Suriye’nin yakın geleceği
DIŞ POLİTİKAOlağanüstü uluslararası destekler olmadığı sürece HTŞ’nin Suriye’yi kontrol etmesi ve istikrar getirmesi mümkün görünmemektedir. Ülke yıkılmıştır ve yeniden inşanın çok büyük maliyetleri olacağı görülmektedir. HTŞ yahut ona bağlı grupların ve yabancı savaşçıların saldırgan varlığı durumu zorlaştırmaktadır.
Suriye’de Baas rejiminin yıkılmasından sonra herkesin merak ettiği soru ülkenin yakın geleceğinin nasıl şekilleneceğidir. Bu geleceğin pek çok değişken unsura bağlı olduğu açıktır. Bunları sıralamakta fayda var.
1 - Suriye’nin 23 milyon civarında tahmin edilen nüfusunun yapısı.
2 - Ülkenin %40’ını kontrol altına almış bulunan İsrail’in gelecek planları.
3 - Ülkenin Kuzeyinde büyücek bir cep kontrol eden Türkiye’nin planları.
4 - Rojava’da ABD ve hatta Rusya tarafından desteklenen YPG-SDG’nin tavrı.
5 - Savaşçı sayıları 50-60 bin gibi tahmin edilen HTŞ’nin icraatları.
6 - Yeni Başkan Trump’ın izleyeceği politika.
7 - Arap ülkelerinin Suriye’deki yeni yönetime karşı tutumları.
Bu sorulara ayrıntılı cevaplar vermek bir köşe yazısının boyutlarını aşacağından kısaca cevap vermeyi deneyeceğim.
Suriye kozmopolit bir nüfus yapısına sahiptir. Nüfusun çoğunluğu Sünni Müslümanlardan oluşsa da Sünniler politik olarak bölünmüş durumdadır. On üç yıl süren iç savaşta Sünni nüfusun çok önemli bir kesimi Beşar Esad rejimini desteklemiştir. Suriye’nin Arap Milliyetçiliğinin doğum yeri olduğunu unutmamak gerekir. Bu Sünni desteğinin önemli bir nedenini hem bu geçmişte hem de bunun adeta zorunlu kıldığı laiklikte aramak yanlış olmayacaktır. Ayrıca Sünni Müslümanlar Esad rejiminde devlet aygıtında ve ekonomide en baskın rolü oynayan kesim olmuştur.
Tahminen Suriye’de iki buçuk/üç milyon civarında Alevi yaşamaktadır. Sanılanın aksine bu kesim Suriye’nin ekonomik olarak en zayıf kesimidir. Sayısal dezavantajları ve tarihsel olarak kendilerine düşman olan kesimler karşısında kendilerini güvende hissetmemektedirler. Esad rejimine karşı 2011’de başlayan ayaklanmalar sırasında önemli bir kısmı muhalif saflarda yer almasına karşın ayaklanmaların İslamcı bir karakter kazanması üzerine varlıklarının tehlike altında olduğunu düşünerek ayaklanmalardan çekilmiş ve hatta rejime destek vermeye başlamışlardır.
Hristiyanlar, Şiiler, İsmaililer, Dürziler, Ermeni Hristiyanlar, Türkmenler farklı nüfus gruplarını oluşturmakta ve siyaseten geniş bir yelpazeye dağılmaktadır. HTŞ’nin ilk icraatlarından sonra laik olmayan Sünni Müslümanlar dışında HTŞ yönetimine nüfusun geri kalan kısımlarının çeşitli düzeylerde muhalif olduğu görülmektedir. Bu muhalefetler barışçıl gösteriler, silahlı direniş, uluslararası destek arayışları şeklinde karşımıza çıkmaktadır. SMO adı verilen paramiliter örgütün SDG karşısında kilitlenmiş oluşu HTŞ’yi Suriye’nin geri kalanında bu muhalif gruplarla karşı karşıya bırakmıştır.
Olağanüstü uluslararası destekler olmadığı sürece HTŞ’nin Suriye’yi kontrol etmesi ve istikrar getirmesi mümkün görünmemektedir. Ülke yıkılmıştır ve yeniden inşanın çok büyük maliyetleri olacağı görülmektedir. HTŞ yahut ona bağlı grupların ve yabancı savaşçıların saldırgan varlığı durumu zorlaştırmaktadır. Muhaliflerin silahlanma ve paramiliter yapılar kurma eğilimi hızla gelişmektedir. Bu gerçekleşirse HTŞ’nin böyle bir durumla başa çıkabileceğini düşünmek ancak bir hayaldir. İsrail’in HTŞ’yi defalarca “terörist” bir örgüt olarak gördüğünü ilan etmesi ve hatta yer yer silahlı müdahaleleri şimdiden yakın gelecekte neler olabileceğine işaret etmektedir. Dürzilerin ve SDG’nin silah bırakacağını düşünmek en hafif deyimle gerçekçi olmadığı gibi Aleviler ve Hristiyanların silahlanacağını öngörmemek bariz bir körlük gerektirir. İç savaştan çıkmış bir ülkede en kolay ulaşılabilecek şeylerden biri silahtır. İsrail bu durumda Suriye’de Dürziler dışında da bazı müttefikler bulursa buna şaşırmamak gerekir. Çünkü Aleviler ve Hristiyanlar ve hatta laik Sünniler kendilerini bir var olma yok olma mücadelesi içinde görmeye başlamışlardır.
Bu süreçte Türkiye pekâlâ bir “soft power” rolü oynayarak Suriye’nin barış içinde farklı topluluklarının bir arada yaşayabildiği bir ülke olmasına katkıda bulunabilir. Mesele şu Türkiye buna istekli midir?
İsrail dışında şu anda Suriye topraklarındaki en büyük karasal güç SDG’dir. Bütün bunları alt alta topladığımızda HTŞ’nin icraatlarını kendisi açısından bir intihar olarak görmek mümkündür. Türkçe’de “Ne oldum delisi olmak” sözü, durumu özetler gibidir. Yakından bakıldığında her grubun HTŞ düşmanı olmak için fazlasıyla nedeni var görünmektedir.
Türkiye’de Esad rejiminin ardından atılan zafer çığlıklarının söndüğü görülüyor. HTŞ Türkiye’ye çelişkili mesajlar veriyor. ABD ısrarla YPG’ye desteğini sürdüreceğini vurguluyor. İsrail birden fazla kez çeşitli düzeylerde SDG ile görüşüyor. Dürziler İsrail protektorası olabileceklerini ilan ederken Aleviler hem bir Alevi Devletinden hem de Fransız protektorasından bahsedebiliyorlar. Her ne kadar bu ifadeler şimdi fazla heyecanlı ifadeler olarak görülebilse de şartların ağırlaşması halinde güney sınırlarımızda ne gibi yeni durumlarla karşılaşabileceğimizin sinyallerini veriyorlar. Türkiye bu durumda ne yapabilir ve ne yapmalıdır?
Pek çok şey yapabilir elbette. Trump’ın da dediği gibi Türkiye Ortadoğu’da önemli bir güçtür. Bu gücü yıkmakta da yapmakta da kullanabilir. Var olan gerçeklikler karşısında Sünnicilik politikalarının Türkiye’yi içinden çıkılmaz bir çatışmalar sürecine sokacağını düşünmekteyim. Türkiye’nin izlemesi gereken yol laik, demokratik bir Suriye’nin yolunu açmaktır. Gazze’yi ve Batı Şeria’yı barış zamanlarında kontrol edemeyen İsrail’in koca Suriye’yi kontrol edemeyeceğini kendisi de bilmektedir herhalde. Aynı şekilde bu kontrol, mevcut kaynak ve gücüyle Türkiye’yi de aşmaktadır. Bu süreçte Türkiye pekâlâ bir” soft power” rolü oynayarak Suriye’nin barış içinde farklı topluluklarının bir arada yaşayabildiği bir ülke olmasına katkıda bulunabilir. Mesele şu Türkiye buna istekli midir? Türkiye kendi içinde barış ve huzuru sağlayacak, bu barış ve huzuru ihraç edecek midir?
İlginizi Çekebilir