© Yeni Arayış

Tiran’da Nevruz: Bektaşiliğin Kalbinden Barışa Uzanan Yol

Bektaşîlik, mistik geleneğin modern dünyayla kurduğu bu yeni ilişki sayesinde sadece bir inanç sistemi değil; aynı zamanda bir barış projesi, bir sevgi dili, bir insanlık vizyonu olarak da yeniden tanımlanıyor.

Çünkü Bektaşilik, bir mekâna ya da zamana sığmaz. O, yolcunun yüreğinde yürür; bazen bir nefeste, bazen bir dua niyetinde yeniden can bulur.

Balkanlar, tarih boyunca dinlerin, kültürlerin ve halkların birbirine karıştığı eşsiz bir coğrafya olmuştur. Bu topraklar üzerinde filizlenen manevî akımlardan biri olan Bektaşilik, asırlardır barışın, sevginin ve kardeşliğin sembolü olarak varlığını sürdürmektedir. Bugün ise Arnavutluk’un başkenti Tiran, sadece bir şehir değil, aynı zamanda Bektaşi dünyasının ruhani kalbi olarak yeniden şekillenmektedir.

1925 yılında Türkiye’de Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasıyla Hacı Bektaş Veli Dergâhı resmen işlevsiz hale gelince, Bektaşiliğin kurumsal merkezi rotasını Tiran’a çevirdi. O günden bu yana Balkanlar, Anadolu’yu da içine alan geniş bir inanç coğrafyasının sesi olmaya devam ediyor. Alevilik ve Bektaşilik denince akıllara çoğunlukla Anadolu gelse de, bu yolun Balkanlar’daki kökleri de bir o kadar derin ve kadimdir.

Horasan’dan Balkanlar’a: Bektaşiliğin Sessiz Yolculuğu

Bektaşilik, bir inanç sistemi olmanın ötesinde, insanın kendi özüne yaptığı derin bir yolculuktur. Bu yolda ilerlemek, doğuştan gelen bir miras değil; “nasip” adı verilen bilinçli ve gönüllü bir teslimiyetle mümkündür. Her yolcu, içten gelen bir çağrıyla bu menzile yönelir; kalbinin sesiyle, aklın rehberliğinde ilk adımı atar.

Yüzyıllardır Trakya’dan Kosova’ya, Makedonya’dan Arnavutluk’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada bu yol yaşatılmaktadır. Her bölge, bu geleneğe kendi rengini katmış, ama özde aynı hakikat korunmuştur.

Balkanlar’da yaşayan birçok Bektaşi, kökenleri sorulduğunda “Biz Horasan erenlerindeniz,” der. Ardından bir durak, bir sessizlik… Ve sonra eklerler: “Karaman’dan göç etmişiz.” Bu söz, yalnızca nesilden nesile aktarılan bir anlatı değil, aynı zamanda tarihsel bir hafızanın, kolektif bir bilinçaltının izidir.

1466 yılında Karamanoğlu Beyliği’nin yıkılmasıyla birlikte Anadolu’nun göçebe Türkmen toplulukları, Osmanlı idaresinin yönlendirmesiyle Balkanlar’a taşındı. Ancak bu göç, yalnızca coğrafi bir yer değişimi değil; kültürel, inançsal ve kimliksel bir dönüşümün de kapısını araladı. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) ve 1924 Nüfus Mübadelesi ile bu büyük hareket daha da derinleşti. Her yolculukta biraz daha uzaklaştı Horasan’ın manevi rüzgârı; ama bir kıvılcım hep taşındı yüreklerde.

Ne var ki bu dönüşüm sancısız olmadı. Bektaşi dergâhları zamanla birer birer kapandı. İnanç sahipleri, baskılarla Sünnileşme sürecine itilerek geleneksel yapılarından uzaklaştırıldılar. Fakat yine de, taş duvarlar yıkılsa da, yolun özü bazı gönüllerde yaşamaya devam etti.

