© Yeni Arayış

Suriye’deki “naklen savaşı” seyrederken ilk anda düşündüklerim

Irak Savaşı’nın ilk günlerinde ne o savaşta ölenler, ne oralarda yaşayan sıradan insanların başlarına gelenler, ne oraları terk eden insanlar ne de doğaya yapılan tahribat gündeme gelmişti. 7 Aralık gecesi Suriye’deki “darbeyle” sonuçlanan “canlı savaş” yayını sırasında o geceyi ve sonrasını tekrar hatırladım; tekrar derin bir karamsarlığa kapılmama bu sebep oldu. Bunu bir yeni nesil darbe olarak bile yorumladım.

Son bir aydır medyayı izlerken yerelin “güçlü” siyasetçilerinin onların “iliştirilmiş” habercilerinin ve diğer destekçilerinin bize yakınlarda bazı şeylerin değişeceğini anlatmaya çalıştıklarını fark etmeye başlamıştık. Bunun anlamını ise nihayet 7 Aralık gecesi televizyonlardaki naklen savaş yayınında kavrayabildik.

O gece televizyonlarda harita önünde tartışan gazetecileri, emekli kurmay askerleri, emekli diplomatları ve uluslararası ilişkiler uzmanlarını gördükçe ve tartışmalarını dinledikçe doğrusu büyük bir karamsarlığa kapıldım. Benzeri bir duyguyu daha önce de Irak Savaşı’nı televizyondan naklen izlerken yaşamıştım. O dönemde ilk olan bu kanlı “canlı savaş” yayınının etkisi herkesi dehşete düşürerek ekrana bağlamıştı. İlk kez “iliştirilmiş” gazeteciler diye tanımlanan kadrolu gazeteciler grubuyla da o zaman tanışmıştım. Onlar göstermek istediklerini başarıyla gösteriyor ve bazılarına korku, bazılarına müjde veriyorlardı. Olaylar sonrasında, tıpkı bugün olduğu gibi ekranlarda yine, aynı ekip, yani emekli askerler, güvenlik uzmanları, dış haberciler ve uluslararası ilişkiler disiplininin “realist” yorumcuları yoğun tartışmalara girerek, gelecekle ilgili tahminler yapıyorlardı. Kimileri bu operasyonları başarılı kimileri başarısız buluyor; dünyayı yöneten güçlü ülkelerden hangisinin kazandığını, hangisinin kaybettiğini tahmin ediyor; komplo teorisyenleri ise, tuttukları tarafa göre değişen biçimde, bu gelişmelerin Türkiye’ye muhtemel, etkilerini tartışıyorlardı. Irak Savaşı’nın ilk günlerinde ne o savaşta ölenler, ne oralarda yaşayan sıradan insanların başlarına gelenler, ne oraları terk eden insanlar ne de doğaya yapılan tahribat gündeme gelmişti. O dönemde de, bugünkü gibi, bu insani sorunlar “yüksek politika” uzmanlarının ilgisi dahilinde değildi.

7 Aralık gecesi Suriye’deki “darbeyle” sonuçlanan “canlı savaş” yayını sırasında o geceyi ve sonrasını tekrar hatırladım; tekrar derin bir karamsarlığa kapılmama bu sebep oldu. Bunu bir yeni nesil darbe olarak bile yorumladım. Canlı yayınlanan savaşı, sıradan insanlar ve hatta benim gibi kendini uzman zannedenler o gece evlerindeki televizyondan izledi. O gece, kendimi, önce distopik bir Güney Kore dizisi izliyor zannettim. Bir süre önce, iflah olmaz bir merakla ve sıkıntıyla izlediğim “Squid Game”’ adlı dizide güçsüzler ve yoksullar kendi aralarında acımasız bir yarışa isteyerek katılıyorlardı. Bu yarışı düzenleyenler ve bu oyunun yapımına katkıda bulunanlar ise kendilerine tahsis edilmiş özel localarda hırsla karışık bir heyecanla o insanları zorlu ve acılı yarışlarını izliyorlardı. Bu çağrışımla, savaş yayınını izlerken zihnimde, Suriye’deki operasyonu güvenli odalarında yeni teknolojilerin verdiği imkanla izleyen darbe yapımcıları ve onların heyecanı belirdi. Aynı şekilde, o gece nerelerin, kim tarafından ve hangi zamanda ele geçirileceği ya da Esat’ın kaçıp kaçmayacağı konusunda bahis sitelerinin açılıp açılmadığını bile düşündüm. Diğer taraftan, bu senaryoyu yazanların ve bu senaryodan daha önce haberdar olmuş olanların, o gece bizden çok heyecanlandığını da tahmin ettim.

Sıradan insanların erkekleri için o gece Fenerbahçe-Beşiktaş derbisi ve sonrasında tartışma programları, kadınları için ise her türlü hayat dersini alacakları diziler mevcuttu. Savaşı televizyondan izlemek ise biz “endişeli modernlere” kalmıştı.

SAVAŞI TELEVİZYONDAN İZLEMEK ‘ENDİŞELİ MODERNLERE’ KALMIŞTI

Neyse ki, ironik bir biçimde, 7 Aralık gecesi, “çoğulcu” medya, savaşla ilgilenmeyenler için Suriye Savaşının naklen yayınına alternatif yayınlar sunuyordu.  Batıcı/laikler, muhtemelen Notre Dame Kilisesinin açılış törenini, bu seremoniye katılan dünya liderlerini, eşlerini, ünlüleri ve muhteşem orgun yenilenme hikayesini ve koroyu dinlediler. Sıradan insanların erkekleri için o gece Fenerbahçe-Beşiktaş derbisi ve sonrasında tartışma programları, kadınları için ise her türlü hayat dersini alacakları diziler mevcuttu. Savaşı televizyondan izlemek ise biz “endişeli modernlere” kalmıştı. Tayfun Atay, sağ olsun, eminim bu medya yorumlarını benden çok daha iyi yapar.

Türkiye’ de yaşayan, olayın arka planından habersiz olan benim gibi yerel sosyal bilimciler için durumu anlamak çok kolay değildi. Eminim televizyondaki “emekli” askerler ve diplomatlar için de, hem savaş teknolojisindeki hem de küresel siyasetteki hızlı değişim nedeniyle, bu yeni dönemi anlamak da, anlatmak da çok zor olmalıydı. O gece ve öncesinde olanları belki gelecek nesiller, yine başka bir yeni savaş vesilesiyle Suriye darbesinde görevli olan emekli kurmaylardan, siyasetçilerden ve diplomatlardan öğrenecekler. 

Benim gibi yerel uzmanların olanların anlamını yorumlamamız için -kendilerini demokrat olarak tanımlayan-  “Kuzey” ülkelerinin sosyal bilimcilerinin araştırmalarını beklememiz gerekiyor. Nitekim çoğu zaman, bugünü hatta geçmişi anlamak için bile Kuzey’in araştırmacılarına başvurmak zorunda kalıyoruz. Ben zorunlu göçlerle ilgilenen bir sosyal bilimci olarak, kendi adıma bu yeni nesil darbenin ya da savaşın daha öncekilerle benzerliklerini ve bütün bunların sıradan “yerel” insanlara ve özellikle göçmenlere yapacağı dolaylı ama önemli, maalesef yüksek siyaset için “minör” tahribatı anlamaya çalışıyorum.

Savaş bölgelerindeki toplumsal yapının yerel dinamiklerini anlamak eski emperyal devletlerin uzmanları için bize göre çok daha kolay. Bu ülkelerin ilgi duyduğu coğrafya gibi ülkelerindeki araştırmacıların ilgi alanı da çok geniş bir alana yayılıyor. Bu geniş ilgi alanının geliştirdiği bilgi birikimi, eski emperyal güçlerin sadece yöneticileri için değil aynı zamanda sayısı hızla artan küresel firmaları için de önemli bir kaynak anlamına geliyor. Yıllar önce bir Fransız mobilya firmasının Türkiye’deki üst orta sınıf muhafazakar ailelerin mobilya tercihini anlamak için “sahaya” gönderdikleri genç bir antropologla tanışınca çok şaşırmıştım.

Kuzey ülkelerinin yöneticileri için ilgi duydukları ya da denetim altına almak istedikleri toplumların yerel dinamikleri kadar yaptıkları müdahalelerin sonuçlarını izlemek ve tartışmak da büyük önem taşır. Onlar için kritik önem taşıyan askeri, sivil ya da ekonomik operasyonların “başarısı”, o operasyonları düzenleyen ve   tasarlayan yöneticilerin yeteneği kadar, danışmanlarının birikimine de bağlıdır. Bu nedenle, yakın çevremizde, hatta kendi yaşadığımız toplumda olan biteni de biz de ancak, çok sonradan, o ülkelerin bölge uzmanları olan tarihçilerden, antropologlardan ya da sosyologlardan öğrenebiliyoruz. Bize kalan ise genellikle bu operasyonların içinde yaşadığımız “yereldeki” etkilerini yaşamak, kalıntılarını, dolaylı/dolaysız etkilerini kavramak ve anlamak. Bu nedenle, ben, kendi öğrencilerime yıllardır, benzeri etki altında yaşamış toplumları sorgulayan, Latin Amerika, Asya, Afrika  gibi Küresel Güney ‘de yaşayan sosyal bilimcilerin bulgularını da izlemelerini tavsiye ediyordum.

Bizim de bu bağlamda hem eski usul hem de yeni usul dış müdahalelerin toplumsal dinamiklere etkileriyle ilgili çok önemli bilgi birikimine sahip olduğumuz açık, iş ki bu birikimin değerini kavrayalım. Suriye ile olan tarihsel bağlar da, her ne kadar uzun zamandır ihmal etmiş olsak da, bu coğrafyada yaşayan farklı cemaatler konusunda bilgi edinmemizi kolaylaştırabilir. İskan kurumu vesilesiyle yaptığım araştırma sırasında bu bölgenin zorunlu göç hikayesi ile ilgili kısıtlı da olsa bilgi sahibi olmuştum. Osmanlı yönetiminin uyguladığı geleneksel iskan siyaseti bu bölgeyi, duruma göre birbirlerini kimi zaman dost kimi zaman düşman kabul eden farklı etnik ve dinsel cemaatlerin yaşadığı çatışmalara açık bir alan haline getirmişti. Suriye’deki “vatandaşlık” anlayışının bireyin haklarına öncelik veren “modern” tekli hukuktan çok, sivil hayatı cemaatlere ve cemaat üyeliğine bırakan geleneksel çoklu hukuk uygulaması belki de bu durumun sürmesinde etkili oldu. Neyse, bu önemli konu belki bir başka yazıda ele alınabilir.

11 Eylül’den bu yana yaşananlar, Kuzey ülkelerine, büyük bir değişim geçiren yeni küresel dünyayı eski usul “geleneksel” emperyal yöntemlerle yönetemeyeceklerini gösterdi. Uzun zamandır yönetebildikleri mal, para ve insan akımlarını artık eski zor kullanma yöntemleriyle denetleyemeyeceklerini belki Suriye’deki bu yeni nesil darbe gösterir.

YENİ NESİL DARBE

Sonuç olarak, Türkiye’de yaşayan sosyal bilimciler olarak, dışardan yapılan açık ya da gizli müdahalelerin etkilerini   hem kendi deneyimlerimiz hem de komşu ülkelerden buraya kaçarak gelen göçmenler vesilesiyle öğrendik. Bunlardan birincisi, bu müdahalelerin yereldeki dinamiklerle etkileşimine bağlı olarak farklı sonuçlar vermesi oldu. Yeşil kuşak projesinden bu yana olanları izleyen bizler ikinci olarak, müdahalelerin biçiminin “zamanın ve yerin ruhuna” göre değişse de hiçbir zaman tasarlanan sonuca ulaşmadığını anladık. Bu deneyimlerden kalkarak, tıpkı diğer toplumsal mühendislik uygulamaları gibi yeni nesil müdahalelerin de, çok büyük tahribatlar yapacağını ancak tasarlanan sonuçları veremeyeceğini tahmin edebiliriz. 11 Eylül’den bu yana yaşananlar, Kuzey ülkelerine, büyük bir değişim geçiren yeni küresel dünyayı eski usul “geleneksel” emperyal yöntemlerle yönetemeyeceklerini gösterdi. Uzun zamandır yönetebildikleri mal, para ve insan akımlarını artık eski zor kullanma yöntemleriyle denetleyemeyeceklerini belki Suriye’deki bu yeni nesil darbe gösterir.

Burada, özellikle dikkati çekmek istediğim nokta eski nesil kurmayların ve uluslararası ilişkilerin “realist” uzmanlarının henüz yeni göç hareketlerini fazla önemsememeleri olacak. Suriye’deki son operasyonun göreli olarak, şimdilik, kansız sürmesinde, kanlı müdahalelerin yarattığı göçten kaynaklanan “göçmen karşıtlığı” olduğunun da etkili olduğunu düşünüyorum. Yeni müdahale denemesi, belki de, göçlerin artık eski usullerle denetlenemeyeceğinin fark edilmesinin bir sonucudur. Bu deneme belki “Suriyelilerin” göçünün yönünü Avrupa’dan ve Türkiye’den Suriye’ye yöneltir. Belki, Suriye’de konuşlanan İslamofobi’nin ürettiği, Batı’ya yönelik düşmanlık, iç düşmanlara yöneltilerek kısa bir süre için sönümlendirebilir. Ancak, insan haklarını tanımayan cemaatçi otoriter anlayışın sürmesi halinde “yeni” düşmanlar, belki de daha kısa sürede yaratılacaktır.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER