© Yeni Arayış

Tanpınar'a Huzur Yok 35. Bölüm: “Yavaş yavaş kendim oluyorum”

Muayyen [belli] miktarda şüphe, mantığı destekler; fazlası, yok eder. Lakin bu hikayeyi mantık cetveline oturtmak muhal. Karanlıkta şeytanın ıslığını ve toynak seslerini işitiyorum.

Neyim ben makamlı, vezinli meleyen bir günah keçisi mi? Mahzun bir kobay? Köpekbalıklarından kaçan bir köstebek?..

Rüyamda, evimin penceresinin önünden bir hidrojen bombası, zeplin misali süzülerek geçiyordu. Üzerinde, “Hayal ile / Hakikat arasında / Yalnız sen varsın!” yazılı. Nastasya Filippovna, ata biner gibi bombaya oturmuş, bana gülerek el sallarken haykırıyor: “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nden sevgilerle!” Arkamı dönüyorum, Bahtiyar Kont. Kucağındaki Haydut’u okşarken “Kıyametin kopmaması, 15 senedir her saniye şahitlik ettiğimiz bir mucize!” diyor. Haydut da konuşuyor: “Miyav, yani demek istiyorum ki, başarı, sıradanlığı yok etmez, pekiştirir.” O esnada salona bir mumya giriyor. Soruyorum: “Kimsiniz?” “Benim, Fatin Fantom” diyor “Amerika ziyaretinde Adnan Menderes’e hediye edilen kovboy şapkası bize uğur getirdi.” Şahmat Bey koltuğa yayılmış: “Şikago daktilosunu kullanmanın vaktidir üstat!” Lami Alem istavroz çıkarıyor. Mutfaktan bir adam [Viktor, muhtemelen] sesleniyor: “Çocuğun yaşamasını istiyorsanız, şu yazarın icabına bakın!”

Sabah emniyet merkezine gitmedim. Şikago daktilosunu yanıma aldım, Chrysler’e atladım ve Bahtiyar Kont’un yalısının yolunu tuttum. Sahil bulvarından ışık hızıyla geçtim. Tamburalı Thompson’ı pardösümün altına sakladım. Yalının kapısını Uşak Siyavuş Yavaş açtı: “Buyurunuz, Ahmet Hamdi Bey?”

Neyim ben makamlı, vezinli meleyen bir günah keçisi mi? Mahzun bir kobay? Köpekbalıklarından kaçan bir köstebek?..

“Viktor Shishkin’i görmek istiyorum” dedim.

“Kim?”

“Viktor Shishkin. Onu derhal çağırın lütfen.”

“Fakat efendim, burada öyle biri_”

“Bırak gelsin, Siyavuş Efendi!” Rus mühendis, antrede peyda olmuştu.

Tüfeği çektim ve Viktor’a doğrulttum: “Şimdi bana herşeyi tafsilatlı [ayrıntılı açıklama] şekilde anlatacaksınız” diyerek gülümsedim. Kapının yanındaki boy aynasında, Humphrey Bogart’ın silueti. Başımda şapka, sırtımda pardösü ve elimde makinalı tüfekle, meşhur jöne hakikaten benzemiştim.

“Rica ederim sakin olunuz Bay Tanpınar. Problem her ne ise konuşarak halledebileceğimizden eminim” dedi. Teröristin telaffuzu kusursuz.

İkimiz salona geçtik. Uşak toz oldu. Burada merhum Bahtiyar Kont’la Çarşamba günleri daldığımız derin sohbetleri hatırladım. Maziden geriye yalnızca latif hatıralar değil, bir o kadar meşum vesveseler de kalıyor: Bahtiyar Bey’in cesedini bulduğumda başım dönmüş, polis baskın verince ödüm kopmuştu. Ve hâlâ üstüme atılan cinayetin kanlı düğümlerini çözmeye çabalıyorum.

Kıyametin kopmaması, 15 senedir her saniye şahitlik ettiğimiz bir mucize

Viktor ile karşılıklı koltuklara oturmuştuk. Yekten sordum: “Bahtiyar Kont’u kim öldürdü?”

“Siz, Bay Tanpınar. Dostumu öldüren silahı siz ateşlediniz.”

“Kaçırdığınız şu küçük çocuk… Kimin çocuğu?”

“Olay göründüğü gibi değil. Tümüyle bir yanlış anlama mevzubahis. Ben bir elektrik mühendisiyim. Seneler evvel bir kadına sevdalanmıştım. Çocuğumuz olduğunu benden gizlemiş. Zengin bir adamla evlenmiş…”

Tüfeği oynatarak “O halde çocuk neden annesine değil de anneannesine teslim edildi? Yalan söylüyorsunuz!” diye gürledim.

“Evime, elinizde silahla dalıp beni sorgulayamazsınız.”

Yalının sahibi Kont Ailesi değil miydi? “Eviniz mi?”

“Evet. Bahtiyarcığım bu mülkü bana miras bıraktı.”

“Çünkü…” diye fikir yürüttüm “onun sevgilisiydiniz?”

Ilımlı bir küstahlıkla sırıtıyordu: “Hususi hayatım sizi alakadar etmez.”

Maziden geriye yalnızca latif hatıralar değil, bir o kadar meşum vesveseler de kalıyor.

Sabrım taşmıştı: “Tuzağa düşürüldüm. Tam da bu odada hayatım karartıldı. Ve bu dalga-dubarada sizin parmağınız var. Eğer neler olup bittiğini açıklamazsanız, ağzınızı mermiyle doldururum!” Şaşkındım. Parmağım tetikte, bir insanı vurmak üzereyim!

Gayet serinkanlıydı: “Beni ille de öldürecekseniz, bu işi gece, karanlıkta halletmenizi salık veririm.” Silah benim elimde değil de onunkinde sanki.

“Nastasya Filippovna, dedeniz Ivan Shishkin’in vefatından seneler sonra doğduğu halde… Yani ölmüş bir ressam, hiç görmediği bir kadının portresini nasıl yapabilir?”

“Neden bahsettiğinizi anlamadım.”

“Dedenizin şaheserini Bahtiyar Kont’a siz vermediniz mi?”

“Evet. Bahtiyar’ı sevindirecek türde bir hediyeydi… Dedem, Budala romanındaki Nastasya Filippovna’yı öyle tasavvur etmiş… Lakin portreye benzeyen ve Nastasya Filippovna adlı bir kadının varlığından haberim yok.”

Sizin Rus milletine mensup olmanızı dilerdim. Cemiyetine ruh üfleyen, hayat veren bir müellifsiniz

“Polis, sizin burada yaşadığınızı bilmiyor besbelli?”

“Siz ihbar ederseniz, öğreneceklerdir.”

“Ben muhbir değilim. Fakat bahse girerim kaçacaksınız.”

“Sanmam. Polis beni bu evde asla bulamaz.

“İyi de ben_”

“Sizi ben karşıladım üstat. Değersiz hayatımın belki en harika tesadüfü bu. Dünya gözüyle zât-ı âlinizi görmek, sohbetinizden istifade etmek…”

“Neler zırvalıyorsunuz Viktor Bey?”

“Sahi, burada olduğumu nasıl anladınız?”

“Sezgi kuvvetiyle.”

“Çok zekisiniz. Hatta bir dâhisiniz. Ne yalan söyleyeyim, sizin namınıza üzülüyorum.”

“Nedenmiş o?”

“Sizin Rus milletine mensup olmanızı dilerdim. Cemiyetine ruh üfleyen, hayat veren bir müellifsiniz.”

“İltifatlarınızı tehdit addediyorum Baş Shishkin.”

“Teessüf ederim. O Şikago daktilosuyla vücuduma imza atacak mısınız?”

Boş bulunup “Hayır, ben kimseyi öldüremem” dedim.

“O halde birer kahve içelim, ne dersiniz?”

Tüfeği indirdim. Uşağın getirdiği kahvelerin höpürdettik. Bu höpürtüler mütareke ilanıydı.

Humphrey Bogart suretinden sıyrılıyor, yavaş yavaş kendim oluyordum.

Tefrikanın tüm bölümlerini okumak için yukarıdaki görsele tıkla ☝️

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER