© Yeni Arayış

Trump ve Harris: Almanya’nın beklentileri, korkuları

Trump ve Harris: Almanya’nın beklentileri, korkuları

Donald Trump ya da Kamala Harris'in başkanlık seçimlerini kazanmaları durumunda ABD-Almanya ilişkileri farklı şekillerde etkilenebilir. Trump'ın yeniden seçilmesi, ticaret ve savunma alanlarında zorluklar yaratabilecekken, Harris'in başkanlığı, daha işbirlikçi ve sürdürülebilir bir ilişki modeli sunabilir. Her iki senaryo da Almanya'nın dış politika stratejilerini ve küresel konumunu şekillendirecek önemli faktörler arasında yer alıyor. Almanya'da henüz yoğunlaşmasa da ABD seçimlerine yönelik kamuoyu ilgisi giderek artıyor. Medya; söyleşiler ve haberlerle yaklaşan ABD seçimlerini izliyor. Almanlar, Cumhuriyetçilerin adayı eski başkan Donald Trump ile Joe Biden'ın yarıştan çekilmesinin ardından Demokratların başkan adayı olması beklenen Başkan Yardımcısı Kamala Harris arasında ikiye bölünmüş durumda. Genel olarak, merkez sağ ve neofaşistler Trump'ın lehine görünürken, sol cephe Harris'in kazanmasını istiyor. En azından politikacıların verdiği röportajlar ya da yaptıkları açıklamalar böyle bir genelleme yapabilmemize olanak sağlıyor. Bu yazıda, ülkenin ABD seçimlerine yönelik politik tutumu öncesinde, "Trump ya da Harris'in kazanması durumunda Almanya-ABD ilişkileri ya da başka bir deyişle AB-ABD ilişkileri nasıl şekillenebilir" sorusuna Almanya cephesinden yanıt aramak istiyorum. Almanlar, Donald Trump'ın ilk döneminde iki ülke arasında özellikle ticari alanda yaşanan sıkıntıları unutmuş değil. Trump'ın başkanlık döneminde, ABD ile Almanya arasındaki ticaret ilişkileri zaman zaman -yüksek dozda- gerginleşmişti. Hatırlanacağı gibi Trump, "Almanya'nın, diğer Avrupa ülkeleri ile ticaretinde dengesizlikler olduğunu" öne sürmüş, ticaret politikalarına sıkça eleştirilerde bulunmuş ve Almanya'nın yüksek ticaret fazlasını hedef alarak çeşitli ticari tarifeler uygulamıştı. Trump’ın yeniden seçilmesi durumunda iki ülke arasında sıkıntıyı artıracak bu politikalar, kaldığı yerden devam edecektir diye düşünüyorum. Bu kapsamda, ABD'nin Almanya'ya karşı uygulayabileceği ek gümrük tarifeleri, Alman otomotiv ve sanayi sektörlerini olumsuz etkileyebilir. Almanya, ihracata dayalı bir ekonomi olduğu için ABD ile ticari ilişkilerindeki belirsizlikler ekonomik büyüme üzerinde baskı yaratabilir. Almanya'nın ekonomisinin epeyce sarsıntılı bir dönem geçirdiğini de bunun üzerine koyduğumuzda bu durumun, Almanya'da politik istikrarı yaralayabileceği tespitinde bulunulabilir. Her koşulda bu türden bir gelişme, Trump ve Putin yancısı aşırı sağcı Almanya için Alternatif'in (AfD) önünü tamamen açabilir. Bununla birlikte, seçim konuşmalarından ilk dönemine göre daha sert argümanları olan ve ABD dışını daha fazla düşmanlaştırmış bir Trump profili oluştuğu anlaşılıyor. Diğer taraftan Trump başkanlığı döneminde, NATO üyelerinin savunma harcamalarını artırmaları gerektiğini sıkça vurgulamış ve Almanya'nın savunma bütçesinin yeterli olmadığını ileri sürmüştü. Bu eleştiriler, NATO içindeki birlik ve iş birliği açısından bazı sıkıntılar yaşanmasına neden olmuştu. Trump’ın yeniden seçilmesi, Almanya’nın savunma harcamalarını artırması yönündeki baskının devam etmesine neden olabilir. İlk bakışta Trump'ın seçilmesinin Almanya'nın pek hayrına olmayacağı anlaşılıyor. Diğer yandan Kamala Harris'in başkanı olacağı ABD'nin, Almanya ile ilişkilerinin nasıl şekillenebileceğine bir göz atalım. Harris'in başkan olması, ABD ile Almanya arasındaki ticaret ilişkilerinde daha dengeli ve iş birliğine dayalı bir yaklaşımı beraberinde getirebilir. Küresel ticaret sistemine ve çok taraflı anlaşmalara olumlu bakış açısıyla tanınan Harris'in yönetiminde, ABD ve Almanya arasında serbest ticaret anlaşmaları ve ekonomik iş birliği alanında yeni fırsatlar doğabilir. ABD ve Almanya'nın ticaret ve teknoloji alanında daha yakın iş birliği yapması, her iki ülkenin de ekonomik büyümesine katkıda bulunabilir. Harris'in yenilikçi ve yeşil ekonomiyi teşvik eden politikaları, Almanya'nın sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle uyumlu olacaktır muhtemelen. Bununla birlikte Harris, NATO ve diğer uluslararası ittifaklara daha fazla önem veren bir dış politika anlayışına sahip. Bu durumda, Almanya ve diğer NATO üyeleri ile daha güçlü iş birliği ve koordinasyon sağlanabilir. Harris'in savunma harcamaları konusundaki tutumu, Almanya'nın NATO içindeki rolünü güçlendirmesine ve güvenlik iş birliğini artırmasına yardımcı olabilir. Bu kapsamda, Donald Trump ya da Kamala Harris'in başkanlık seçimlerini kazanmaları durumunda ABD-Almanya ilişkileri farklı şekillerde etkilenebilir. Trump'ın yeniden seçilmesi, ticaret ve savunma alanlarında zorluklar yaratabilecekken, Harris'in başkanlığı, daha işbirlikçi ve sürdürülebilir bir ilişki modeli sunabilir. Her iki senaryo da Almanya'nın dış politika stratejilerini ve küresel konumunu şekillendirecek önemli faktörler arasında yer alıyor. Almanya, ABD ile olan ilişkilerini her iki liderin politikalarına uygun olarak yeniden değerlendirmek ve uyarlamak zorunda kalacaktır. Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) üyesi eski Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, bir röportajda, "Harris'in ABD Başkanı olması durumunda Almanya için herhangi bir zorluk çıkacağını öngörüyor musunuz" sorusunu, "Hayır. Joe Biden'ın Avrupa yanlısı duruşunu sürdüreceğine eminim" şeklinde yanıtladı. SİYASİ PARTİLERİN GÖRÜŞLERİ Almanya'da siyasi parti temsilcilerinin ABD'deki başkanlık yarışına ilişkin görüşlerine gelince, giriş paragrafında da belirttiğim gibi genel olarak sağcıların Trump'ı, solcuların ise Harris'i desteklediği anlaşılıyor. Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) üyesi eski Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, bir gazeteye verdiği röportajda, "Harris'in ABD Başkanı olması durumunda Almanya için herhangi bir zorluk çıkacağını öngörüyor musunuz" sorusunu, "Hayır. Joe Biden'ın Avrupa yanlısı duruşunu sürdüreceğine eminim" şeklinde yanıtladı. Gabriel, "Donald Trump'ın başkanlık seçimini kazanması durumunda, Alman-Amerikan dostluğu bozulur mu? Bu konuda endişeli misiniz" sorusuna ise "Donald Trump'ın özelliklerinden biri de göreceli öngörülemezliğidir. En büyük endişem, Donald Trump'ın ilk başkanlığından farklı olarak bugün Avrupa'nın bir siyasi merkezinin olmayışı" yanıtını verdi. SPD'li Başbakan Olaf Scholz da Gabriel'in, Trump ve Harris konusundaki görüşlerine katılıyor. Scholz, bir programda yaptığı açıklamada, "Harris'in seçimi kazanmasını çok yakın görüyorum. Harris, yetkin ve deneyimli bir siyasetçi " demişti. Trump, birçok Avrupalı tarafından "sürekli şiddet çığlıkları atan bir nefret havarisi" olarak algılanıyor. Bu algının daha çok sol seçmende güçlü bir şekilde yerleşmiş olduğu görülüyor. Sol, Trump'ın başkanlığının Almanya'yı siyasi, ekonomik ve güvenlik açısından zorlayacağına inanıyor ki bunda pek haksız da sayılmazlar. Örneğin, siyasi uzmanlar, "Trump ile birlikte ABD'nin desteğini kaybetmiş bir AB'nin, Ukrayna'yı savaşta daha ne kadar finanse edebileceği" konusundaki endişelerini sık sık dile getiriyorlar. Ana muhalefet partisi Hristiyan Birlik (CDU) üyesi eski Sağlık Bakanı Jens Spahn, Trump konusunda sosyal demokratlar gibi düşünmüyor. Spahn, bir gazeteye yaptığı açıklamada, "Scholz'un Trump ile konuşabilmesi, güvenliğimiz açısından Almanya'nın çıkarınadır. Trump ile her zaman ortak bir zemin aramak gerekiyor" dedi. Spahn açıklamasının devamında Trump'a övgüler yağdırdı. Spahn, Trump'ın, Rusya-Ukrayna ve Çin'e ilişkin dış politika öngörülerinin tamamının doğru çıktığını savundu. CDU'nun lideri Friedreich Merz de Deutschlandfunk'a yaptığı açıklamada, "Trump'ın kendisine güvenen bir başkan adayı olduğunu" söyledi. Görünen o ki Alman muhafazakârlar da Trump için yanıp tutuşuyor. Aşırı sağcılar, Trump için neredeyse Almanya içinde kampanya yapacaklar. Milletvekilleri Rusya ve Çin'den rüşvet almakla, yine milletvekilleri ve danışmanları bu iki ülkeye casuslukla suçlanan AfD içinde bazıları "Trump'ın idolleri" olduğunu söyleyecek kadar ileri gidebiliyor.

AŞIRI SAĞCILARIN İKONU DONALD TRUMP

Alman aşırı sağcılara gelince... Onlar özellikle çok heyecanlı. Aşırı sağcılar, Trump için neredeyse Almanya içinde kampanya yapacaklar. Milletvekilleri Rusya ve Çin'den rüşvet almakla, yine milletvekilleri ve danışmanları bu iki ülkeye casuslukla suçlanan AfD içinde bazıları "Trump'ın idolleri" olduğunu söyleyecek kadar ileri gidebiliyor örneğin. Alman aşırı sağcılar, ülke için kötü olan ne varsa, ülkeye düşman kim varsa bir dakika bile tereddüt etmeden onun yanında hizalanıyorlar. Neofaşistler, ülkenin bir "yok oluşa" sürüklenmesini ve bu yoldan iktidarı ele geçirmeyi arzuladıkları için Almanya'nın başına gelen her kötü olay için karnaval düzenliyorlar adeta. Bu doğrultuda, neofaşistlerin duygu dünyalarında Trump'ı tanrılaştırdıkları anlaşılıyor. İş öyle noktalara geldi ki, danışmanının Çin'e bilgi sattığı ortaya çıkan bir başka AfD'li milletvekili, Trump'tan bahsettiği bir konuşmasında heyecana kapılarak, "Ben Donald Trump'ım" diyebiliyor. Kesin olan şu ki Trump, dünyanın her yerindeki faşistlerin, "kan, barut, ateş, ırkçılık ve katliam" özlemlerinin ete kemiğe bürünmüş hali. Sonuç olarak, ABD'deki başkanlık seçimleri Almanya'nın dış politikası ve uluslararası ilişkileri üzerinde önemli etkiler yaratacaktır. Donald Trump'ın yeniden seçilmesi, ticaret ve savunma alanlarında bazı zorluklar getirirken, Kamala Harris'in başkanlığı daha işbirlikçi ve sürdürülebilir bir ilişki modeli ortaya çıkarabilir. Yukarıda yazdıklarımızdan hareketle Trump'ın ikinci dönemi, Almanya ve ABD arasındaki ticari gerginlikleri ve NATO içindeki gerilimleri artırma potansiyeline sahip. Asıl önemli olan nokta şu bana göre, özellikle aşırı sağcı hareketlerin Trump'a olan desteği, Almanya'da siyasi kutuplaşmayı daha da derinleştirebilir. Diğer yandan, Harris'in başkanlığı, küresel ticaret ve çevresel sürdürülebilirlik konularında olumlu gelişmeler sağlayabilir. Harris'in NATO ve uluslararası ittifakları önceleyen politikaları, Almanya'nın güvenlik ve savunma stratejileri açısından daha uyumlu bir işbirliği ortamı oluşturulmasına katkı sunabilir. Ezcümle, Almanya'nın her iki senaryoya da hazırlıklı olması ve ABD ile ilişkilerini, yeni başkanın politikalarına göre şekillendirmesi gerekecek. Almanya'nın, Trump'ın kazanması durumunda bir süredir ihmâl ettiği AB liderliği meselesine daha ciddi bir şekilde zaman ayırması gerekebilir. Zira, Trump gibi dengesiz bir politikacının saltanatına AB'nin bir siyasi merkezi olmadan yakalanmasının ağır sonuçları olabilir. Bu öngörülebilir sorunların üstesinden gelmek tabii ki politikacıların işi. O nedenle özellikle iktidar ortakları Yeşiller ve SPD'nin AP seçimlerinde yaşadıkları başarısızlığın koyu tortusunu üzerlerinden atıp bu meseleye yoğunlaşmaları gerekiyor. Son aylarda anketlerde eriyen neofaşist AfD'nin de yeniden tırmanışa geçtiği bir dönemden bahsediyoruz. Almanya'ya ve Avrupa'ya doğru bir cisim yaklaşıyor yani.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER