© Yeni Arayış

Tanpınar'a Huzur Yok 48. Bölüm: Ünlü sükunet

Her konuda hatalı olabilmek için çok şey biliyor olmak gerekir; tıpkı şeytan gibi.

[G.K. CHESTERTON, 1874-1036]

Şeytanın gözyaşı gibi dumanlı, mat, sabit bir yağmur Londra’yı kuşatmış. Siyah şemsiyeler altında kamburlaşmış ahali, meyus [üzgün] adımlarla caddeyi arşınladıkça şehre dalga dalga kasavet yayılıyor.

Kafenin buğulu camlarının berisinde, küçük bir meşe masada oturuyoruz. Nermin Mermi karşımda ağlıyor. Şekerli gözyaşları yanaklarına yapışmış. Ona bakarken uyuşturucu bir çaresizlik hissi kaplıyor içimi. Islak kirpiklerini, uykuya dalar gibi yumdu. Sıcak denizlere benzeyen gözlerini açtı ve “Hamileyim” dedi.

Nutkum tutulmuştu. Yutkundum. “Kimden?” diye sormak nahoş kaçabilir. Ne diyebilirim?.. Şapkamı çıkarıp buradan tüm hamileleri saygıyla selamlıyorum... Hemen hepimiz yanlış kişilerle sevişmiyor muyuz?.. Ve şu hayatın geçiciliği içinde zamanlamanın önemli olması amma acayip…

“Sovyetler Birliği’ne gidebilirim; orada kürtaj yasal” diyor.

Nermin’i dinliyorum. Çoğu zaman kadınların tek isteği budur. Çenenizi tutun ve kulak verin. Ya da sadece susun.

İsmini vermediği babadan bahsederken ağzından çıkan sözlerle gözlerinden akan yaşlar birbirinin anlamını pekiştiriyor: “Kösnüllüğünü şiirsel iltifatlarla örttüğünü nasıl da farkedemedim!..”

Aşk üçgenleriyle seks çokgenleri kesişir de romantizmin paralel çizgileri sonsuza gider...

Nihayet burnunu çekti, gözyaşlarını peçeteyle sildi ve kararlılıkla “İstanbul’a, Tanpınar’ın romanlarındaki şehre döneceğim” dedi “Bebeği doğurup şımartmak istiyorum!”

Şu hayatın geçiciliği içinde zamanlamanın önemli olması amma acayip

***

Şehrin donmuş kaosu, hayatın saçmalığının resmi gibi.

Lami Alem’in gözlerinden viski akıyor. Onu sarhoş eden şey içki değil, benim hıyanetim. “Türkçe’deki en uzun kelime neydi, söylesene” diyor “Benim dilim dönmüyor da.”

“Muvaffakiyetsizleşitiriciveremeyebileceklerimizdenmişsinizcesine.”

Huzurlu bir adaya benzeyen pub’daki kederli tek adam Lami “Ben… ne muvaffak olabildim ne de muvaffakiyetsizleştirici…” diye yakınıyor.

“Ne demek istiyorsun?”

Sesindeki kahır, sözündeki imayı söndürüyor: “Yeni sevgilin… nasıl biri? ‘Aptal olmaya hak kazanacak denli yakışıklı’ mı bari?”

“Bilemiyorum…”

Yüzüme sırılsıklam gözlerle bir müddet bakıyor. “Bana bir keresinde şey demiştin… ‘Düşünmek emin olmamaktır, kesinlikten uzak durmaktır ve sürekli bir değişimdir. Bu nedenle bir filozofun sessizliği ünlüdür asıl.’ Hatırlıyor musun?”

Boğazım kurumuştu fakat önümdeki biraya elim gitmiyordu: “Evet, galiba…”

“Hatta… Ahmet Hamdi Bey’in yazmaktan, söylemekten kaçındığı mevzulara dair tahminde bulunmuştun…”

“Doğru… Sanırım…”

“Ben… sükutu, sükuneti hayatta bulamayacağımı anladım. Sen sözlerimi de sessizliğimi de umursamayacaksın zira. Manasızca, bir ömür, ölümüne susacağım ben… Elveda, Bahtiyar Kont…” Viskiyi kafaya dikti. Bardağı masaya bıraktı. Çehresi buruşmuştu. Kalktı ve pub’ın kapısına doğru yürüdü.

Onun ardından bakarken, biradan ilk yudumu aldım.

Nermin’i dinliyorum. Çoğu zaman kadınların tek isteği budur. Çenenizi tutun ve kulak verin. Ya da sadece susun.

***

Kulüpte kim kime dum duma.

Viktor, Çin kuklası gibi uzanmış kanepeye, votka içerken esrar tüttürüyor: “Tüm emeklerim ziyan oldu sevgilim… Herşey bitti. Mahvoldum. Ben ölü bir adamım artık.” Ve kesik kesik ağlamaya koyuldu.

Yanı-başındaki deri kaplamalı bir sandalyede oturuyordum. Öne doğru eğildim: “Anlatmak istersen, dinlerim.”

Doğruldu. Derin derin nefes aldı: “Moskova Devlet Üniversitesi’nde çalışıyordum… Gizli bir proje… Biliyorsun, Amerika’nın nükleer fizik formüllerini ele geçirmeyi başarmıştık. Fakat kamuya duyurulmayan yüzlerce proje yürütüyorlar…”

Uzanıp alnına dokundum. Saçlarını okşadım hafifçe: “Neden bahsediyorsun? Daha açık konuşursan…”

Elinin tersiyle gözlerini sildi: “İnsansı bir robot yapmaya girişmiştik.”

İrkildim: “Robot mu?!”

İşaretparmağını dudaklarına götürdü: “Hişşşşş!” Ve kısık sesle “Bu bir devlet sırrı” dedi.

“Anlıyorum” diye fısıldadım.

“Aslında… atom bombasının insanları nasıl etkilediğini ölçmek için yapılan mankenlerden ilham almıştım. Büyük kuzenim heykeltıraş. Güzel sanatlar fakültesinde ders veriyor. Hükümet, ondan şekli, kütlesi, dokusu insanınkine benzer modeller üretmesini istemişti. O manyak da silikon, çelik, yakut, alüminyum, deri ve cıva kullanarak gerçekçi bedenler tasarlamıştı. Bombalamak şöyle dursun, insan bakmaya kıyamıyor; o derece güzel kadınlar, yakışıklı adamlar…”

Kaşlarımı kaldırdım: “Ve sen…”

“Bu kusursuz modelleri robota dönüştürebileceğimizi söyledim… Devleti heyecanlandırdım, senin anlayacağın.”

“İyi de, insandan ayırdedilemeyecek robot… Mümkün değil. Düşünen, konuşan, bilinçli bir makine…”

“Olmadı zaten. Mankenleri merceklerle, motorlarla, alıcılarla, vericilerle donattım… Fakat maalesef iş fiyaskoyla sonuçlandı.”

Viktor’un neye üzüldüğünü anlayamamıştım: “Tamam, proje çöktü. Başka bir işe girişirsin. Kendini harap etmenin faydası yok.”

“Kuzenimle de papaz olduk. Hükümet mankenleri almaktan vazgeçince, o da iflasa sürüklendi.”

“Kaç para kaybetti?”

“600 bin Ruble.”

“Yani?...”

“150 bin Dolar.”

“Bu da yaklaşık… 50 bin Pound eder. Offf, çok büyük para.”

“Büyükbabam, ünlü bir ressamdı” dedi Victor “Kuzenim, onun yaptığı Nastasya Filippovna portresini model almış.”

“Senin deden?..”

“Ivan Shishkin.”

“Yeni sevgilin… nasıl biri? ‘Aptal olmaya hak kazanacak denli yakışıklı’ mı bari?” 

“Bir dakika… Ivan Shishkin’in Dostoyevski romanı karakterinden esinlenerek yarattığı portreden ilhamla yapılan heykel ıskartaya mı çıktı yani?”

“Hepsi benim yüzümden” derken dudakları titriyordu.

“Sana bir teklif…”

“Nedir?”

“Nastasya Filippovna heykelini bana satın.”

“İyi de_”

“Bak sevgili dostum, 25 bin Pound ödeyebilirim. Bu meblağ sizin için münasipse… Bir tek heykelden, masrafın yarısını karşılarsınız. Ben de koleksiyonuma bana seni hatırlatan bir parça eklemiş olurum.”

Birden canlandı: “Sen… Sen ciddi misin?”

“Kesinlikle.”

“Tamam da, heykeli görmedin bile?”

“Sana, kuzenine, Ivan Shishkin’e, Dostoyevski’ye ve Nastasya Filippovna’ya güveniyorum” deyip gülümsedim.

Viktor boynuma sarıldı. Yüzü sevinçle aydınlanmıştı: “Bahtiyar, sen… Bu iyiliğini asla unutmayacağım sevgili yoldaşım!”

Sordum: “Kuzeninin adı ne?”

“Ivan” dedi “Dedemin adaşı.”

****

Nermin Mermi, Lami Alem ve Viktor Shishkin’in gözyaşları aynı muamma ummanına dökülecekti.

Ve kaderin trajedi, komplo ve dehşet iplikleriyle örülen ağını Ahmet Hamdi Tanpınar sökecekti.

Tefrikanın tüm bölümlerini okumak için yukarıdaki görsele tıkla ☝️

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER