© Yeni Arayış

Tanpınar’a Huzur yok 7. Bölüm: Sınırları zorla ve en verimli dengeyi bul

İşte, Gümüşay Apartmanı’ndaki daire kapısının önünde dikilen adam, Ahmet Hamdi Bey’in zihninde zamanı yırtan bir şimşek çaktırmış ve onu mazi denizine daldırıp çıkarmıştı. Kırmızı şeritlerle bezeli parlak yeşil üniformasının içinde, bağımsızlığına yeni kavuşmuş bir ada devletinin lideri gibi görünüyor.  

"Hiç kendini denemeyecek misin? Ne olduğunu, kim olduğunu öğrenmeden mi öleceksin?"

SAHNENİN DIŞINDAKİLER

Elinde bir zarfla eşikte duran adam, Süleyman Fikri -Erten- Efendi’ye [1876-1962] benziyordu. Tanpınar 1 saniyede, 40 küsur yıl öncesine gitti geldi. Ah, Süleyman Fikri Efendi…

1918 senesi, Antalya Sultanisi’nde [Lise] Farsça ve Türkçe dersleri veren Boşnak muallim [öğretmen]. İri, baygın gözlerinde, tarifi müşkül jerfalar [derinlik]. Hamûl [dayanıklı, tahammüllü] bir zattı. Nevi şahsına münhasır, esrarengiz bir asaleti vardı… Onun nezdinde en kıymetli şey kitap; en mühim ve zevkli iş ise okumaktı. Azim, gayret, mücadele; ilim ve sanatla taçlanacak; hayatın sırrı buydu işte. Hamalın küfesinde, çobanın bohçasında, neferin çantasında kitap hazır bulunacak… İman – itikat sahibiydi. Mamafih [bununla birlikte] değer üretmeyi, yani modernleşmeyi gözetiyordu. Dünyayı ıskalayan, cennete varamaz; müspet ilimlerden ve çağın şuurundan uzak düşmüş bir fert, şahsiyet kazanamazdı…

“Ahmet Hamdi” derdi “sınırları zorla ve en verimli dengeyi bul.”

Tanpınar 1919’da yüksek tahsil için İstanbul’a gelince hocasıyla irtibatı kesilmişti. Fakat onun Antalya’da başardığı işlerin haberleri, İstanbul’a ulaşıyordu. Antalya Müzesi’ni kurmuştu. Atatürk’e Aspendos’u gezdirmiş; Antik Tiyatro’nun restore edilmesine önayak olmuştu. Ve birçok kitaplar yazmıştı. Yaşıyorsa, Allah selamet versin; vefat ettiyse, mekanı cennet olsun…

Ahmet Hamdi Tanpınar, 1916-1918 yılları arasında Antalya Lisesi'nde öğrenim gördü [en solda].
Süleyman Fikri Efendi [ortada, daire içinde], Tanpınar'ın öğretmenlerindendi.

İşte, Gümüşay Apartmanı’ndaki daire kapısının önünde dikilen adam, Ahmet Hamdi Bey’in zihninde zamanı yırtan bir şimşek çaktırmış ve onu mazi denizine daldırıp çıkarmıştı. Kırmızı şeritlerle bezeli parlak yeşil üniformasının içinde, bağımsızlığına yeni kavuşmuş bir ada devletinin lideri gibi görünüyor.

“Efendim, bendeniz Sümer Sürer. Bahtiyar Kont Hazretlerinin hususi şoförüyüm. Siz, Romancı-Şair Ahmet Hamdi Tanpınar Bey misiniz?” Kibarlığın anavatanından gelmiş sanki. Sesine, çehresine, edasına ince ayar yapılmış sıska bir sefir.

Tanpınar, hanesine bir yabancının gelivermesinden biraz hoşnutsuzluk duymuştu:“Evet, buyurunuz?”

“Sizi evinize gelmek suretiyle rahatsız ettim; affınıza sığınıyorum. Bahtiyar Kont Hazretleri bu mektubu size gönderdi” diyerek elindeki zarfı uzattı.

“Teşekkür ediyorum” diyerek metazori gülümsedi. Ne deseydi, “Şu günlerde herkes bana Bahtiyar Kont’tan bahsediyor. Tanımadığım bu muhteremi unutmama mahal vermiyorlar. Dahası, Atatürk, Bahtiyar Bey’e selam söyledi” mi deseydi?

Süleyman Fikri Efendi’ye benzeyen Şoför Sümer Bey’in ardından kapıyı kapatıp salona geçti. Haydut, balkon kapısının berisindeki minderde uyukluyordu. İstifini bozmamış; kim geldi, ne getirdi, zerrece meraklanmamıştı. Üstat simli zarfı açarken, kedi esnedi.  

Süleyman Fikri Erten

"İnsanı insan yapan değerler cetveline kadar giden bu iflas kadar ağır, ümitsiz olamazdı. Onu yeniden kurmak için çok başka yollara gitmek, çok derinden değişmek, her şeyi olduğu gibi bırakıp yeniden işe başlamak lazımdı."

Ünlü romancı, bir sigara yaktı, üçlü koltuğa oturdu ve mektubu okumaya koyuldu:

Saygıdeğer Efendim, Biricik Ahmet Hamdi Bey,

İsmim, Bahtiyar Kont. 1925’te, İstanbul’da doğdum.

Cambridge Üniversitesi’nde felsefe tahsili gördüm. Arnavutköy’de, atadan kalma bir yalıda mukimim.

Edebiyat, filozofi ve resimle alakadarım.

Zât-ı âlînizin eserlerini Ülkü mecmuasındaki [dergi] Mahur Beste tefrikasından beri takip ediyorum. Serinkanlı bir muharrirsiniz. Konuşulması zor mevzuları yazıyorsunuz. Dile hakimiyetiniz, orijinal üslubunuz ve anlatımınızdaki estetik sayesinde, eserlerinizde konu ettiğiniz cehalet, vurdumduymazlık, sefalet, utanç, yalnızlık, ıstırap, bedbinlik, tahavvuf [korku, yılgı] naçarlık [çaresizlik]… gibi meseleler; görülebilir, kavranabilir ve halledilebilir hâle geliyor. Dahiyane tarifleriniz ve tasvirleriniz olmasa, birçok insanlık hâllerini keşfedemezdik.

İlk romanınızdaki şu cümleleri ezberimden yazıyorum: Avrupa seyahatinin tesiri vardı. Yabancı memleketlerde geçirdiği yıllar ona içinde yaşadığı ve her parçasına sıkı sıkıya bağlı olduğu âlemin nasıl bir ahenksizliğin kurbanı olduğunu iyice öğretmişti. Hiçbir felaketli hadise, hiçbir mağlubiyet, hiçbir kayıp; yıkılışı bütün cemiyet hayatının üstünden aşıp daha derinlere, asıl insanı insan yapan değerler cetveline kadar giden bu iflas kadar ağır, ümitsiz olamazdı.

Onu yeniden kurmak için çok başka yollara gitmek, çok derinden değişmek, her şeyi olduğu gibi bırakıp yeniden işe başlamak lazımdı.

Heyecanımı mazur görünüz.

Bilseniz, senelerdir sizinle tanışmanın hayaliyle yaşadım.

Bertrand Russell’a sizden defaatle [defalarca] bahsettim. Hayretlere garkoldu. O da Halide Edib Hanımefendi’yle dostluğundan söz açarak beni şaşırttı.

Bendenizi, sadık bir okurunuz addediniz [saymak]. Size hayranlığımın çekirdeği, şükran hissinden müteşekkildir.

Binaenaleyh, yegane endişem, size hürmette kusur etmekten ibarettir. Ahmet Hamdi Bey, kuşkusuz büyük bir yazarsınız. Fikrimce, en büyüğü.

Sizi evimde [yahut tercih ettiğiniz başka bir mekanda] ağırlamaktan şeref duyarım.

Ne zaman tensip buyurursanız…

Derin hürmetlerimle…

Hizmetkarınız, Bahtiyar Kont.

Tefrikanın tüm bölümlerini okumak için yukarıdaki görsele tıkla ☝️

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER