© Yeni Arayış

Türkiye neden ekonomik krizde; nasıl düze çıkar?

Uzun bir süre ekonomik büyüme performansı ile övünen bir ülke, bugün neden ekonomik kargaşa içinde? 

Türkiye’nin ekonomik krizi, yalnızca bir malî olgu değil, bir zihniyet ve yönetim krizidir. Bu krizden çıkış, yalnızca faiz artırmakla değil, yönetişim kültürünü köklü şekilde değiştirmekle mümkündür. Bilime, şeffaflığa ve toplumsal adalete dayalı bir düzen kurulmalı ve 'kalkınma', büyüme rakamlarıyla değil, halkın refahı ile ölçülmelidir. Ekonomik krizden çıkış adaletle, liyakatle ve özgürlükle mümkündür. 

Ekonomik çöküş sadece rakamlarla değil, zihniyetle ortaya çıkar.

Bir ülkede fiyatlar hızla artıyorsa, para birimi sürekli değer kaybediyorsa, gençler geleceğini yurtdışında arıyorsa ve vatandaşların önemli bir kısmı çarşıya çıkmaktan çekiniyorsa, orada sadece ekonomik bir kriz değil, çok boyutlu (sistemsel) bir bozulma yaşanıyor demektir. Ne yazık ki Türkiye, tam da böyle bir eşikte duruyor.

Uzun bir süre ekonomik büyüme performansı ile övünen bir ülke, bugün neden ekonomik kargaşa içinde?  Daha da önemlisi, yaşanan kriz, mevcut yönetimin yaptığı gibi yalnızca para ve maliye politikalarıyla çözülebilir olmaktan çıktı. Daha kapsamlı bir siyasal hesaplaşmaya ve yapılanmaya ihtiyaç duyulur oldu.

Ekonomik Çöküşün Temel Dinamikleri

1. Rasyonaliteden Uzaklaşmış Para Politikaları

Türkiye’de ekonomi yönetiminin “faiz sebep, enflasyon sonuçtur” gibi bilim dışı bir (siyasal) önermeyle şekillenmesi, enflasyonu dizginleyemediği gibi Merkez Bankası’na olan güveni de zedeledi. Faizlerin siyasi tercihlere göre ayarlanması, Türk Lirası’nın istikrarsızlaşmasına ve toplumun en kırılgan kesimlerinin hızla yoksullaşmasına neden oldu.

2. Kurumsal Zayıflama ve Keyfî Yönetim

Ekonomik sistemler, öngörülebilirlik ister. Ancak Türkiye’de Merkez Bankası, TÜİK ve BDDK gibi kurumların bağımsızlığı siyasal kararlarla yok edildi; yatırımcı açısından öngörülemezlik arttı. Sık değişen kurallar, yönetmelikler? anî ve keyfî kararlarla piyasaya olan güven ciddi biçimde sarsıldı.

3. Kronikleşmiş Yapısal Sorunlar

Türkiye ekonomisi, üretiminde yüksek oranda ithalata bağımlı bir model üzerine kurulu. Enerjiden sanayi girdilerine kadar dışa bağımlılık, her döviz kriziyle birlikte iç enflasyonu tetikliyor. Üretim ise hâlâ düşük teknolojiye ve ucuz işgücüne dayalı. Bu yapısal bağımlılık değişmeden sürdürülebilir büyüme mümkün değil.

4. Popülizm ve Seçim Ekonomisi

Seçim dönemlerinde devreye sokulan kontrolsüz sosyal harcamalar, gerçekçi olmayan maaş artışları ve kısa vadeli vergi indirimleri; bütçe disiplinini bozar; orta vadede enflasyonu artırır. Seçim kazanmak adına ekonomi çarkının hızla çevrilmesi, sistemin tamamını aşındıran bir sarmala dönüşür.

Diğer yandan milyonlarca insan çeşitli destek fonları ve yardım mekanizmalarıyla devletin (siz onu hükümetin diye okuyun) müşterisi/yanaşması haline getirilmiştir. Üretime çok az katkısı olan bu kesimlerin bütçe üzerinde ağır bir yükü vardır. Ama harcamanın siyasal getirisi yüksektir.

Bütün bunlar aynı anda gerçekleşmektedir.

Ekonomi Tek Başına Düzelemez; Siyasal Alanda Ne Yapmalı?

Ekonomik reformların başarılı olabilmesi için siyasal alanın yeniden yapılandırılması kaçınılmazdır, çünkü ekonomi ile siyaset birbirinden bağımsız değildir. Türkiye örneğinde bu bağ, krizin doğrudan nedeni hâline gelmiş durumdadır.

1. Yargı Bağımsızlığı ve Hukukun Üstünlüğü

Yatırımcının güven duyduğu en önemli şey, mülkiyet hakkının ve sözleşme hukukunun korunmasıdır. Türkiye’de yargının siyasallaşması, bu iki temel güvenceyi de yok etmiştir. Ülkenin öz sermayesinden milyarlarca dolar dışarı gitmekle kalmamış; yabancı yatırımcının Türkiye'ye girişini de caydırmıştır. Ekonomik girişimciliğin (yatırımların) temeli, hukuki güvenliktir. Yabancı yatırımcı, artık ülkemizin siyasî ve hukukî sistemine güvenmiyor. 

2. Basın ve İfade Özgürlüğü

Şeffaf bilgi akışı olmadan, piyasalar doğru tepki veremez. Oysa Türkiye’de ekonomi verileriyle ilgili o kadar kuşku artmıştır ki, derin bir güven erozyonu doğmuştur. Gerçek verilerin açıklanması, yanlışların eleştirilmesi ve alternatif fikirlerin serbestçe dile getirilmesi, ekonominin iyileşmesi kadar demokratik denetimin de bir gereğidir. Bu süreç flulaşmış ve güvenilirliğini yitirmiştir.

3. Siyasette Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik

Kamu kaynaklarının nasıl kullanıldığını denetleyemeyen bir halk, vergi verirken de, fedakârlık yaparken de kendini dışlanmış, hatta aldatılmış hisseder. Sayıştay raporlarının ciddiye alınması, ihalelerde şeffaflık, siyasi finansmanın denetlenmesi gibi konular, birer siyasal etik (ahlâk) sorunudur. 

Algılanan yolsuzluk, kara para trafiği, üzerine gidilmeyen kayıtdışı ekonomi (özellikle kaçakçılık)  sadece ekonomide değil siyasette de derin bir çürümenin göstergesi olarak öne çıkmaktadır. Siyasal etikte algılanan kirlilik ekonomik istikrarı da etkilemektedir.

Bir Teklif: Çıkış İçin Yol Haritası

Ekonomik Akla Geri Dönüş:
Para politikaları, siyasi değil teknik kriterlerle belirlenmelidir. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı anayasal güvence altına alınmalıdır.

Yapısal Reformların Başlatılması:
Eğitimden tarıma, sanayiden enerjiye kadar her alanda uzun vadeli planlamalar yapılmalıdır. Katma değeri yüksek üretim teşvik edilmelidir.

Adaletli ve Kapsayıcı Sosyal Politikalar Geliştirilmelidir:
Ekonomik iyileşmenin bedeli yalnızca dar gelirliye ödetilmemelidir. Sosyal devlet güçlendirilmeli; sağlık, gıda ve barınma gibi temel ihtiyaçlara erişim güvence altına alınmalıdır.

Demokratikleşme ile Ekonomik Reformun El Ele Yürümesi:
Siyasal reformlar, ekonomik reformların hem ön koşulu hem de teminatıdır. Demokrasi olmadan sürdürülebilir kalkınma mümkün değildir.

Bitirirken

Türkiye’nin ekonomik krizi, yalnızca bir malî olgu değil, bir zihniyet ve yönetim krizidir. Bu krizden çıkış, yalnızca faiz artırmakla değil, yönetişim kültürünü köklü şekilde değiştirmekle mümkündür. Bilime, şeffaflığa ve toplumsal adalete dayalı bir düzen kurulmalı ve 'kalkınma', büyüme rakamlarıyla değil, halkın refahı ile ölçülmelidir.

Ekonomik krizden çıkış adaletle, liyakatle ve özgürlükle mümkündür.

Bütün bunlar bilinmeyen şeyler değildir. Eksik olan bu önerileri uygulayacak siyasal irade ve o iradeyi harekete geçirecek seçmen çoğunluğudur. Bu mutlu birliktelik gerçekleşene kadar güneşin altında çok söz söylenecek, az şey yapılacaktır. Bu da krizin daha uzun sürmesine ve maliyetinin artmasına neden olacaktır.

Türkiye'nin önünde önemli bir seçim veya gelecek tercihi duruyor: Ya tarihine yeni bir  BÖLÜM  ekleyecek, ya da yeni bir BAŞLANGIÇ yapacak. İlki, artık iyice yıpranmış ve ilk yüzyılında varlık-yokluk (beka) endişesine yol açan düzenin devamına, ikincisi köhne kurum ve değerlerinden kurtumuş dünyalı bir Türkiye'nin doğuşuna ebelik edecek.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER