” kurdukları devletler gibi bir düzeye gelemediklerini görüyoruz. Afrika’nın ve Asya’nın hemen hemen bütünü “geri” kalmıştır - aslında gelişmelerinde bir sıçrama görülmemiştir. Amerika kıtasının yalnız kuzeyi, yani ABD ve Kanada gelişmiştir. Bu gözlemden çıkan sonuç gelişmemişliğin olağan bir olgu olduğu, dünyamızda bugün alışılagelen durumun “gelişmemezlik” olduğu sonucu çıkar. Yani “neden kalkınmadık” sorusu yanlış bir sorudur. Ve yanlış bir soru ile yola çıkıldığında yanıtlar da yetersiz ve çelişki oluyor. Doğru soru, kalkınmış olan ülkeler neden ve nasıl oldu da kalkındılar sorusudur.
Gerçekten de dünyamız ağır aksak ilerler ve inişli çıkışlı bir biçimde yol alırken merkezinin Batı Avrupa’da olduğu bir “patlama” yaşandı. Bu Rönesans, Reform, Endüstri Devrimi, Aydınlanma gibi hareketlerle açıklandı. Ama asıl soru, neden bu olaylar belli bir coğrafyada oldu, neden başka yerlerde görülmedi sorusudur. Bu konuda en inandırıcı açıklmayı Fernand Braudel’de buldum.[1] Braudel’e göre konu eskilere dayanıyor. Tarihçi Roma İmparatorluğu'nun dağıldığı dönemden başlayıp, güçlü bir devletin merkezî idaresinden kurtulan ve rekabet yoluyla serbest piyasanın ve kapitalizmin temellerini atan tek tek şehirlerin öyküsünü anlatıyor.
Çin ve Japonya’yı karşılaştırması, küçük şehirlerin ve büyük devletlerin dinamiklerini ve Avrupa ile benzerliklerini anlatması çok aydınlatıcı olmakta. “Çin'de asıl engel devletti…: Fazla merkezileşmiş, fazla ahlaki, Konfüçyüsçü geleneği sadakatle takip eden, … verili kültürü, ideolojisi ve diniyle, hepsi kamu yararı için devletin hizmetinde ... Her şey devlet tarafından hallediliyordu." (s. 586)... "Bu koşullar altında ne tüccarlar, ne de kredi verenler ve tefeciler, ne de imalatçılar iktidara erişebiliyordu ... Böyle bir rejimde hiçbir sermaye birikiminin üstesinden gelinemezdi." Sonuç olarak Çin'in “totaliter” bir rejimde (zamanımızda bu kelimenin taşıdığı olumsuz çağrışımlar olmadan) yaşadığını söyleyebiliriz (s. 588).
"Japonya'da ... kapitalizmin tohumları Aşikaga döneminde (1368-1573) devletten bağımsız ekonomik ve sosyal güçlerin ortaya çıkmasıyla atıldı - bunlar loncalar, uzun mesafeler arasında çalışan tüccarlar, bağımsız şehirler olabilir, yani kimseye hesap vermeyen gruplar ... Sonuç, şehirlerini, tüccarlarını, zanaatkarlarını ve çıkarlarını koruyabilen, güçlü ve yarı özerk bölgeler yaratıldı (s. 589) ... Basit bir ifadeyle şunu söyleyebiliriz: Orta Çağ Avrupa'sına benzeyen bu anarşide... Japonya, Orta Çağ Avrupa'sındaki özgürlükler gibi 'özgürlükler' içinde yaşadı." (s.590).
Braudel’e göre Çin, Osmanlı İmparatorluğu ve Bizans'a, Japonya’yı ise barbar istilalarından sonra "başsız" kalan Batı Avrupa'ya benziyor. Braudel daha sonra Osmanlı İmparatorluğu'nu inceliyor ve Çin'le karşılaştırıyor. Ama Balkanlar konusunda uzman sayılan başka bir tarihçinin Leften Stavrianos’un (1913 – 2004) Sanayi Devrimi’ni yaratan koşullar konusunda yazdıklarına da bakalım.[2]
“Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra Batı Avrupa, Avrupa'nın en geri bölgesi haline geldi. Bu Avrupa Orta Çağ'ın az gelişmiş "Üçüncü Dünyası"ydı. Ancak tam da bu nedenle Batı Avrupa'da Sanayi Devrimi başladı. Batı Avrupa'nın gelişmedeki gecikmesi bir dezavantajdan çok bir avantajdı. Bu az gelişmişlik, Batı Avrupa'nın, Antik Medeniyetleri binlerce yıldır derinden etkisiz bırakan döngüyü kırmasını sağladı ... Batı Avrupa'nın tek bir parçası bile işgalcilerden kurtulamadı. İmparatorluğun bürokratları ve ordu birlikleri artık yoktu ... Onların yerini, kendi kendilerine yeterli küçük topluluklar, tımarlıklar ortaya çıktı. Bu malikanelerde köle yoktu... Köylüler demirci, marangoz, araba yapımcısı ve çömlekçiydi.”
Bu iki tarihçi küçük nüfus birimlerinin, sonunda Sanayi Devrimi'ni doğuran dinamikleri yarattığı konusunda hemfikirdir. Ama Batı Avrupa’da yaşananlar başka coğrafyalarda – Japonya hariç – pek yaşanmadı. Bu kısa yazıda genel bir tablodan söz ettim. Özel olarak Doğu Avrupa, Balkanlar ve Orta Doğu, yani Türkiye’yi ilgilendiren coğrafyalar başka yazıların konuları olarak kaldı. Yalnız başka bir konuya geçmeden bir parantez açmak gerekiyor.
Milli devletlerin merkezî eğitim sistemi ile pekiştirdikleri milli tarihleri var. Bu tarihçiliğin temel amacı, milli kıvancı, devlete sadakati, ortak bir inancı kurmak ve yaşatmaktır. Tabii, milli tarihçilik yerellik içerir ve uluslararası bir tarihçilikle uyumlu değildir. Bu yüzden de her devletin farklı bir tarihçiliği olabiliyor. (Fırsat bulursam ilerde, daha 200 yıl önce herkesin gözü önünde yaşanmış olan Fransız Devriminin 20-30 ülkenin okul kitaplarında nasıl bütünüyle farklı yorumlandığını göstereceğim!) Yukarıda Braudel ve Stavrianos’un çizdiği genel tablo milli/milliyetçi tarihçilikten uzaktır. Bu yüzden hem pek gündeme getirilmez ve öğretilmez (devletçe ve devlet kurumlarınca), hem de benimsenmez (milli anlatıyı benimsemiş halkça). Yunanistan’da yukarıda sözünü ettiğim Stavrianos’un kitabının serüveni yaşadığımız durumu güzel açıklıyor.
En yüce kıvanç kaynağı olan bir imparatorluk geri kalmışlığın nedeni olması milli kimliği altüst eder. Yani, “Türkiye neden gelişemedi” sorusu teknik bir sorun değildir ve bu konu hem yazar hem okur için kolay bir konu da değildir.
‘TÜRKİYE NEDEN GELİŞEMEDİ’ SORUSU TEKNİK BİR SORUN DEĞİL
Stavrianos, Yunan asıllı Kanadalı dünyaca tanınmış bir tarihçiydi. Yunan devleti ondan okullar için bir Lise tarih kitabı yazması istedi, o da yazdı. Ama yazdıkları milli kalıba uygun değildi. Kitap ancak 1988 ders yılında bir yıl okutulabildi, tepkilere neden oldu ve nedeni pek açıklanmadan bir daha kullanılmadı. “Aykırı” olan neydi? Şuydu: 626 yılında Araplar İstanbul’u fethetmek üzereyken, inanca göre, tanrısal bir güç düşmanı bir fırtına sonucunda bozguna uğratmış ve şehir kurtulmuş. Bu olay bugüne kadar kiliselerde bellli bir ilahi ile her yıl kutlanır. Oysa Stavrianos Araplar şehre girip Bizans Devletini yok etselerdi muhtemelen Batı Avrupa’da yaşananlara benzer bir gelişme olabilirdi anlamına gelen bir yorum getiriyordu!
Böyle bir durumda Yunanlılar kendilerini bir yol ayırımında bulurlar. Ya Kiliselerine ve milli tarihlerine bağlı olacaklar ya da bunları terkedip Braudel ve Stavrianos gibi tarihçilerin yazdıklarına inanacaklar. Bu durumda hemen hemen her zaman geniş halk kitleleri ama akademisyenler de inançlarına ve ideolojilerine sarılırlar.
Görüldüğü gibi tarih, kimliğimizle ve dini ve ideolojik inancımızla ilgili olabiliyor. “Osmanlılar, Anadolu Beyliklerini yenip bir İmparatorluk kurmasalardı Doğu’da da gelişme olabilirdi” dediğimizde tarihî bir senaryo dile getirmiş olmuyoruz, bir toplumun bilincine yerleşmiş milli kıvançına ve milli kimliğine de karşı çıkmış oluyoruz. Bu nedenle Braudel türü tarihi yorumlar yalnız geçmişle ve tarihle ilgili alanlar değildir. Muhtemel tepkiler de tabii ki tarihle sınırlı olmayacak. En yüce kıvanç kaynağı olan bir imparatorluk geri kalmışlığın nedeni olması milli kimliği altüst eder. Yani, “Türkiye neden gelişemedi” sorusu teknik bir sorun değildir ve bu konu hem yazar hem okur için kolay bir konu da değildir.
[1] Fernand Braudel, Civilization & Capitalism 15th-18th Century, Cilt 2, The Wheels of Commerce, Fontana Press, 1982, s. 585-599.
[2] L. Stavrianos. Ιστορία του ανθρώπινου γένους, (İnsan soyunun tarihi), Lise 1 okul kitabı, Atina:1988. Bu kitabı Türkiye’de tanıtmıştım: “Yunanistan’da övgüye değer bir okul kitabı”, Saçak dergisi, 1988.12, sayı 58.
İlginizi Çekebilir