© Yeni Arayış

Tarikatlar muhafazakâr dönüşümün neresinde?

Tarikatlar muhafazakâr dönüşümün neresinde?

Haksızlık ve hukuksuzluklara karşı kimse tarikat şeyhlerinden Simav kadısı Şeyh Bedrettin veya Şeyh Şamil olmasını istemiyor. Ancak sultanları ikaz eden İmamı Rabbani veya Emir Sultan gibi olmalarını talep etmek sanırım hepimizin vicdani hakkımız… Geçenlerde Gelecek partisi lideri Muhafazakâr akademisyen-siyasetçi Ahmet Davutoğlu kendi hedef kitlesi olan mahalleye karşı grup konuşmasında “Kızıl Goncalar” dizisi üzerinden popülist siyasi diyalektiğe aykırı şekilde Tarikat ve Cemaatler üzerine net bir kritik yaptı. Eleştiri tarikatların var olması veya ontolojik özüne yönelik değildi. Eleştiri tarikatın insan ilişkisinin doğasından uzaklaştırılıp siyaset-güç ve ekonomik çıkar ilişkilerine dönüştürülerek bugünkü sosyal çürümenin bir parçası olmasına yönelikti. Kemalist devrimlerin sürekliliğine inanan belirli bir kesim ise tarikat ve cemaatlerin idealde tamamen kapatılması veya minime edilerek sınırlandırılmasından yanalar. Tarikat ve cemaat mensupları ise bu durumu sadece bugünlere ait olmayan Cumhuriyet döneminde de kurtulamadıkları tarihsel bir kendilerine karşı beka tehditti olarak algılamaktalar. Bir muhafazakâr siyasetçi olarak Davutoğlu’nun kritiğini ise muhaliflerinin mahalleliye karşı size bir beka tehdidini savuruyor diye pazarlamaları da yüksek ihtimal. Ama Davutoğlu çizgisi akademik ve siyasi anlamda ülke selameti için tek çıkışın “Muhafazakâr dönüşüm” olduğuna inanmakta. Bu nedenle artık bu taşın altından elini hangi tür risk olursa olsun çekmemek durumunda. Francis Bacon, insan tanrı tarafından cennetten kovulunca dünyada cennetteki iki özelliğinin özlemi ve arayışındaydı hep der. Birisi “iman” diğeri de Tanrı’nın ruhundan verdiği “yaratıcılık” özelliği. İnsan dünyada yitirdiği imanın peşinde hep anlam arayışı ile peşinden koştu. Yaratıcılık niteliğinin özlemini ise kültür ve sanatla hep kapatmaya çalıştı diyor. İşte batı ezoterizmi veya batıniliğinde nasıl bazı dini veya din dışı topluluklar bu anlam arayışının bir parçası ise tartıştığımız Sünni İslam dünyasında da kendine özgü şartlarda tarikatlar da bu anlam arayışının bir parçası. Bir bakıma bu yolculuk Adem’e Allah tarafından öğretilen Esmalardan, İdris-Hermes’den, Musa’nın Kabalasından, Hızır’dan, Üveysi Karani’den ve Hz. Peygamber’e kadar süren bir inisiyatik Ruh olgunlaşma ve özel bilgi yolculuğudur. Sorun da bireysel ve toplumsal bazda ülkemizdeki tarikatların bu çizginin ne kadar içinde olabildiği sorunudur. Bu çizginin içinde olabilmek için gelenek ve şeyhlik makamı önem arz ediyor. Bunu pratikte müritlerin ahlakı ve hal ehli olmalarından da test edebilirsiniz. Ancak pratikte önceki ilgili yazılarımda da sıkça bahsettiğim gibi çoğu kitlesel tarikatlarda şeyhlik makamı Şia’nın masum imam konseptiyle karıştırılmış durumda. Bu durumun sonuçlarından biri de popülist siyasetin işinin kolaylaşması. Tarikatların tarihsel ve toplumsal tabanını merak bile etmeden kapatılmasını talep etmek ancak görgü devrimini bilgi devrimi zannedenlerin işi olabilir. Tarikatların gerçek amaçlarında yol alabilmesini ve sınırlarını idrak edebilmeleri gerekiyor. Üstte belirttiğimiz Adem’den Rönesans dahil hermetik geleneği kodifiye edebilmeleri, kadim felsefeden nasiplenebilmeleri ve kentli olabilmeyi idrak edebilmeleri ayrı yazıların konusu. Tarikatlardaki nepotizm veya feodal bağlardan sıyrılamamak bunun seyitlik ve Mehdiyet ile senteze girmesi de ayrı bir mesele. Bu durum Şeyh yetişmesini zorlaştırmakta, aileyi öne çıkarmakta ticaret ve siyaset ile iç içe olmasını kaçınılmaz kırmakta. Burada kamuoyu ve pozitivistlerin gözünden kaçan önemli ayrıntı var. İslam dünyası dahil dünyadaki tüm inisiyatik topluluklarda metafizik haller görülebilir. Zira bu toplulukların metodolojisi zaten metafizik yöntemleri içermekte. Ancak sorun dini veya ilke alt yapısı zayıf olan kitlelerin bu halleri tamamen hakikatin kendisi zannedebilmeleri ve her türlü kitle manipülasyonuna açık olabilmeleri. Tarikatlarımızdaki bir başka yapısal sorun İslam dünyasının şu an içinde bulunduğu medeniyet krizine ilişkindir. Tarikatlar alt yapılarını belirli kısımlarına saygı duymakla beraber zamanın durduğu varsayımıyla konumlanmış medrese geleneğine dayamışlardır. Ara parantez olarak bugünkü seküler kesimin hafızasına yerleşmiş “Ticani tarikatı” ve medrese talebeleri “softalar”tabirlerinin bu terminolojiye yerleşmişliğini de hatırlatalım. Tarihe baktığımızda medrese literatüründe sert bir selefi geleneğin ve apokaliptik-batıni etkisinde olan tarikatlarda ironik bir Ortadoğu koşulları varsayımıyla bir İşid veya Ezidilik çıkarma potansiyelini de taşıması söz konusu. Ayrıca Kürt feodal geleneği tarikatları ve devlet ilişkisine bakıldığında bu tarikatların devletten çekinmeleri ve merkezle iyi geçinmeye çalışmaları anlaşılan bir durumdur. Tarikatların tarihsel ve toplumsal tabanını merak bile etmeden kapatılmasını talep etmek ancak görgü devrimini bilgi devrimi zannedenlerin işi olabilir. Tarikatların gerçek amaçlarında yol alabilmesini ve sınırlarını idrak edebilmeleri gerekiyor. Üstte belirttiğimiz Adem’den Rönesans dahil hermetik geleneği kodifiye edebilmeleri, kadim felsefeden nasiplenebilmeleri ve kentli olabilmeyi idrak edebilmeleri ayrı yazıların konusu. Haksız ve hukuksuzluklara karşı kimse tarikat şeyhlerinden Simav kadısı Şeyh Bedrettin veya Şeyh Şamil olmasını istemiyor. Ancak sultanları ikaz eden İmamı Rabbani veya Emir Sultan gibi olmalarını talep etmek sanırım hepimizin vicdani hakkımız…

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER