Sünniler ve Aleviler
SİYASETBiz Aleviler’i en iyi tanımlayan özellik heterodoks olmamızdır. Bunca düşman edinmemizin en temel nedeni “müteşerri” olmamamızdır. Yani bize göre her devrin ayrı bir şeriati vardır ve 1400 yıl önce kalıplaşmış şeriatın bizi bağlamamasıdır. Biz devrin şeriatine uyarız. Çocuklarla evlenmeyiz, dinden döneni öldürmeyiz, ibadetlerimizi kalıplaştırmayız, resim yapmayı, heykel yapmayı putperestlik olarak görmeyiz, müziği yasaklamaz aksine sever ve eserler veririz. Kadınlar ve erkekler beraber ibadet ederiz. Bunları Ali ve Ehl-i Beyt aşkıyla yaparız.
Önce sorulması gereken soru şudur, Müslümanlar yekpare bir topluluk mudur? Cevabı biliyoruz. Sünniler, Şiiler, Aleviler, Sufiler temel farklılıklar taşıyan topluluklar oluştururlar. Bunların alt kollarını düşündüğümüzde “Ben Müslümanım” diyen dünya üstünde birbirinden farklı “İslamlara” inanan yüzlerce topluluk vardır.
“Seni tanımlayan sana hükmeder.”
Edward Said “Oryantalizm” adlı kitabında bu söz üzerinde çokça durur. Öteki’ni tanımlamak ona göre bir tahakküm ilişkisidir ve Said’in bu yaklaşımı tümüyle yerinde bir yaklaşımdır. Öteki’ni tanımlamak aynı zamanda ahlaki bakımdan öteki ile kurulan bir ast/üst, asıl/sahte ilişkisidir ve rahatlıkla hadsizlik olarak da yorumlanabilir. Kim kimi tanımlarsa böyledir bu durum.
Uzunca bir süredir bazı Sünni kesimlerin Alevileri tanımlama konusunda aşırı bir gayret içinde olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Bu tanımlamaları Alevilere kabul ettirmek üzere de akademide ve medyada yoğun bir gayret içindedirler. Bu tanımlama gayretlerinin önemli bir kısmına da örtülü yahut aleni olarak Alevileri tanımlar üzerinden bölme çabaları eşlik etmektedir. Bu süreç öyle noktalara varmıştır ki süreci Aleviler’e karşı yürütülen bir ideolojik mücadele olarak adlandırabiliriz.
“Meşhur” ve akamete uğramış Alevi Açılımı’nda devlet kanadından bu yaklaşıma ilk mazeret böyle gelmiştir. “Açılım” süreci başlar başlamaz devletin ilk itirazı şöyle olmuştur. “Ama siz Aleviler yekpare bir topluluk değilsiniz ki, aranızda talepleriniz konusunda büyük farklar var!”
Oysa talepler konusunda hiçbir temel farklılık yoktu o süreçte. Bütün Alevi kurumları cemevlerinin ibadethane olması konusunda olsun, eşit vatandaşlık konusunda olsun, Diyanet İşleri Başkanlığına kendi vergilerinden harcamalar yapılmaması gerektiği konusunda olsun fikir birliği içindeydiler.
Şimdi bu temelsiz iddiaya biraz yakından bakalım. Niçin temelsiz bir iddia olduğu hususunda düşünelim.
Önce sorulması gereken soru şudur, Müslümanlar yekpare bir topluluk mudur? Cevabı biliyoruz. Sünniler, Şiiler, Aleviler, Sufiler temel farklılıklar taşıyan topluluklar oluştururlar. Bunların alt kollarını düşündüğümüzde “Ben Müslümanım” diyen dünya üstünde birbirinden farklı “İslamlara” inanan yüzlerce topluluk vardır. Yani Müslümanlar yekpare değildirler.
Bir alt başlık olan Sünniliğe baktığımızda da benzer bir manzara ile karşılaşırız. Farklı Alevi topluluklar birbirlerini tekfir etmezken farklı Sünni topluluklar arasında birbirini kafir ilan eden topluluklara rahatlıkla tanık olabiliriz. “Sahih” dört mezhep olduğu ilan edilse de bu “sahih” mezhep imamları arasında dahi birbirlerini tekfir edenlere rast gelmek mümkündür. Yani tarih boyunca bu dört mezhebin aralarının hiç de süt liman olmadığını görmek kolaydır. İşler tekfire kadar vardığına göre…
Bir insanı sadece bir insanı bile doğuştan gelen hali için öldürüyorsanız sayının önemi yoktur. Bir kişiyi dahi öldürseniz onun adı soykırımdır. Çocukların vahşice öldürülmeleri İngilizce bir terim kullanırsak “as such” oldukları içindir. Hamile kadının öldürülüp karnından doğmamış bebeğini çıkarıp öldürmek adeta soykırımın da ötesine geçen bir tanıma muhtaçtır.
Öte yandan mesela bir Nakşibendi ile bir Selefi arasında meydana gelebilecek ilişkiye dikkatimizi verirsek bu ilişkide bugünlerde görülebilen yakınlığın her ikisinin “İslam” anlayışında bir karşılığı olmadığını görebiliriz. Selefi’nin Nakşibendi’yi tekfir etmesini engelleyen şimdilerde sadece siyasettir. Sadece Nakşibendi’nin sahip olduğu “Veli” kavramı bile bunu açıkça ortaya koyacaktır. Bu kavramı kullanan herhangi bir Müslüman, Selefi’nin çileden çıkmasına yol açabilir.
Bugün mesela Melamilik Sünniler tarafından hoş görülüyorsa bunun da nedeni siyasettir. Osmanlı’da Melamilere karşı girişilen dava ve katl olayları bu durumun açık örneklerini oluşturmaktadır. İdam edilen Melamilere yine Melamilerin “şehit” olarak yaklaşımları katlin faillerinin tekfir edildiğinden başka bir gerçek ifade etmez.
Yine elbette kendisini Sünni olarak tanımlayan bir İbni Teymiyye’nin neredeyse kafir ilan etmediği Sünni kalmamış gibidir. Yani Teymiyye sadece Alevilerin katl edilmesine değil Sünnilerin de katledilmesine fetvalar üretilmesine sebebiyet vermiştir. Yunus Emre’nin şiirlerinden ilahiler besteleyen ve bunları “Mevlitlerde” yahut başka sebeplerle topluca okuyan Müslümanlar hakkında Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin açık idam fetvaları vardır. Yani bugün rahatlıkla bu ilahileri okuyan Sünnilerin Ebussuud Efendi’ye göre de katli vaciptir. Pek çok Sünni “alim”e göre Tasavvuf bir sapkınlıktır. Yine onlara göre tasavvuf’un kaynağı Yahudilik, Budizm ve hatta Hinduizm’dir. Bu yorumların açıkça tekfir anlamına geldiğini görmemek için aklın kör olması gerekir. Yani birbirini bu kadar sık rahatlıkla tekfir edebilen Sünni topluluklar varken kendini “laik” olmak yerine sünnilikle tanımlamaya başlayan bir devletin “Siz Aleviler yekpare değilsiniz ki” demesi hadsizliğin yanı sıra rahatlıkla büyük bir tehlike olarak algılanabilir.
Bunları niçin 2025 yılında yazmak zorunda kalıyoruz? Bunlar tarihte kalmadı mı? Kalmadığını pek çok vesileyle görüyoruz. En son olarak Suriye’deki Alevi Soykırımı bu kalıp ve davranışların geçmişte kalmadığının kanıtıdır. Açıkça soykırımlarını 13.Yüzyılda yaşamış bir adama dayandıran yaratıklar bunun kanıtı değil midir? Bir insanı sadece bir insanı bile doğuştan gelen hali için öldürüyorsanız sayının önemi yoktur. Bir kişiyi dahi öldürseniz onun adı soykırımdır. Çocukların vahşice öldürülmeleri İngilizce bir terim kullanırsak “as such” oldukları içindir. Hamile kadının öldürülüp karnından doğmamış bebeğini çıkarıp öldürmek adeta soykırımın da ötesine geçen bir tanıma muhtaçtır.
Kaldı ki kendileri kendilerini Alevi olarak adlandırdıkları halde onları ısrarla “Nusayri” olarak tanımladığınız bu insanların çok önemli bir kısmı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdır. Avrupa’da bir vatandaş hastalandığında ambulans uçakla onu alıp Türkiye’ye getirmeyi bilen sizler, akrabalarının sınırlarımızın elli kilometre ötesinde soykırıma uğratılmasına nasıl sessiz kalabilirsiniz?
Biz Aleviler’i en iyi tanımlayan özellik heterodoks olmamızdır. Bunca düşman edinmemizin en temel nedeni “müteşerri” olmamamızdır. Yani bize göre her devrin ayrı bir şeriati vardır ve 1400 yıl önce kalıplaşmış şeriatın bizi bağlamamasıdır. Biz devrin şeriatine uyarız. Çocuklarla evlenmeyiz, dinden döneni öldürmeyiz, ibadetlerimizi kalıplaştırmayız, resim yapmayı, heykel yapmayı putperestlik olarak görmeyiz, müziği yasaklamaz aksine sever ve eserler veririz. Kadınlar ve erkekler beraber ibadet ederiz. Bunları Ali ve Ehl-i Beyt aşkıyla yaparız. Konuyu böyle ele aldığımızda bizim için Arap, Türk, Kürt, Urdu, Hindi Aleviliği yoktur. Hindistan’dan Pakistan’a, İran’a, Türkiye’ye, Afrika’ya ve göçlerle dünyanın her yanına dağılmış milyonlarca Alevi yaşamaktadır bugün. Bunların yekpare olmasına gerek duymayız ve kimseyi kafir ilan etme hadsizliğini kendimize reva görmeyiz. Bizatihi böyle ilanlar yapmanın küfre yol açtığına inanırız.
Bütün bunların ışığında deriz ki Suriye’de kendini Alevi olarak tanımlayan herkes bizim din kardeşimizdir. İnsanlar çeşitli nedenlerle bazılarını kendilerine yakın görebilirler. Bunun pek çeşitli ortaklıklardan kaynaklanan nedenleri olabilir. Cinsiyetler, diller, dinler, duygular, aynı topraklarda yüzlerce yıldır bir arada yaşamak gibi. Bütün bunlar meşru kardeşlikler oluşturur. Siz bizim aramızdaki farklılıklar hakkında “farklılık” ansiklopedileri de yazsanız bu duyguları ortadan kaldıramazsınız. En çok da tarih boyunca saldırılara uğradığımız yaralarımızdan vurduğunuzda kaynaşır, dayanışırız. Bu nedenle lütfen haddinizi biliniz, “Nusayriler” bizim kardeşlerimizdir.
Kaldı ki kendileri kendilerini Alevi olarak adlandırdıkları halde onları ısrarla “Nusayri” olarak tanımladığınız bu insanların çok önemli bir kısmı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdır. Avrupa’da bir vatandaş hastalandığında ambulans uçakla onu alıp Türkiye’ye getirmeyi bilen sizler, yani sizler, bu devletin yöneticisi olan sizler, vatandaşlarınıza yapılan soykırım çağrılarına, akrabalarının sınırlarımızın elli kilometre ötesinde soykırıma uğratılmasına nasıl sessiz kalabilirsiniz? Nasıl bir korumak gayreti içinde bulunmazsınız, hatta nasıl bir iki cümleyle kınamakta dahi bulunmazsınız hayret ve dehşet vericidir.
İlginizi Çekebilir