© Yeni Arayış

Trump’ın Kurtuluş Günü Tarifeleri: Ticaretten intikama

Trump’ın kameraların karşısında salladığı tarife tabloları kadar teatral, yüzündeki ifade kadar iddialı ve imzası kadar megaloman bu hamle, ticareti bir iş birliği aracı değil, bir savaş cephesi haline getiriyor.

Trump’ın “Kurtuluş Günü” olarak adlandırdığı bu politika değişikliği, dış ticaretin doğasına ve iktisadi gerçeklere sırt çeviren bir gösteriden ibaret. Tarife oranları “safi aritmetik” gibi gösterilse de, arkasında yatan hesap stratejik önceliklere, diplomatik manevralara ve iç politika mühendisliğine dayanıyor

Hatırlayalım, birkaç gün önce ABD Başkanı Donald Trump, Beyaz Saray’ın Gül Bahçesi’nde kameraların karşısına geçti. Elinde büyükçe bir grafik ve ağzında tanıdık bir cümle vardı: “Karşılıklı – yani onlar bize ne yapıyorsa biz de onlara aynısını yapıyoruz. Çok basit.” Öncesinde ise, yani 26 Mart’ta, otomobiller ile ilgili yeni tarife kararını kamuoyuna sunmuştu. Yüzündeki ifade, bu kararın yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sembolik bir “zafer” olarak lanse edileceğini haber veriyordu.

Sayın Başkan’ın imzası kadar iddialı ve trajik yeni tarife sistemi, yalnızca iktisat politikası olarak değil, aynı zamanda diplomatik duruş, jeopolitik denge ve iç siyasi hesaplarla örülmüş daha geniş bir stratejinin parçası gibi görünüyor.

TARİFE ASİMETRİLERİ VE “KÖSTEBEK DÖVME” POLİTİKASI

ABD Başkanı Donald Trump’ın “Kurtuluş Günü Tarifeleri” adını verdiği yeni ticaret politikası, yalnızca gümrük vergisi oranlarını değil, küresel ticaret sisteminin mantığını da yerinden oynatıyor. Ancak bu sarsıntının temelinde sanılandan çok daha “basit” bir hesaplama yöntemi var.

Guardian’ın haberine göre, Beyaz Saray tarifeleri şu şekilde belirlemiş: Her ülke için 2024 yılında oluşan mal ticareti açığı alınmış, bu değer o ülkeden gelen toplam ithalata bölünmüş ve çıkan oran ikiye bölünerek uygulanacak tarife oranı hesaplanmış.

Cahilce bir basitlik!

Neden mi? Feci şekilde indirgemeci. Bu yaklaşım, modern uluslararası ticaretin nasıl işlediğini ciddi biçimde çarpıtan bir düşünce yapısına dayanıyor. İktisadi açıdan bakıldığında, ülkeler arasındaki ikili ticaret dengesizlikleri çoğunlukla karşılaştırmalı üstünlükler, üretim yapısı, tüketici tercihleri, tasarruf ve yatırım dengesi ve döviz kuru dinamiklerinden kaynaklanır. Ticaret açıkları, sadece ihracatçı ülkenin yaptığı “haksızlıklara” değil, çoğunlukla ithalatçı ülkenin kendi ekonomik yapısına işaret eder.

Maurice Obstfeld, bu tarife mimarisinin ardındaki düşünceyi şu şekilde özetliyor: “Bu formül, ticareti kısıtlayarak ABD’ye en büyük faydayı sağlayan sektörleri bile cezalandırıyor.” Örneğin ABD plastik, doğal kauçuk, metal ve elektronik aksam gibi girdileri çoğu zaman düşük ücretli Asya ülkelerinden alıyor; bu girdileri yüksek katma değerli ürünlere dönüştürerek iç piyasaya ya da ihracata yönlendiriyor. Ancak şimdi bu ülkelerden yapılan ithalat tarifelerle engellenince, ABD üreticileri ya daha pahalı girdilere yönelmek zorunda kalacak ya da rekabetçiliğini yitirecek.

Obstfeld’in yazısında kullandığı çarpıcı bir mecaz var: “whack-a-mole”, yani köstebek dövme oyunu. Bu klasik oyunda, bir delikten çıkan köstebeğe vurursunuz ama tam o anda başka bir delikten bir yenisi çıkar. Ne kadar hızlı vurursanız vurun, köstebekler bitmez. Çünkü sistem çözüm değil, döngü üretmeye programlanmıştır.

Trump’ın tarife planı da aynı mantıkla işliyor: Bir ülkeye yüksek tarife uyguladığınızda o ülkeden yapılan ithalat azalabilir ama bu, yalnızca ticaretin başka bir yere kaymasına neden olur. Çünkü bazı hammaddeleri üretecek yeterli kapasiteniz yoktur, olması da gerekmez. Örnek mi? Tayland’a (%37) uygulanan tarife sonrası ABD, doğal kauçuğu bu kez Liberya (%10) ya da Fildişi Sahili (%21) gibi ülkelerden ithal etmeye başlayabilir. Açık, Tayland’dan silinir, başka bir ülkeyle doğar. ABD’nin toplam ticaret açığı değişmez. Bu durumda sorun çözülmez, yalnızca yer değiştirir. Kaliteden verilecek ödünler, artan taşıma maliyetleri ve yeni tedarikçi bulma risklerine girmiyorum bile…

 

Kaynak: Trump’ın Gül Bahçesi Açıklamaları ve https://www.census.gov/foreign-trade/data/index.html

Not: Yazarın hesaplamaları

Yukarıdaki grafik, Trump’ın “karşılıklılık” iddiasıyla ilan ettiği tarifelerin gerçekte nasıl dağıldığını, ekonomik rasyonellikten çok siyasi ve stratejik önceliklere göre şekillendiğini açıkça gösteriyor. Burada, seçilmiş bazı ülkeler için ABD’nin uyguladığı yeni tarifeler (mavi bar), o ülkenin ABD’ye uyguladığı ortalama tarife (turuncu bar), 2024 yılı ihracat (X: yeşil) ve ithalat (M: kırmızı) değerleri ile ticaret hacmi (X+M: mor balonlar) yer alıyor.

Bu verilerden yola çıkarak öne çıkan birkaç ülkeyi inceleyelim:

Kanada-Meksika: ABD’nin en büyük iki ticaret ortağı. Ancak USMCA (Yeni NAFTA) anlaşması kapsamında bu tur tarifelerden muaf bırakıldılar. Otomotiv, çelik, alüminyum gibi sektörlerde özel tarifeler yürürlükte, ancak bu ülkeler genel listeye dahil edilmediler. Ekonomik değil, anlaşma hukuku nedeniyle korunuyorlar.

Rusya: 2024’te ABD’nin Rusya’dan ithalatı yalnızca 500 milyon dolar civarında. Ancak asıl dikkat çekici unsur bu değil: Son haftalarda yeniden canlanan Rusya-Ukrayna barış görüşmelerinde ABD arabulucu konumunda. Tarife uygulamamak, bu diplomatik süreci destekleyen bir “jest” niteliği taşıyor olabilir. Yani karar ekonomik değil, jeostratejik pazarlıkla ilgili.

Türkiye: ABD, Türkiye ile 2024 yılında 1.5 milyar dolarlık bir ticaret açığı verdi. Ancak Türkiye'ye uygulanan tarife sadece %10. Trump yönetimi, Türkiye’yi jeopolitik açıdan önemli bir müttefik olarak görmeye devam ediyor. Bu nedenle, ticaret açığına rağmen tercihli yaptırım uygulanmayan nadir ülkelerden biri. Grafik üzerinde Türkiye’nin “korunmuş” konumu açıkça seçiliyor.

Birleşik Krallık: ABD ile fazla veren nadir ülkelerden biri olmasına rağmen, “herkese asgari %10 tarife” ilkesine sadık kalınmış. Ekonomik değil, eşitlik görüntüsü verme amacı öne çıkıyor.

Almanya-Fransa-İtalya: Bu ülkelerin birçoğuyla ABD’nin ticaret açığı %20-40 aralığında, ancak uygulanan tarifeler %20 veya üzerinde. Çünkü ABD burada bireysel ülkelerle değil, Avrupa Birliği’yle olan genel açık üzerinden tarife belirlemiş. Bu ülkeler tekil verilere göre değil, AB çatısı altında kolektif biçimde cezalandırılıyor.

Bu verilerle açıkça görülüyor ki, “asimetrik tarifelere karşı misilleme” olarak sunulan bu politikanın altında iktisat zaten yok da,  tutarlı bir aritmetik bile yok; siyasi ayrıcalıklarla şekillenen bir tarifeler mimarisi var.

STRATEJİK SAPMA: TİCARETTEN İNTİKAMA

Trump’ın 2025 tarifeleri, kamuoyuna “ticarette karşılıklılık” ilkesiyle sunulsa da, uygulama biçimi ve zamanlaması, bunun çok daha derin bir stratejik sapmaya işaret ettiğini gösteriyor. Bu, yalnızca bir ekonomik müdahale değil; aynı zamanda küresel düzene yönelik bir meydan okuma, iç politika için bir güç gösterisi ve sembolik bir dış politika mesajı.

21. yüzyıl merkantilisti Trump’ın söyleminde ticaret açığı, yalnızca bir ekonomik gösterge değil, adeta bir ulusal utanç nişanı. Bu yaklaşım, “ABD üretimini başka ülkelere kaptırdı”, “işçi sınıfı satıldı”, “biz açık veriyoruz çünkü aptalca anlaşmalar yaptık” gibi cümlelerle yeniden üretildi. Buradaki temel varsayım:

Ticaret açığı à Zayıflık à Kayıp à Telafi edilmesi gereken zarar

Bu retorik, seçmene çok güçlü bir mesaj veriyor: “O zararı size ödettirenlerin burnundan fitil fitil getireceğiz!” Bu çerçevede, tarifeler bir müzakere aracı değil, bir intikam aracı haline geliyor.

Trump’ın tarifeleri aynı zamanda bir kamu geliri stratejisi olarak da işliyor. CSIS analizine göre, Beyaz Saray’ın nihai hedefi 600 milyar dolarlık yıllık tarife geliri yaratmak. Bu da büyük çaplı vergi indirimlerinin finansmanını sağlar nitelikte. Böylece, dış dünyaya karşı: “Sizi cezalandırıyorum”, iç kamuoyuna karşı: “Size vergi indirimi getiriyorum” ve meclisteki muhafazakâr gruplara karşı: “Borçlanmadan kaynak yaratıyorum” mesajı veriliyor.

Bu denklemde tarifeler, aynı anda hem dış politikada bir sopa, hem de iç politikada bir havuç işlevi görüyor

Bu tarifelerin uluslararası ilişkiler boyutu da en az ekonomik etkileri kadar kritik. AB ülkeleri, ABD’ye karşı teknoloji şirketlerine yeni vergiler hazırlığında. Kanada ve Japonya, diplomatik düzeyde sert açıklamalarda bulundu. Gelişmekte olan ülkeler, yerel üretimi ve ihracatı durdurma riskleriyle karşı karşıya. Bu durum, ABD’nin onlarca yıldır inşa ettiği “açık pazarların lideri” rolünü zedeliyor.

PEKİ AMA İŞE YARAR MI?

1. ABD’nin toplam ticaret açığı azalacak mı?

Muhtemelen hayır.

Çünkü ABD’nin dış açıkları, ticaret ortaklarının politikalarından çok, kendi iktisadi yapısından kaynaklanıyor. Harcamaları üretiminden fazla olan bir ülke, ithalat yoluyla açığını kapatır. Bu basit mekanizma tarifelerle değişmez.

2. Üretim ABD’ye geri döner mi?

Kısmen, ancak maliyetli bir şekilde.

Ford, General Motors ve Whirlpool gibi şirketler şimdiden tarife kaynaklı maliyet artışları nedeniyle işten çıkarmalara başladıklarını açıkladılar. Moody’s, bazı otomobil modellerinin fiyatının 2.000–3.000 dolar artacağını tahmin ediyor. Goldman Sachs ise bazı araçların 15.000 dolara kadar pahalanabileceğini söylüyor. Yani üretim geri dönerse bile, daha pahalı, daha az verimli ve daha az erişilebilir olacak.

3. Yatırımcı güveni nasıl etkilenir?

Olumsuz.

Conversation’da yayımlanan analiz, ABD’nin yatırım yapılabilir bir ülke olarak öngörülebilirliğini yitirdiğini vurguluyor. Bugün tarife var, yarın ne olacağı bilinmiyor. Bu belirsizlik, yeni yatırımları caydırıyor. Doğrudan yabancı yatırım çekmek isteyen Sayın Başkan bir de bu açıdan baksa keşke…

Bu tarifelerin uluslararası ilişkiler boyutu da en az ekonomik etkileri kadar kritik. AB ülkeleri, ABD’ye karşı teknoloji şirketlerine yeni vergiler hazırlığında. Kanada ve Japonya, diplomatik düzeyde sert açıklamalarda bulundu. Gelişmekte olan ülkeler, yerel üretimi ve ihracatı durdurma riskleriyle karşı karşıya. Bu durum, ABD’nin onlarca yıldır inşa ettiği “açık pazarların lideri” rolünü zedeliyor.

Küresel yatırımcılar için artık ABD, ticari öngörülemezliğin yeni adı.

KİMİN İÇİN KURTULUŞ?

Trump’ın “Kurtuluş Günü” olarak adlandırdığı bu politika değişikliği, dış ticaretin doğasına ve iktisadi gerçeklere sırt çeviren bir gösteriden ibaret. Tarife oranları “safi aritmetik” gibi gösterilse de, arkasında yatan hesap stratejik önceliklere, diplomatik manevralara ve iç politika mühendisliğine dayanıyor.

Yukarıda çizdiğim grafik, bir istisnalar ve çelişkiler haritası. Bu, bir plan değil; bir karşılıklı güvensizlik döngüsünün hızlandırıcısı.

Trump’ın kameraların karşısında salladığı tarife tabloları kadar teatral, yüzündeki ifade kadar iddialı ve imzası kadar megaloman bu hamle, ticareti bir iş birliği aracı değil, bir savaş cephesi haline getiriyor.

Ve geriye şu soru kalıyor: Kimin için kurtuluş?

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER