© Yeni Arayış

Tanpınar'a Huzur Yok 59. Bölüm: Gerçekleşen kehanet, patlayan tüfek

Başımıza gelenler, bizimle ilgisiz görünen hadiselerin neticesidir; hayatta, bu irtibatları göremeyiz, romanda görürüz.

Amfiden çıt çıkmıyor. Herkes nefesini tutmuş. Günışığı dahi donmuş adeta; hiç-kimse, hiçbir-şey kımıldamıyor. Saatler, zaman durmuş. Uhrevi bir istop hali.

“Evvela hikayeyi mi düşünmeli, karakteri mi? Bu ikisi birbirinden ayrılmaz. Roman okurken zihnimizde beliren iki soru bizi metne bağlar: 1- Şimdi ne olacak? 2- Karakter şimdi ne yapacak?.. Karakterden başlayalım: 50’li yaşlarda bir akademisyen düşünün. PROFESÖR. Bugün, 1959’da, burada, İstanbul’da yaşıyor. Edebiyat uzmanı olsun mu? Olsun. Meslektaşımız. Onu gerçek hayattan tanımak avantajına sahibiz. Profesör, nevrotik bir adam. Entelektüellerin alametifarikası nedir? Menfi koşullara ve ihtimallere kafa yormak. Adamımız şık ve bunalımlı. Meslek sahibi, hatta tuzu kuru fakat huzursuz. Saygın, lakin ağzının tadı yok. Ne düşünüyor? İmkanların heba edildiğini. Cemiyetin zaman kaybettiğini. Değer üretmede geri kalındığını. Kendisini de tutamaksız, boşlukta, muvaffakiyetsiz buluyor. Emeklerinin, eserinin cazibeden mahrum, tesirsiz kaldığını… Haklı mı? Haklı. Yanılıyor mu? Evet. Neden? Çünkü hayata kendi zaviyesinden ve kendi şartları içinden bakıyor. Kahramanımızın zayıf yönünü saptadık: Endişeleri, ümitlerinden ağır çekiyor.”

Viktor’un gözleri ateş saçıyor.

“Birgün, Profesör bir adamla tanışır. 30’larında, hali vakti yerinde, iyi eğitimli, sanat eserleri biriktiren biri. Ona, KOLEKSİYONER diyelim. Profesör ile Koleksiyoner dost olurlar. Haftada bir buluşurlar. Optimist, güleç, tatlı dilli Koleksiyoner, Profesör’ün vehimlerini giderir.”

Bahtiyar Kont’un yüzünde Mona Lisa tebessümü. Gözlerinde hicran, ağzında sürur.

“Romanımızda aşka ve cinselliğe alan açmamız gerek. Aksi takdirde inandırıcılığın uzağına düşeriz. Profesör’e bir sevgili bulalım. Hımmm… Tamam, Koleksiyoner, Profesör’e ‘Sizinle tanışmak isteyen harikulade bir hanımefendi var’ desin. Gayet makul. Profesör, evvela bu teklifi reddedecektir. Neden? Çünkü hikayenin kuralı budur: Başkarakter maceraya balıklama atlamaz. Muhatap ısrar eder, kahramanımız durup düşünür, bilahare DİLBER’le tanışmaya razı gelir…”

Neşesinin gerisinde acı, iyimserliğinin ardında tedirginlik, ümitvarlığının berisinde pişmanlık saklıydı. 

Nastasya Filippovna, elini alnına götürüyor. Mahcubiyet alameti.

“Macera başlasın artık. Normal dünyada mahzun ve yalnız bir Profesör vardı. Şimdi, onu bir eşiğe çektik. Ne olacak? Adamımız aşka yelken açacak. Peki. Büyük gün gelir. Profesör, Koleksiyoner’in yalısına gider. Dilber’le tanıştırılacağı için heyecanlıdır. Fakat… Bu “fakat” edatı mühim. Romanda neden-sonuç ilişkileri bize kurguyu verir. Bununla birlikte, inandırıcılığın garantisini de aksaklıklar, pürüzler, felaketler sağlar.”

Aliye Berger başını sallayarak sözlerimi onaylıyor.

“Profesör eve girer. Şöminenin üstünde bir tabanca görür. ‘Bu da ne?’ diyerek alır tabancayı. Salona geçer. Bir de bakar ki Koleksiyoner vurulmuş, kanlar içinde yatıyor! Dahası, ortada ne Dilber var ne de bir başkası. Tam o anda evi BAŞMÜFETTİŞ riyasetinde zaptiyeler basar. Müfettiş’in talimatıyla, Profesör gözaltına alınır. Gelgelelim, Müfettiş tahkikat bitene ve vaziyet kesinleşene dek, yani birkaç haftalığına, adamımızı tutuklamayacaktır, çünkü edebiyat-sever zevcesi ona ‘Böyle mühim bir muharriri tevkif edersen bozuşuruz!’ demiştir.”

Fatin Fantom dudak büküyor ve bıyığıyla oynuyor. Yani hem neden bahsettiğimi anlayamıyor hem de sözlerimden huylanıyor.

“Şimdi ne olacak? İşte, dramatik soru soruldu. Ve roman mayalanıyor. Siz de meraklandınız mı? Güzel. Profesör’ün masum olduğunu biz okurlar biliyoruz. Fakat Müfettiş bilmiyor. Nedir bu? Gerilim. Bizim bilmediğimiz, başkarakterin, Polis’in bilmediği husus ne? Koleksiyoner’i kimin öldürdüğü. Bu da bize esrarı [gizem] verir. ‘Neler oluyor?’ sualinin karşılığıdır esrar.”

Talebelerin yarıya yakını bu sözlerimi not alıyorlar.

“Romanı bir derste tafsilatıyla [ayrıntı] anlatmak muhal. Çerçeveyi ve iskeleti kurmaya bakalım… Koleksiyoner, Profesör’e hayran. Profesör’ün yazdıklarına, kitaplarına derin bir ilgi duyuyor. Dilber de öyle. Pek az insanın okuduğu kitapların, ileride, seneler sonra, muazzam bir etki uyandıracağı fikrindeler. Bu bir. İkincisi, Koleksiyoner de Dilber de İngiltere’de okumuşlar. Koleksiyoner homoseksüel. İngiltere’de bir RUS’la aşk yaşamış. Rus, SSCB yurttaşlarının çoğu gibi KGB’ye çalışıyor. Bu arada, Sovyetler Birliği’nde bir atom bombası deneyi için üretilen insan suretindeki mankenlerin, robot yapımında kullanılmasına karar verilmiş. Prototipler gerçek insana o kadar benziyor ki, deneyde patlatmaya kıyamıyorlar. Fakat robot projesi de başarısız olmuş. Böylece, Rusların elinde kanlı canlı insanlara benzeyen birkaç MANKEN kalmış. Hikayeyi izleyebiliyor musunuz? İşler fazla mı karmaşıklaşıyor? Evetse, bu da romanın gereğidir: Başımıza gelenler, bizimle ilgisiz görünen hadiselerin neticesidir; hayatta, bu irtibatları göremeyiz, romanda görürüz.”

Son cümlem Nesterin Dirvana’nın kaşlarını kaldırdı.

“Rus, esasen casus. Şiir miir yazıyor. Mühendis. Gerçekte homoseksüel değil. Koleksiyoner’e gizli bir maksatla yaklaşıyor. Ondan önce, Dilber’le aşk yaşamış. Koleksiyoner’den de Dilber’in anlattıkları sayesinde haberdar olmuş. Kızı hamile bırakıyor ve terkediyor. Dilber de İstanbul’a geliyor ve çocuğunu doğururken ölüyor. Yaaa?.. Allah rahmet eylesin.”

Nastasya’nın dudakları hayretle aralandı. Yani, Nermin Mermi’nin. Üstüme yıkılan cinayetin faili, kalbimi avcuna almış, Rus şarkıcı rolünü iyi oynamış, Fatin Fantom’u ayartarak hapsedilmem için çabalamış, yani hep iyiliğimi istemişti.

“Peki, madem Dilber ölü, Koleksiyoner, Profesör’ü kimle tanıştıracaktı? Kimseyle. Casus Rus, Profesör’ü öldürmek için harekete geçmişti. Koleksiyoner, Profesör hakkında herşeyi sevgilisi Rus’a İngiltere’de anlatmıştı. Bunun müthiş bir hata olduğunu geç anladı. Profesör’ün hayatını kurtarmak için bir çare düşündü…”

Bahtiyar Kont’un hayaleti silikleşip belirginleşirken alnını kırıştırıyor.

“Ondan önce, şu Manken meselesini izah edelim: Son derece güzel bir kadın görünümündeki, sanatsal değer taşıyan mankenlerden birini, Rus’un tavassutuyla [aracılık] satın-almıştı Koleksiyoner. Sonra manyakça bir fikir geldi aklına. Ruslar, mankenleri robota çevirememişti. Fakat bizim Koleksiyoner, psişik mevzularda uzman bir bilim-adamına müracaat etti. Ona da RUHÇU diyelim mi? Ruhçu’nun teorisine göre, insan ruhu ‘tabula rasa’ [boş tablo] değil; hepimiz, şahsiyetimize temel teşkil eden manevi niteliklerle geliyoruz dünyaya. Dolayısıyla, bir ruh bedenden ayrıldı mı, bir başka bedene giremez. Gelgelelim, Koleksiyoner’in elinde, ruhu olmayan bir beden vardı. Yani, insan eliyle yapılmış manken. Böylece, bir ruh celsesi düzenleyerek, Dilber’in ruhunu, Manken’in bedenine koydular.”

Bedri Ruhselman sessizce öksürürken yumruğunu ağzına götürüyor. Takdir dolu bir şetaretle [şenlik] “Bence harika bir fikir!” diyorum, dostumu ayıplamadığımı izhar ve onun kaygılarını teskin için.

“Manken canlanmıştı. Bu dünyalar güzeli genç kadın, Beyoğlu’nda bir meyhanede sahneye çıkıyor, şarkılar söylüyor. Kendine de görünümüyle uyumlu bir Rus ismi bulmuş. Bu adın hikayesini atlıyorum. Profesör, meyhanedeki Manken’den etkileniyor. Manken’e meftun biri daha var: Müfettiş. Öte yandan, Profesör’ün dikkatini çeken husus şu: Manken İngilizce, Türkçe, Fransızca şarkılar söylüyor. Fakat Rusça şarkı söylemiyor. Dikkat ederseniz, Profesör yavaş yavaş bir dedektif olup çıkıyor. Öyle ki, namevcut unsurları dahi saptayabiliyor.”

Viktor’un gözlerinde korku ile öfke ikide bir yer değiştiriyor.

“Ruhçu, Profesör’ün ahbabı. Profesör biliyor ki Ruhçu, Koleksiyoner’le de tanışmış. Profesör, adını, tevkif edilmeden evvel temize çıkarabilmek için, birçoklarıyla görüşüyor, bilgi topluyor. Bu arada, esrarengiz bir Türk AJAN, Profesör’e kritik bilgiler veriyor ve yardım ediyor.”

Sevin Yokya ise portresi yapılırken fotoğrafı çekilen gangster kadar gergin.

“Soğuk Savaş atmosferinde, Amerika’yla yakınlaşmış Türkiye’nin, yakın gelecekte felsefi ve edebî bir yükseliş imkanı yakalayacağını düşünen Ruslar, bu terakkiye öncülük etmesi kuvvetle muhtemel Profesör’ü haklayacaklar. Halbuki Profesör’ü şu dönemde kimse umursamıyor. Koleksiyoner de, ‘Rusların Profesör’e cinai bir konsantrasyonla yönelmelerine sebep oldum’ diye harekete geçmiş. Profesör’ü kaçırmaya, saklamaya çalışıyor. Onu başka şehirlerde inzivaya çekilip roman yazmaya davet ediyor. Gizli seyahatlere çıkmasını teklif ediyor. Taşınmasını sağlamaya çalışıyor. Nafile. İhtiyar yazar, tüm teklifleri geri çeviriyor. Koleksiyoner, eski sevgilisini yani Sovyet ajanını öldürmeyi deniyor. O da olmuyor. Gayretlerinin boşa çıkması sebebiyle, Koleksiyoner son çare, bir plan kuruyor: ‘Profesör’ün cinayetle suçlanmasını sağlarsam, onu hapse atarlar. Avukatlarım sayesinde Profesör’ü idamdan kurtarırım. Rus, hapisteki Profesör’ü öldüremez. O da içeride kitap okur, kitap yazar… Bunun için de, Manken’le, yani eski dostu Dilber’le anlaşıyor. Hesapta, Manken tetiği çekecek. Koleksiyoner ölecek. Cinayeti, Profesör işlemiş gibi görünecek…”

Salondakilerin çoğu kaşlarını çatmış, başını yana eğmiş, elini yanağına dayamış yani pürdikkat hikayenin devamını dinliyorlar.

“Rus biliyor Manken’in gerçekte Dilber olduğunu. Tam da bu nedenle, Dilber’in çocuğunu kaçırıyor. Yani kendi oğlunu. Çok acayip, değil mi? Ölmüş bir kadına şantaj yapıyor namussuz!..”

Viktor’un da meraklandığını ve sözlerimi tamamlamadan silaha davranmayacağımı umuyorum.

“Koleksiyoner neden intihar etti? Bu da kavi [güçlü] bir sual. O neşeli, iyimser, ümitvar adam? Elbette, Profesör’ün başına sardığı belanın diyetini ödemek için. Fakat bir husus daha var: Koleksiyoner, babasının zulmüne maruz kalmıştı. Homoseksüel olması, şanlı pederini hayal-kırıklığına ve öfkeye sevketmişti. Binaenaleyh, Koleksiyoner’in ruhu yaralıydı. Neşesinin gerisinde acı, iyimserliğinin ardında tedirginlik, ümitvarlığının berisinde pişmanlık saklıydı. Profesör’ü babasının yerine tayin etmişti. Böylece, intihar etmekle öz babasından intikam almayı, seçtiği babasına hayat vermeyi denedi.”

Bahtiyar Hayalet Kont yutkunuyor, Nastasya Nermin Mermi Filippovna ağlamaklı, Viktor Cani Shishkin üzgün bir çitaya benziyor.

“Mezkur intihar, bildik türde bir canına kıyma değil. Dedim ya, Manken’den yardım aldı Koleksiyoner. İşin içinde bir üçüncü kişi daha vardı. O da, Manken’in şarkı söylediği meyhanede, Müfettiş’e, Koleksiyoner’in daha önce, gene Profesör’ü müdafaa etmek üzere haftalar önce işlediği cinayeti ihbar etti. Böylece, Profesör eve adım attığı anda, zaptiyeler içeri daldılar!”

Konuşurken, bir yandan da ahşap valizi alıp kürsüye koydum. Açtım.

“Sonuç? Bu romanı nasıl bitirmeli? Koleksiyoner boşuna mı öldü? Profesör, cinayetin bir mizansen olduğunu, tüm teferruatıyla anlasa bile, Sovyet ajanlarının cirit attığı, ruhların uçuştuğu, cürümlerin ve kabahatlerin birbirini tetiklediği hikayeye, polis inanır mı? Asla ve kat’a.”

Viktor tabancasını çekerken, valizden ‘Şikago Daktilosu’ Thompson’ı aldım. Sovyet ajanı Makarov’u doğrultmuş bana doğru koşuyordu. Talebeler irkildi, misafirler telaşlandı, polisler hareketlendi. TA-TA-TA-TA-TA-TA-TA-TAAAAAAAAA!.. Viktor Shiskin’e kurşun yağdırdım. O, kanlar içinde düşerken, zaptiyeler silahlarını çektiler. Herkes ayaklanmış, kimileri kendini kapıdan dışarı atmıştı.

Haykırdım: “Durun!” Böyle heyecanlı vakitlerde emir vermek işe yarar. İnsanlar adeta dondular. Kimse kıpırdamıyor.

“Nastasya Filippovna!” dedim “Lütfen gelir misiniz?” Fatin Fantom dehşet içinde bize bakarken, elindeki tabancayı unutmuş görünüyordu.

Nastasya’yı da kurşunladım! Güzeller güzelinin başından, gövdesinden kıymıklar, yongalar, kıvılcımlar, tozlar, dumanlar saçılıp savruldu.

Kalbimin sahibinin kehaneti gerçekleşmişti: “Âşığım tarafından katledileceğim.”

*** SON ***

 

Tefrikanın tüm bölümlerini okumak için yukarıdaki görsele tıkla ☝️

_________________________________________

Yazarın notu

Kıymetli okur, Tanpınar’a Huzur Yok tefrikasını 59 bölüm boyunca takip ettiğiniz için sizlere şükranlarımı sunuyorum.

Bana, romanı tefrika etme imkanı veren Yayın Yönetmeni Murat Aksoy’un şahsında Yeni Arayış’a huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Site Editörü Mehmet Şafak Sarı’ya da hususi teşekkürlerimi sunuyorum.

Tefrika bitti. Fakat roman bitmedi aslında. Burada yayımlanan metni daha tutarlı kılmaya bakacağım. Hikayedeki bazı boşlukları dolduracağım. Anlatımı da edebî bakımdan güçlendirmeye çalışacağım. Ve final kısmına birkaç bölüm daha yazacağım. Ondan sonra, Tanpınar’a Huzur Yok kitap olarak yayımlanacak.

Umarım, bir romanın yazılışına şahitlik etmek, büyük bir hikayeyi adım adım takip etmek size hoşnutluk vermiştir.

Gönülden selamlar, sevgiler, saygılar.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER