Stoa Felsefesi’nden Modern Psikoterapi’ye
FELSEFE
Stoa Felsefesi’nden Modern Psikoterapi’ye
Stoacıların mutluluk üzerine çok karmaşık formülleri yoktur: Hayatta kontrol edebileceğin ve kontrol edemeyeceğin şeyler vardır. Kontrol edemeyeceğin şeyleri kontrol etmeye çalışmak, kontrol edemeyeceğin şeyler gerçekleştiğinde bununla ilgili hayıflanmak, akılcı değildir.
Felsefe, bilindiği gibi bütün bilimlerin annesidir. Ve onun en genç çocuklarından birisi de psikolojidir.
Bugün psikoloji kuramlarında ve psikoterapi ekollerinin birçoğunda felsefenin izlerine rastlamamız mümkün. Günümüzde tüm dünyada oldukça yaygın şekilde kullanılan psikoterapi ekollerinden olan bilişsel davranışçı terapilerde de felsefenin, özellikle de stoa felsefesinin öğretilerini görebiliyoruz. Bu yazıda, Seneca, Epiktetos ve Aurelius gibi stoa filozoflarının binlerce yıl öncesinden gelen ve bugün modern psikoterapi içerisinde kendisine yer bulmuş bazı düşüncelerini bulacaksınız.
“Okçu, elinden gelen en iyi şekliyle okunu doğrultup yayını gerer, ancak ok serbest kaldığında artık yapabileceği tek şey, durup okunun hedefi vurup vurmadığını görmektir. Beklenmedik bir rüzgar, oku rotasıdan saptırabilir veya hedefi hareket ettirebilir. Oku harekete geçirme niyeti okçunun kontrolü altındadır; ancak sonuç onun doğrudan etki alanının dışındadır ve harici değişkenlerin elindedir.”
Hem felsefe, hem de psikoloji mutlu ve tatminkar bir hayatın nasıl yaşanacağı üzerinde fazlaca durur. Gerçek mutluluk nedir? Bizi neler hasta eder? İçimizdeki boşluğu doldurmanın bir yolu var mı? Anlam, bulunan mı, yoksa yaratılan bir şey midir?
Stoacıların mutluluk üzerine çok karmaşık formülleri yoktur: Hayatta kontrol edebileceğin ve kontrol edemeyeceğin şeyler vardır. Kontrol edemeyeceğin şeyleri kontrol etmeye çalışmak, kontrol edemeyeceğin şeyler gerçekleştiğinde bununla ilgili hayıflanmak, akılcı değildir. İnsan, istediği kadar uğraşsın, olabileceği en iyi şey, hedefini vurmayı niyet eden bir okçu olmaktır. Oku fırlattıktan sonra olacak şeyleri kontrol etmesi mümkün değildir.
Seneca, bilge kişi için şunları söyler: “Bilge kişi, planının gerçekleşmesini engelleyecek bir şeylerin olabileceğini öngördüğü için onun beklentilerinin aksine bir şeyin gerçekleşmesi olanaksızdır.”
Psikoterapide de sıklıkla görürüz ki, her an her şeyi kontrol etmeye çalışan kişi, bununla ilgili süreğen bir sıkıntı içerisindedir. Mutluluğunu, aslında elinde olmayan bir değişkene bağlamıştır. Ve bunu fark edip değiştirmesi gerekir.
Stoacılar, kısa süreli hazların insanlara uzun süreli mutluluk ve tatmin getirmeyeceği üzerinde dururlar. Modern dünyada bunun pek çok örneğini görebiliriz. Örneğin, sağlıksız olduğunu bile bile sadece kısa süreli haz sağlamak için tüketilen bazı maddeler, uzun vadede kişiye hem ruhsal hem de bedensel bedeller ödetebilir.
“Izdırap, hazza aşırı derecede değer vererek acıdan kaçınmaktan kaynaklanır. İnsanlar kısa vadeli hazların cazibesi yüzünden uzun vadeli mutlulukları irrasyonel bir şekilde feda edebilirler.”
Stoacılar, kısa süreli hazların insanlara uzun süreli mutluluk ve tatmin getirmeyeceği üzerinde dururlar. Modern dünyada bunun pek çok örneğini görebiliriz. Örneğin, sağlıksız olduğunu bile bile sadece kısa süreli haz sağlamak için tüketilen bazı maddeler, uzun vadede kişiye hem ruhsal hem de bedensel bedeller ödetebilir. Stoacılara göre, uyandırdığı merakın ya da verdiği hazzın zamanla azalmayacağı kadar güçlü ya da muhteşem hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla insan, bunu düşünerek uzun vadeli mutlulukları ve hayattaki asıl değerleri için daha fazla çaba göstermelidir.
“İnsanlar şeyler yüzünden değil, şeylerle ilgili düşünceleri yüzünden acı çekerler (Epiktetos).”
Bugün, bilişsel terapilerin sıklıkla vurguladığı şeylerden birisi de, olaylar, durumlar ya da başımıza gelenlerle bizim aramızda algı kapılarının var olduğudur. Bu algı kapıları, dışarıdaki şeylerin içeride neye dönüşeceğine büyük ölçüde etki eder. ‘Şey’ler hakkındaki zihinsel yorumlamalarımız, onları büyütebilir, küçültebilir, kısa süreli ya da kalıcı birer misafire dönüştürebilir, onunla ilgili duygularımızı ve eylemlerimizi şekillendirebilir. Yani kişilerin, iyilik hallerini korumak için yaşadıkları olayların zihinlerindeki yansımaları üzerine çalışmaları oldukça önemlidir.
“Hata yapmamızın nedeni hayatın belli kısımlarını göz önüne alıp büyük resme yani tüm hayata bakamamamızdır (Seneca).”
Bilişsel davranışçı terapinin kurucularından biri olan Aaron Beck, kişilerin çıkarımlarda bulunarak ya da gözlemlerine dayanarak bilgi işlemelerinin işlevsiz düşünceler geliştirmesine ve bilişsel çarpıtmalara yol açtığını ileri sürmüştür. Seneca’nın yukarıdaki söylemi, bir bilişsel bir çarpıtma olan “seçici soyutlama”yla oldukça benzeşir: Olayları ya da durumları bir bütün olmaktan çıkarıp bin parçaya böldüğümüzde, ve bu bin parçadan bize kötü gelecek birkaç parçayı da ayıklayıp bunları bütünün tamamına mâl ettiğimizde, bu bizi hakikatten uzaklaştıracak ve hayatla, kendimizle ya da başkalarıyla ilgili hatalı çıkarsamalar yapmamıza neden olacaktır. Bilgi işlemleme sürecinde devamlı olarak aynı hataları yapmaksa, bizi hayatımızla ilgili olumsuz bir kısır döngünün içine sokacaktır. Bunun için terapide yaptığımız şeylerden biri, aslında neyi nasıl yaptığımıza, nasıl düşündüğümüze ve nasıl hissettiğimize dair bir keşfe çıkmaktır.
Seneca’nın da dediği gibi: “Bilgelik olmadan zihin hastadır.”