© Yeni Arayış

Tüketim Tuzağı: Kural 2 - Daha Fazla İsraf Et!

Planlı eskitme, ürünlerin bilinçli olarak kısa ömürlü tasarlanması, tamir edilmesinin zorlaştırılması ve tüketicinin kaçınılmaz olarak yeni ürün almaya mecbur bırakılması anlamına geliyor. Teknolojiden tekstile, ev eşyalarından otomobile kadar birçok sektörde karşımıza çıkan bu strateji, hem bireysel bütçelerimize hem de gezegenimize zarar veriyor.

Planlı eskitme, yalnızca bir pazarlama taktiği değil, kaynak israfını körükleyen, tüketicinin cebini boşaltan ve gezegenimizi çöplüğe çeviren bilinçli bir strateji. Tüketici olarak bu döngüyü kırmak bizim elimizde. Daha dayanıklı ürünleri tercih etmek, tamir kültürünü desteklemek ve şirketlerin manipülasyonlarına karşı bilinçli hareket etmek, bu sistemin sürdürülebilirliğini zorlaştırabilir.

Bir önceki yazıda, şirketlerin bizi daha fazla satın almaya nasıl yönlendirdiğini, yeni ihtiyaçlar yaratarak tüketim çılgınlığını nasıl körüklediğini ele almıştım. Ancak bu düzenin sürdürülebilir olması için yalnızca sürekli yeni ürünler piyasaya sürmek yeterli değil. Aynı zamanda elimizdekileri hızla tüketmemiz, çöp haline getirmemiz ve "eskimiş" hissine kapılarak bir an önce yenisini almamız gerekiyor. İşte tam da bu noktada devreye giren ikinci kural: Planlı Eskitme.

Planlı eskitme, ürünlerin bilinçli olarak kısa ömürlü tasarlanması, tamir edilmesinin zorlaştırılması ve tüketicinin kaçınılmaz olarak yeni ürün almaya mecbur bırakılması anlamına geliyor. Teknolojiden tekstile, ev eşyalarından otomobile kadar birçok sektörde karşımıza çıkan bu strateji, hem bireysel bütçelerimize hem de gezegenimize zarar veriyor.

Peki, şirketler bunu nasıl yapıyor? Neden tamir edilebilir, uzun ömürlü ürünler üretmek yerine, kullan-at anlayışını dayatıyorlar? Ve en önemlisi, tüketici olarak bu tuzağa düşmemek için ne yapabiliriz?

Bu yazıda, bilinçli olarak kısaltılmış ürün ömürlerinin ardındaki stratejileri, en bilinen örnekleri ve bu sisteme karşı geliştirilen çözümleri inceleyeceğim.

Planlı Eskitme: Daha Fazla Satış İçin Bilinçli Bir Strateji

Ekonomik teoride, firmaların uzun vadede başarılı olabilmesi için iki temel stratejiden birini izlemesi gerekir: Ya yüksek kalite ve uzun ömürlü ürünlerle müşteri sadakati oluştururlar, ya da kısa ömürlü ve sık değiştirilen ürünler üreterek sürekli satış yapmaya çalışırlar. Ne yazık ki, günümüz tüketim ekonomisinde ikinci strateji baskın hale gelmiş durumda.

Planlı eskitmenin kökleri, 1932 yılında Bernard London’ın ortaya attığı planlı eski(t)me (planned obsolescence) kavramına dayanıyor. Büyük Buhran sırasında, ekonomiyi canlandırmak için “zorunlu eskime” önerisi gündeme gelmişti. Teoriye göre, eğer ürünlerin kullanım ömrü bilinçli olarak kısaltılırsa, tüketiciler sürekli yeni ürünler satın almak zorunda kalacak ve ekonomik büyüme desteklenecekti. O dönemde uygulanamayan bu fikir, II. Dünya Savaşı sonrası kapitalizmin temel dinamiklerinden biri haline geldi.

Amerikalı ekonomist Vance Packard, 1960 yılında yayımladığı  İsraf Yaratanlar (The Waste Makers)  kitabında, şirketlerin daha fazla üretim yaparak değil, tüketicileri ürünleri sık sık değiştirmeye zorlayarak büyüme sağladığını yazdı. Bugün de bu model, başta teknoloji ve moda sektörü olmak üzere hemen her alanda işliyor.

Peki, şirketler ürünlerin ömrünü nasıl kısaltıyor?

Modern elektronik ürünlerde planlı eskitmenin en yaygın biçimi, yazılımla yapılan kasıtlı eskitme politikaları. En ünlü örneklerden biri Apple’ın 2017’de itiraf ettiği iPhone’ları yavaşlatma skandalı. Apple, eski model iPhone’ların pillerini koruma gerekçesiyle güncellemelerle işlemci hızlarını düşürdüğünü kabul etti. Ancak asıl etki, kullanıcıların telefonlarının eskidiğini düşünerek yeni modellere yönelmesi oldu. Fransız hükümeti, Apple’a "planlı eskitme" nedeniyle 25 milyon euro ceza kesti. Ancak bu para, şirketin yıllık gelirine kıyasla önemsiz bir miktardı ve Apple’ın satışları hızla devam etti.

Benzer bir durum yazıcı sektöründe de yaşanıyor. 2010’lu yıllarda, birçok tüketici Epson ve HP yazıcılarının belirli bir baskı sayısına ulaştıktan sonra aniden çalışmayı durdurduğunu fark etti. Yapılan araştırmalarda, bu cihazlara önceden programlanmış bir sayaç yerleştirildiği ortaya çıktı. Yani yazıcılar, fiziksel olarak çalışabilir durumda olsalar bile, üreticiler tarafından belirlenen bir sınır aşıldığında otomatik olarak bozuluyordu.

Planlı eskitmenin bir diğer yöntemi, tamir edilebilirliği sistematik olarak zorlaştırmak. Apple, Samsung ve diğer teknoloji devleri, cihazlarını öyle bir tasarlıyor ki, parçaları değiştirilemez, tamiri pahalı ve zahmetli hale geliyor. Nasıl mı? Eski telefonlarda batarya kolayca çıkarılabiliyorken, yeni nesil akıllı telefonlarda bataryalar kasaya yapıştırılıyor ve değiştirilmesi uzmanlık gerektiriyor. Apple, kendi cihazlarında yalnızca şirketin yetkili servislerinde bulunan özel vidalar kullanıyor. Bu da bağımsız tamircilerin cihazları onarmasını engelliyor. Eğer bir tüketici yetkili servis yerine bağımsız bir tamirciye giderse, cihazının garantisi otomatik olarak iptal ediliyor.

Bu strateji, tamir kültürünü yok ederek tüketiciyi sürekli yeni ürün almaya zorlamayı amaçlıyor. 1970’lerde bir buzdolabı en az 20 yıl dayanırken, bugün üretilen beyaz eşyalar 7-8 yıl içinde bozulacak şekilde tasarlanıyor.

Kaynak İsrafı ve Çevresel Etkiler: Tüketim Çılgınlığının Gizlenen Bedeli

Planlı eskitme yalnızca tüketicinin cebini değil, gezegenimizi de sömüren bir strateji. Kısa ömürlü ürünler, devasa bir atık problemi yaratırken, doğal kaynakların kontrolsüz tüketilmesine yol açıyor.

Her yıl dünya genelinde 50 milyon tondan fazla elektronik atık (e-atık) üretiliyor ve bu miktar hızla artmaya devam ediyor. Eski telefonlar, bozulmuş yazıcılar, eskimiş televizyonlar… Çoğu zaman bu atıkların yalnızca küçük bir bölümü geri dönüştürülebiliyor; geri kalanı ise çöplüklere, yakma tesislerine veya gelişmekte olan ülkelere gönderiliyor.

Özellikle Afrika’da Gana ve Nijerya gibi ülkeler, Batı’nın elektronik çöplüğü haline gelmiş durumda. Batılı şirketler, "geri dönüşüm" adı altında tonlarca e-atığı bu ülkelere ihraç ediyor. Ancak gerçekte bu ürünlerin büyük bir kısmı kullanılamaz durumda ve yerel halkın sağlığını tehdit eden zehirli kimyasallarla çevreyi kirletiyor.

Elektronik sektörü kadar moda sektörü de planlı eskitme konusunda büyük bir suçlu. Hızlı moda (fast fashion) markaları, kıyafetleri bilinçli olarak dayanıksız üreterek tüketicinin sürekli yeni kıyafet almasını sağlıyor. Eskiden kıyafetler uzun yıllar kullanılabilecek şekilde üretilirken, bugün ucuz malzemeler ve düşük işçilik kalitesi yüzünden kıyafetlerin ömrü birkaç ay ile sınırlı. Bunun en büyük sonuçlarından biri devasa tekstil atıkları. Her saniye bir çöp kamyonu dolusu kıyafet yakılıyor veya çöpe atılıyor. Küresel tekstil üretimi, yıllık karbon salımının %10'undan sorumlu. Moda endüstrisi, dünyanın en büyük ikinci tatlı su tüketicisi.

Hızlı moda markaları, her hafta yeni koleksiyonlar çıkararak, tüketiciyi "modası geçti" algısıyla daha fazla satın almaya itiyor. Yani eskitmeyi yalnızca teknik yollarla değil, algısal olarak da yaratıyorlar.

Tamir hakkı, Avrupa’da büyük bir tartışma konusu haline gelmiş durumda. Fransa, 2021 yılında tamir edilebilirlik endeksi getirdi ve elektronik ürünlerin tamir edilebilirlik skorunu etikette göstermeyi zorunlu hale getirdi. ABD’de de Tamir Hakkı (Right toRepair) hareketi büyüyerek teknoloji devlerine karşı yasal düzenlemeler talep ediyor.

Tüketicinin Tamir Hakkı

Planlı eskitmenin en büyük etik sorunlarından biri, tüketicinin tamir hakkının elinden alınması. Bir cihaz satın aldığımızda, onun bizim mülkiyetimizde olduğunu düşünürüz. Ancak teknoloji şirketleri, donanım ve yazılım üzerindeki kontrolü ellerinde tutarak tüketiciyi kısıtlıyor.

Örneğin, Apple, iPhone'larda yalnızca yetkili servislerde tamir edilebilecek özel parçalar kullanıyor. Tesla, araçlarının yazılımını kilitleyerek, bağımsız tamircilerin müdahale etmesini engelliyor. Traktör üreticisi John Deere, çiftçilerin kendi makinelerini tamir etmelerini yasaklayan yazılım kısıtlamaları getiriyor.

Bu stratejiler, tüketicinin ürün üzerindeki kontrolünü tamamen şirketlere devretmesine neden oluyor. Bir cihaz satın almak yerine, geçici olarak kullanma hakkı verilmiş gibi bir sisteme dönüşüyor.

Tamir hakkı, Avrupa’da büyük bir tartışma konusu haline gelmiş durumda. Fransa, 2021 yılında tamir edilebilirlik endeksi getirdi ve elektronik ürünlerin tamir edilebilirlik skorunu etikette göstermeyi zorunlu hale getirdi. ABD’de de Tamir Hakkı (Right to Repair)hareketi büyüyerek teknoloji devlerine karşı yasal düzenlemeler talep ediyor. 

Türkiye’de Planlı Eskitmeye Karşı Ne Yapılabilir?

Planlı eskitme, küresel bir sorun olsa da her ülkenin tüketici davranışları, ekonomik yapısı ve düzenleyici çerçevesi farklı. Türkiye’de tüketiciler, döviz kurlarındaki dalgalanmalar, ithalat bağımlılığı ve düşük alım gücü nedeniyle bu stratejiden Batı’daki tüketicilere kıyasla daha fazla zarar görüyor.

Bir yandan elektronik ve tekstil sektöründe ithalata bağımlı bir tüketim kültürü oluşurken, diğer yandan tamir kültürü giderek kayboluyor. Oysa Türkiye’de 1980’lere kadar her mahallede bir tamirci, ayakkabı ustası, saatçi, beyaz eşya tamircisi vardı. Bugün ise “Tamir ettirmek mi, yeni almak mı daha mantıklı?” sorusuna verilen cevap, yeni almak yönünde şekillendiriliyor.

Peki, Türkiye’de tüketiciler planlı eskitmeye karşı nasıl direnebilir?

Birincisi, tamir kültürünü yeniden canlandırmak gerekiyor. Eskiden Türkiye’de bozulan bir eşya hemen çöpe atılmaz, tamir edilerek uzun yıllar kullanılırdı. Ancak büyük şirketlerin yetkili servis tekelleri, yedek parça kısıtlamaları ve yüksek tamir ücretleri nedeniyle, tüketiciler artık tamir ettirmek yerine yeni ürün almaya yönlendiriliyor. Oysa bu döngüyü tersine çevirmek mümkün. Tamir atölyeleri, geri dönüşüm merkezleri ve bağımsız tamircilerin desteklenmesi, tüketicinin ürünlerini daha uzun süre kullanmasını sağlayabilir..

İkincisi, yerli üretimin teşvik edilmesi gerekiyor. Türkiye’de ithal edilen birçok elektronik ürün ve beyaz eşya, uzun vadede tamir edilemez hale gelecek şekilde üretiliyor. Yerli üreticilerin desteklenmesi ve tüketicilere daha dayanıklı, tamir edilebilir ürünler sunulması, ithalata olan bağımlılığı azaltabilir. Ancak bunun gerçekleşmesi için devlet teşvikleri ve tüketicilerin bilinçli tercihler yapması şart. Yerel üreticiler, küresel markalarla rekabet edebilmek için kaliteyi ve tamir edilebilirliği ön plana çıkarmalı, tüketiciler de kısa ömürlü ithal ürünler yerine uzun vadeli çözümler sunan yerli alternatifleri tercih etmelidir.

Üçüncüsü, belediyeler ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla toplumsal farkındalık artırılmalı. Özellikle büyükşehir belediyeleri, atık yönetimi politikalarına tamir ve yeniden kullanım merkezlerini dahil edebilir. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi şehirlerde "Tamir ve Yeniden Kullanım Merkezleri" kurulması, tüketicilerin eşyalarını çöpe atmadan önce onarma alışkanlığını kazanmasını sağlayabilir. Üniversiteler de bu sürece dahil edilerek, mühendislik ve teknik okullarda tamir odaklı atölyeler açılabilir. Bu tarz uygulamalar, tüketicilerin "bozulduysa at" refleksi yerine "tamir ettir ve tekrar kullan" bilinci geliştirmesine yardımcı olabilir.

Dördüncüsü, tüketicilerin kredi kartı taksitlendirme ve büyük indirim kampanyalarına karşı daha bilinçli olması gerekiyor. Türkiye’de tüketim, çoğu zaman ihtiyaca değil, sunulan finansal kolaylıklara göre şekilleniyor. Taksitle alışveriş ve büyük kampanyalar, tüketicinin aslında ihtiyacı olmayan ürünleri bile satın almasına yol açıyor. Şirketler, tüketiciyi borçlandırarak sadık müşterilere dönüştürmeyi hedefliyor. "Şimdi al, sonra öde" anlayışı yerine, tüketicilerin harcamalarını daha bilinçli yapmaları, şirketlerin manipülasyonlarına karşı bireysel bir direnç oluşturabilir. Büyük indirim günlerinde fiyat takip uygulamaları kullanmak, alışveriş öncesinde bir süre beklemek ve satın alma kararlarını aceleye getirmemek, tüketicinin finansal bağımsızlığını korumasına yardımcı olabilir.

Beşincisi, tüketicinin tamir hakkını savunan yasal düzenlemeler yapılmalı. Avrupa Birliği’nde yürürlüğe giren tamir edilebilirlik yasaları, Türkiye’de de örnek alınabilir. Elektronik cihazların tamir edilebilir olup olmadığını gösteren bir "tamir skoru" etiketi zorunlu hale getirilerek, tüketicinin bilinçli seçim yapması sağlanabilir. Ayrıca, yetkili servis zorunluluğunu ortadan kaldıran ve üçüncü taraf tamircilerin yedek parçalara erişimini garanti eden yasal düzenlemeler, şirketlerin planlı eskitme stratejilerini sınırlayabilir. Eğer tüketiciler satın aldıkları ürünler üzerinde tam kontrol sahibi olamazsa, uzun vadede şirketlerin dayattığı tüketim döngüsünden çıkmak imkansız hale gelir.

Altıncısı, bilinçli tüketici hareketleri güçlendirilmeli. Tüketicilerin yalnızca bireysel olarak değil, kolektif hareketler yoluyla da değişim talep etmesi gerekiyor. Türkiye’de sosyal medya kampanyaları, tüketici dernekleri ve yerel inisiyatifler, şirketlerin etik dışı uygulamalarını teşhir etmek için güçlü bir araç olabilir. Büyük markaların planlı eskitme stratejileri hakkında farkındalık oluşturmak, tüketicilerin bu markalara karşı alternatifleri desteklemesini sağlayabilir. Özellikle genç nesiller, sürdürülebilir tüketim konusunda daha bilinçli hareket ederek, şirketlerin politikalarını değiştirmeye zorlayabilir.

Bitirirken…

Planlı eskitme, yalnızca bir pazarlama taktiği değil, kaynak israfını körükleyen, tüketicinin cebini boşaltan ve gezegenimizi çöplüğe çeviren bilinçli bir strateji. Şirketler, ürünleri uzun ömürlü üretmek yerine, kısa sürede çöp haline getirecek şekilde tasarlıyor. Tamir hakkımız elimizden alınıyor, bağımsız tamirciler engelleniyor, modası geçtiği iddiasıyla çalışan ürünler değersizleştiriliyor.

Tüketici olarak bu döngüyü kırmak bizim elimizde. Daha dayanıklı ürünleri tercih etmek, tamir kültürünü desteklemek ve şirketlerin manipülasyonlarına karşı bilinçli hareket etmek, bu sistemin sürdürülebilirliğini zorlaştırabilir.

Ancak büyük şirketler, yalnızca ürünleriyle değil, söylemleriyle de bizi kandırıyor. Gerçek sürdürülebilirlik yerine, sahte çevreci kampanyalarla bizi yeşil yalanlarla oyalıyorlar. Bir sonraki yazıda, “Daha Fazla Yalan Söyle! - Yeşil Yıkama ve Sahte Sürdürülebilirlik” başlığı altında, şirketlerin nasıl çevre dostu görünerek tüketiciyi yanılttığını ele alacağım. Çünkü bu sistemin ayakta kalması için yalnızca daha fazla tüketmemiz yetmiyor, aynı zamanda kendimizi kandırmamız da gerekiyor.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER