Tanpınar'a Huzur Yok 54. Bölüm: Tuhaf teferruat
EDEBİYATOldum yine bir olmayacak derde giriftar
[ENDERUNLU VÂSIF, 1786-1824]
Sezgilerim tahmin ettiğimden daha güçlü galiba.
Ada’ya [Adalet Cimcoz] sorduydum, o da kocasından, Mehmet Ali’den rica etmiş. Riyaziyeci Ziya Remzi Bey merhumun ev adresini şak diye buluverdi Mehmet Ali. Eh, ne de olsa Millî Emniyet’e* çalışıyor.
Ziya Remzi Bey’den, Bahtiyar Kont bahsetmişti “Nermin Mermi’nin babası” demişti…
Chrysler’i Balat sahilinde bıraktıktan sonra Ayvansaray’a doğru yürüyerek rahmetlinin konağını aramaya koyuldum. Sveti Stefan Kilisesi’nin arkasında, bakınarak dolanıyorum. Ak-kavaklar, o kaçak ışık ağaçları, kıyıdan köşeden güneşle adeta ayaküstü bir işporta alışverişindeler. Vodina Caddesi’ne bağlı Çiçekli Bostan Sokağı’na girdim. Arnavut kaldırımlı, ne dar ne geniş, kıvrımlı bir yol. Sokakta ilerledikçe evler eskiyor, her adımda 10 yıl geriye gidiyorsun. Az öteden ayak sesleri duyuldu. Yüksek ökçeli pabuçlarıyla bir kadın yürüyor. Yavaşladım. Bir de baktım, Nastasya Filippovna! Sağdaki bir evin duvarının arkasına saklandım hemen. Nastasya boynunu bükmüş ağlıyor, omzundaki çantadan çıkardığı mendille gözlerini silse de nafile, gözyaşları dinmek bilmiyor. Beni görmedi. Ona rastladığım an, kalbime tünemiş horoz kanat çırpıp ötmeye başladı!.. O kuğu salınışıyla lavanta esintileri bırakarak uzaklaşırken ardından baktım. Parfümü, cehennemdekilerin bile başını döndürür…
Ona rastladığım an, kalbime tünemiş horoz kanat çırpıp ötmeye başladı!İyi de burada ne işi vardı? Yoksa o da mı Riyaziyeci Ziya Remzi’nin evine gitmişti? Fakat neden?..
Toparlandım. 15-20 adım ötede, sol sıradaki konağı buldum.
Kapıyı, sarı saçlarına ak düşmüş, 50’lerinde, topluca, dinç bir kadın açtı. Gözleri tozlanmıştı. Çehresinde herhangi bir duygu emaresi yok. Sıtma görmemiş sesiyle sordu: “Kimsiniz, kimi aramıştınız?”
Evvela kendimi tanıttım.
İsmimi duyunca şaşaladı. “Meşhur Ahmet Hamdi Bey sizsiniz demek? Benim adım da Nora, Nora Morse. Fakat… sebeb-i ziyaretiniz?..”
Bu suale derli-toplu bir cevap vermek müşküldü. “Evvela, size geçmiş olsun dileklerimi arzetmek isterim” deyip sustum.
“Eksik olmayınız” dedi “Şükürler olsun, torunumu kurtardılar o barbarın elinden.”
Hislerim beni yanıltmamıştı. Viktor Shishkin’in kaçırdığı çocuk, Nermin Mermi’nin oğluydu.
Yarı yalan, yarı gerçek sözler sarfettim: “Malumunuz, bendeniz roman muharririyim. Lütfederseniz, sizin aile hikayenizi sizden dinlemek isterim. Böyle çat kapı geldiğim için beni bağışlayınız… Biz romancılar, yazdıklarımızın inandırıcılığını temin için, birçok vakaların teferruatını öğrenme ihtiyacındayız. Sanmayınız ki hususi hayatınızı yahut sırlarınızı kağıda dökeceğim. Sadece, hadiselerin cereyanını behemehal bilmek suretiyle…”
İnsan aşkın kölesi olabilir, gelgelelim aşk bitip de realite enkazının altında kalmak, aşkı yitirip kendini ihtiyar ve köle bulmak, insana ağır geliyor Ahmet Hamdi Beyciğim.Yüzü yumuşayınca, meramımı anladığına kanaat getirdim ve sözümü tamamlamayıp gülümsedim.
“Yazarlara daima imrenmişimdir… İçeri buyurmaz mısınız?” Türkçe’yi İrlanda ağzıyla konuşuyordu: R’leri yuvarlıyor, sesleri inceltiyor, tekmil [tüm] kelimeleri ağzında eritiyor.
Antreyi geçip yüksek tavanlı salona girdik. Solgun kadife koltuklara oturduk. Sönük avize, köhne mobilyalar, eprimiş halılar… tertipli ve temiz görünüyordu. Şifonyerin üstünde radyo, radyonun iki yanında çerçeveli fotoğraflar duruyor. Nermin Mermi, Nora Morse, küçük bir oğlan çocuğu ile Ziya Remzi Bey olduğu anlaşılan kaytan bıyıklı bir adam tekli, çiftli ve çoklu kombinasyonlarla fotoğraflanmış, çerçevelenmişlerdi. Nora Hanım ahşap kutuda Lucky Strike sigarası ikram etti ve gümüş tepside stout [siyah bira] getirdi.
Sigarayı yaktım, birayı yudumladım. Fotoğraflardaki çocuk ahşap merdivenden koşarak indi. Hürmetkar bir edayla “Hoşgeldiniz efendim, ben Murat Mermi” dedi. El sıkıştık. Ninesinden izin istedi: “May I go upstairs and continue playing, grandma?” [Üst kata çıkıp oyun oynamaya devam edebilir miyim anneanne?] Sevimli kerata her ikimizi de başıyla selamlayıp roket gibi yukarı fırladı.
Nermin’in pederi, benden 13 yaş büyük Riyaziyeci Ziya Remzi, 1926’da devlet bursuyla Avrupa’yı gezerken tanışmış Nora Morse’la. Mimarlık talebesi genç Nora, Ziya Remzi’nin seyahat rehberiymiş. Birbirlerini sevmişler. Yeminli bekar [ve galiba biraz çapkın] Ziya Remzi, yeminini bozmuş ve Nora’ya evlenme teklif etmiş. Nora, fakülteyi son senesinde bırakmış, Ziyacığının elini tutup İstanbul’a uçmuş. Bir seneye kalmadan Nermin dünyaya gelmiş. Zeki, çalışkan ve sevimli Ziya Remzi Bey’in hovardalıkları, Nora’yı sükutuhayale sürüklemiş: “Gençliğim ziyan oldu Ziya’nın ellerinde” diyor. “İnsan aşkın kölesi olabilir, o da iradi bir tercihtir, gelgelelim aşk bitip de realite enkazının altında kalmak, aşkı yitirip kendini ihtiyar ve köle bulmak, insana ağır geliyor Ahmet Hamdi Beyciğim.” Orta-yaşlı kadının mavi mat gözlerini pırıl pırıl gözyaşları dolduruyor.
Onu nasıl teskin edebilirim? “Genceciksiniz, dahası yaşadığınız muhite değer katıyorsunuz, rica ederim Yüce Allah’ın size bahşettiği sıhhat, afiyet, cazibe nevi imtiyazlarınızı görmezden gelmeyiniz Madam Morse” deyiveriyorum.
“Şimdi torunumla başbaşayım, bugünümüze şükür, elim ayağım tutuyor” derken, gaipten esen bir rüzgar, yüzündeki efkar maskesini uçuruyor ve İrlandalı büyükanne gülüyor. Ağlayanın bir derdi var, gülenin beş. Bu durumda Nora Morse’un 6 derdi var demektir. Tamam, kötü espriydi, lakin takdir edersiniz ki kötü espriler hayatın tuzu biberidir.
Biricik evladı Nermin’i yüksek tahsil için Londra’ya göndermişler. Bunu zaten biliyorum. Sonra ne olmuş? Kızı oralarda bir haydut ayartıvermiş.
“Bu haydut, Viktor Shishkin mi?”
“Ta kendisi.”
Sesimi kısarak sordum: “Öyleyse… Murat, Viktor’un çocuğu?”
“Pek sayılmaz.”
Allah Allah? Haberlerde, Viktor’un polisten kaçarken Pera Palas’ın penceresinden atlamadan önce çocuğu yanağından öptüğü belirtiliyordu. Bu tuhaf teferruat beni epey şüphelendirmişti. Kim rehinesini öper? O kargaşalıkta, canının derdine düşmüş bir mücrim, tutsağının yanağına neden öpücük kondursun? “Nasıl yani?”
“Diyebilirim ki, Viktor, Murat’ın babası fakat Murat, Viktor’un çocuğu değil.”
Reaksiyon vermeksizin izahı bekledim.
“Hamile kızımı yüzüstü bırakıp gitti o vicdansız.”
Gayriihtiyari “Vay salak” dedim.
Atıldı: “Onun salak olmak için bile kırk fırın ekmek yemesi gerek!”
Nermin, İstanbul’a, sılasına dönmüş. Çocuk babasız doğmasın diye, genç kadını Rami Mermi adında bir müzisyenle formaliteden evlendirmişler. Ve ne yazık ki Nermin, Murat’ı doğururken ölmüş. Yeni soyadı da mezar taşına yazmaya yaramış…
Dünya, cehennemden daha kafa karıştırıcı.“Rami Bey…”
“Çocuk onun değil ki. Bunu biliyordu. Nermin’in vefatından 3 ay sonra bir muallimle nikahlandı. Onunla da geçinememişler diye duydum…”
Şimdilerde Dublin’de mimarlık edecekken, Ziya ile Nermin’in yasını tutup Murat’ı büyütmeye çalışan Nora Morse’a bakarken, kafamın içindeki sisli labirentte kaybolmuştum.
Sigaramı, sehpadaki küllükte söndürdüm. Nastasya bu sokakta n’apıyordu? Viktor neden kendi çocuğunu kaçırdı? Bahtiyar Kont’un vurulmasıyla tüm bunların alakası ne?.. Sadece duyguları değil, düşünceleri de besleyen türde bir hayal-gücüne ihtiyaç duyuyordum.
Beraberce eğildiğimiz bir kitabın üstünden başlarımızı kaldırır gibi doğrulduk ve birbirimize baktık.
“Bir bira daha alır mısınız?”
“Hayır, teşekkür ediyorum… Madam Nora, mahrem sualler sormak, kusurlarımdan biri değildir. Hoşgörünüze sığınıyorum… Bugün ziyaretinize benden başka biri geldi mi?”
İrlandalı dul, sağ kulağını kaşıdı. Vücut lisanı, sorumdan huzursuzluk duyduğuna delalet ediyor. “Yooo… kapımızı sizden başkası çalmadı” derken de burnunu kaşıyor: Yalan uydurduğunun alameti. Faziletlerin arasına riya kolayca sızıveriyor işte.
Konaktan çıktığımda “Dünya, cehennemden daha kafa karıştırıcı” diye düşündüm.
Nastasya Filippovna’nın, kalbime önce ok sonra kazık saplayan kadının parfümü hâlâ sokakta esiyordu.
___________________________
* Millî İstihbarat Teşkilatı’nın eski adı.
Tefrikanın tüm bölümlerini okumak için yukarıdaki görsele tıkla ☝️
İlginizi Çekebilir