Tırmanan faşizmin kitle psikolojisi üzerine notlar
SİYASETTırmanan faşizmin kitle psikolojisi üzerine notlar
FAŞİZMİN TOPLUM SAĞLIĞINA ETKİLERİ
Faulkner faşizmi yalnızca toplumsal bir hastalık ya da siyasi bir tehdit değil, aynı zamanda psikolojik bir rahatsızlık olarak tanımlıyor. Tam da bu noktada sol cenahın psikanalizi küçümseme geleneğini eleştiren Faulkner, ‘Troçki ve Bolşeviklerin psikanalizi benimserken, Stalinistlerin kaba davranışçılık lehine psikanalisti aforoz etmelerinin, Nazilerin Sigmund Freud’un kitaplarını yakmasının tesadüfi olmadığını söyleyerek bu alanın doldurulmasının önemine dikkat çekiyor. Çalışmasını genel okura otoriter sağa, polis devletine ve tırmanan faşizme karşı mücadeleye bir şekilde omuz veren ilerici aktivistler için kaleme aldığını söyleyen Faulkner, toplumsallıktan kopuş, yabancılaşma, aşırı narsisistik bireycilik salgınının patlak vermesini faşizm ile ilişkilendiriyor. Bu yapının yaşadığımız döneme özgü narsisistik-otoriter bir kişilik türünün ortaya çıkmasına sebep olduğunu belirtiyor. Fransız Marksist filozof, yazar ve sinemacı Guy Debord’u referans veren Faulkner, mevcut halimizin Amerikalı sosyolog Erving Goffman’ın Günlük Yaşamda Belleğin Sunumu adlı kült kitabında çizdiği çerçeveden çok daha karmaşık bir yapıya büründüğünü belirtiyor. Debord’un Gösteri Toplumu’nda ortaya koyduğu tanımları, Yabancılaşma, Gösteri ve Devrim adlı çalışmasında sosyal medyayı da gösteri tanımına dahil ederek bir adım ileriye götüren Faulkner’ın söyledikleri önemli. Şehirlerde meydanlar boşken tepkilerini hastag’lerle verenler, gündemde öne çıkan her konu hakkında iki çift laf ederek görünür olmaya çabalayanlar, çok duyarlı, çok demokrat, çok bilgili görünmeyi arzulayanlar sosyal medya hesaplarını her saat, her on dakikada bir, her boş anda kontrol ederek dijital bir distopyanın içinde saplanıyorlar.SOSYAL MEDYADA ŞEKİLLENEN GÖSTERİ TOPLUMU
Faulkner’a göre sosyal medyada her şey gösteriye dönüşebilir. Tıklama hızı ile sonsuz çeşitlilikte verinin oluşabildiği, bu verilerin saniyeler içinde milyarlarca insan tarafından dünyanın dört bir yanından görülebildiği sosyal medya düzlemini Roma İmparatorluğu’nda yönetici sınıfın halkı yatıştırmak için kullandığı ‘ekmek ve sirk siyaseti’ne benzetiyor. Bu ilginç ancak çok yerinde bir benzetme. Günümüzde sürekli büyüyen, anında erişilebilen, şahsi yollarla seçilen, hiç çaba gerektirmeyen elektronik eğlence yelpazesinde narsisistik teşhirler hızla artıyor. Popüler bir şeyleri ıskalama korkusuyla yaşayanların sürekli telefonlarını kontrol ederek yorum ve paylaşımlar yapmasıyla ıvır zıvırdan oluşmuş sanal hayatların maddi olmayan dünyasında aslında hiçbir şeyin yapılmadığı, hiçbir pratik eylemin gerçekleştirilmediğini ve bu durumun kişiyi tamamen yutan bir yabancılaşma dünyasına ittiğini söylüyor. Şehirlerde meydanlar boşken tepkilerini hastag’lerle verenler, gündemde öne çıkan her konu hakkında iki çift laf ederek görünür olmaya çabalayanlar, çok duyarlı, çok demokrat, çok bilgili görünmeyi arzulayanlar sosyal medya hesaplarını her saat, her on dakikada bir, her boş anda kontrol ederek dijital bir distopyanın içinde saplanıyorlar. Çok aşikardır ki benliğin buradaki teşhiri Erving Goffman’ın Günlük Yaşamda Belleğin Sunumu’nda ortaya koyduğundan daha farklı. Birinde kişinin gerçek yaşamda gözlemleyebildiğimiz farklı rol kimliklerinden bahsederken, diğerinde gerçek yaşamda gözlenemeyen ve dahası aslında var olmayan kendine bile yabancılaşmış bir insandan söz ediyoruz. Burası önemli zira Faulkner’a göre modern faşizm tam da bu dijital distopyanın psişik yatağında büyüyor. Bu noktada sol cenahın boş bıraktığı psikanalitik alana dönme bireyde oluşan yabancılaşmanın karşısında bir mücadele alanı açılması bakımından anlamlı görünüyor. İşte bu zor dönemeçteki sapaklardan biri sanata, daha da sınırlandıracak olursak tiyatro yazınına açılıyor. Shakespeare’in Hamlet veya Macbeth’ini okumak ya da seyretmek çözülemeyecek kadar derin bir ahlaki çatışmanın yıkıma sürüklediği insanları yakından tanımak anlamına gelir.SANATA GERİ DÖNÜŞ
Gerek Marx, gerekse Freud eserlerinde sık sık Shakespeare’den söz ederler. Bunda şaşılacak bir şey yok zira Shakespeare tiyatrosu gücünü toplumsal ve bireysel çelişkiden alır. Shakespeare’in Hamlet veya Macbeth’ini okumak ya da seyretmek çözülemeyecek kadar derin bir ahlaki çatışmanın yıkıma sürüklediği insanları yakından tanımak anlamına gelir. Örneğin Hamlet sürekli tereddüt edip melankolik şüphe ile intikam duygusu arasına sıkışmıştır. Hırsına yenik düşerek seri cinayetler işleyen Macbeth’in ruh sağlığı giderek bozulur. Suçluluk duygusunun doğurduğu hayaletlerle boğuşur. Kendini hala kudretli bir kral sanan Lear zamana teslim olup onu terk eden muhakeme gücü olmayınca korunmasız bir çocuk gibi ortada kala kalır. Amerikalı tarihçi James C. Davis, İnsanın Hikayesi adlı kitabında dünya tarihini bir dakika olarak düşündüğümüzde insanlık tarihinin bunun son iki saniyesi olduğunu söyler. Haklı. Zaman geçer ama insanın özü aynı kalır. Yazıyı bu özü en iyi saklayan satırların sahibi Shakespeare’in yaşadığı dönemin politik atmosferinden yoğun olarak esinlendiği Fırtına oyunundan bir alıntıyla bitirelim. Milyarlarca tıklamanın hızla akıp gittiği şu kısacık anda popüler olan her şeye arkamızı dönüp Prospero’nun sözlerinde buluşalım: “Kimin işini yapacağı, kiminkini yapmayacağı, kimi terfi ettireceği, kimin dizginini kısacağı konusunda ustalaşınca, adamlarını yeniden yarattı, değiştirdi, ya da onlara yeniden biçim verdi. Böylelikle hem dairelerin hem memurların anahtarını alınca eline, ülkedeki her insanın yüreğini, kendi hoşlandığı müziğe göre ayarladı. Öyle ki, artık benim görkemli gövdeme dolanıp onu gizleyen ve benim can suyumu emen bir sarmaşık olmuştu.” Faşizm hep var vardı ancak insan kendine bu denli yabancılaşmamıştı. Dilerim bizi saran bu faşist irrasyonalizm dalgasından korunmanın yolunu en azından bireysel bazda bulabiliriz. İşimiz çok zor.İlginizi Çekebilir