Çünkü Bektaşilik, bir mekâna ya da zamana sığmaz. O, yolcunun yüreğinde yürür; bazen bir nefeste, bazen bir dua niyetinde yeniden can bulur.

Bir Yolun Yeniden İnşası: Tiran’daki Bektaşi Merkezi

Geçmişin sessizliğini geleceğin sesiyle buluşturan isimlerden biri bugün Baba Mondi’dir. Reşat Barli Baba’nın hakka yürümesinin ardından Bektaşi dünyasının ruhani liderliğini devralan Baba Mondi, yalnızca bir mürşid değil, aynı zamanda bir stratejisttir. Tiran’da faaliyet gösteren Dünya Bektaşiler Merkezi, son yıllarda Balkanlarda bir dirilişin kapılarını aralamaktadır. Kapanan dergâhlar yeniden açılıyor, genç kuşaklara Bektaşilik anlatılıyor, farklı inanç gruplarıyla diyaloğun yolları aranıyor.

Bu merkezde her hafta farklı ülkelerden büyükelçiler ağırlanmakta, hukukçular yeni bir statü için çalışmalar yürütmekte, inançlar arası dostluk köprüleri kurulmaktadır. Hatta Vatikan’la kurulan ilişkiler neticesinde Papa Franciscus’un bile Bektaşiliğe ilgi duyduğu söylenmektedir. Bu temaslar, mistik bir inanç yolunun diplomatik bir aktör hâline gelişine dair dikkate değer gelişmelerdir.

“Bizim Şiarımız Sevgidir”

Nevruz öncesi Baba Mondi ile gerçekleştirdiğimiz görüşmede, gelecek vizyonunu şu sözlerle özetledi:
“En kısa zamanda Bektaşi Devleti kurulacak. Ne Türkiye’de ne İran’da Bektaşiler rahat. Bizim silahımız olmayacak. Şiarımız sevgidir. Ortadoğu’da silahlar konuşurken biz aşkı haykıracağız. Allah hiçbir şeyi zorla emretmez. Aklımızla doğruyu arayıp, sevgiyle yürüyeceğiz. Sevgiye aşkla bağlıyız.”

Bu sözler, yalnızca bir liderin beyanı değil; aynı zamanda yüzyıllar boyu suskun bırakılmış bir inancın yankısıdır. Baba Mondi’nin işaret ettiği “Bektaşi Devleti”, savaşla değil sevgiyle inşa edilecek bir fikir cumhuriyetidir. Arnavutluk Başbakanı Edi Rama’nın desteğiyle kurulması planlanan bu yapı, Tiran’ın doğusunda, yoksul bir yerleşim bölgesinde sembolik olarak şekillenecek. Bu devlet, yüzölçümü bakımından Vatikan’ın dörtte biri kadar küçük olsa da taşıdığı anlam ve manevî derinlik ile dünyanın dikkatini çekmeye aday.

Baba Mondi’ye bu yeni yapının oldukça küçük olacağını hatırlattığımda yüzünde bir tebessüm belirdi ve şöyle dedi:
“Evet, küçük olacak. Ama bizim yüreğimiz ve felsefemiz çok büyük. En büyük zenginliğimiz sevgidir.”

Nevruz: Dirilişin ve Barışın Bayramı

Tiran’da yaşananlar, yalnızca bir inancın değil, aynı zamanda bir medeniyet tahayyülünün yeniden inşasına dair güçlü sinyaller vermektedir. Bektaşîlik, mistik geleneğin modern dünyayla kurduğu bu yeni ilişki sayesinde sadece bir inanç sistemi değil; aynı zamanda bir barış projesi, bir sevgi dili, bir insanlık vizyonu olarak da yeniden tanımlanıyor.

Nevruz’un Balkanlar’da artık yeni bir anlamı var:
Sevgiyle doğmak, barışla büyümek, aşkla yaşamak.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER