© Yeni Arayış

Spinoza Problemi’nden Naziler, Tolstoy ve Ayetullah Muntazırî’ye (1)

Spinoza’nın cemaat yapısı ve dinin kurumsal sistematiğinin bireyler üzerindeki kontrol arzusuna bakışı nettir: “Bizi korku ve umutla kontrol ediyorlar” (s.190). Çağlar aşan bir iktidar-birey-toplumsallık eleştirisidir bu ve 1789 Fransız Devrimi’nden sonra gelişecek bireycilik, laiklik ve diğer modern düşüncelerin de temel eleştirel dinamiklerinden biri olacaktır. 

Baruch Spinoza (1632-1677), felsefeyi ve eleştirel düşünceyi antik çağlardaki korunaklı alanından çıkarıp modern zamanlara getiren en etkili ve çağlar-üstü filozofların başında geliyor kuşkusuz. Rasyonel düşünceye ve Aydınlanma felsefesine katkıları da eleştirel düşüncenin olgunlaşmasındaki rolü de Spinoza’yı günümüzde de etkilerini sürdüren bir rasyonalist filozofa dönüştürdü. 

Bilhassa “Nietzsche Ağladığında” gibi kült bir psikolojik biyografi/roman ve kendi alanındaki diğer çalışmalarıyla Türk okuyucusunun da yakından tanıdığı Irvin D. Yalom’un “Spinoza Problemi” kitabı tam da bu eşsiz nitelikleriyle Spinoza’yı yeniden okurun –üstelik psikolojiyle yakın bağı olmayanların da- ilgisine sunan oldukça dikkat çekici bir psikolojik/biyografik roman.

Yalom bu kitabında, iki gerçek tarihsel şahsiyetten hareketle iç içe geçen ve zaman zaman kesişip ayrışan bir kurgu ortaya koyar. 1632 doğumlu Portekiz-Hollanda Yahudisi Spinoza’nın hayatından geniş kesitleri ele alan ve eserlerinden alıntılar yapan Yalom, filozofun gençlik döneminden, 1650’lerden, öldüğü 1666’ya kadarki mücadeleli ve zorlu hayatını mercek altına alır. 

Yazar bir yandan da Baltık Almanlarından (bir yanıyla Yahudi) olup filozofluğa soyunan bir gazetecinin, 1946’daki Nürnberg Mahkemeleri’nde idam edilen Nazi ideoloğu Alfred Ernst Rosenberg’in Estonya’dan Münih ve Berlin’e uzanan ve darağacında son bulan yaşamına ışık tutarak, 1920’lerden 1940’lara uzanan bir süreçte onun aynasında yansıyan Spinoza’ya bakıyor. Bu yönüyle ilginç bir kurgusu var kitabın, “Spinoza ve ona uygulanan aforoz, Yahudi kimliği ve özgürlük arayışı ekseninde, bir Nazi subayının/ideoloğunun kendini arayışı” şeklinde tarif etmek daha doğru olabilir bu romanı.

Yahudi cemaati ve Spinoza

1632’de Amsterdam’da doğan Spinoza, Portekiz’deki Katolik baskıcılığından ve Engizisyon cehenneminden kaçıp Hollanda’daki nispi özgürlükler ortamına sığınan Yahudi cemaatinin bir ferdidir. Ancak bu Yahudi cemaati kendi içine kapalı, hahamların sert ve tavizsiz idaresi altında topluluğun birlik ve bütünlüğünü önceleyen, din adamlarının cemaat üzerindeki sıkı kontrolünü iki sebeple tavizsiz sürdüren bir yapıdadır. 

i) Yahudilerin büyük önem verdiği dini metinlerin yorumlanıp uygulanması hahamların tekelindedir ve bunun üzerinden devşirdikleri gücü kimseyle paylaşmak istemezler

ii) cemaati kendi liderleri kontrol edemiyorsa o zaman Hristiyan hükümet devreye girip bu kontrolü sağlamaya yönelebilir

Bu nedenle, hem cemaatten başkalarına emsal teşkil etmemesi hem de kontrolün kaybedildiği algısı oluşturmamak için en ufak bir “sapma”ya veya aykırı düşünceye tahammülü yoktur Yahudi cemaatinin. Ancak cemaat içinden bir genç adam, henüz yirmili yaşlarının başında, iyi eğitimli ve felsefeye, dinler tarihine ve evreni tanımaya büyük bir heves duyan genç Spinoza, ezberleriyle merakı ve hakikat arayışı arasında büyük tereddütler geçirmektedir. Babası inançlı bir dindar ve cemaatin mali destekçilerinden olan Spinoza, çocukluğundan itibaren yoğun bir dini eğim almış ve bir gün haham olup cemaatin liderliğine geçmesi düşünülen bir konumdadır. 

Fakat Spinoza’nın cemaat yapısı ve dinin kurumsal sistematiğinin bireyler üzerindeki kontrol arzusuna bakışı nettir: “Bizi korku ve umutla kontrol ediyorlar” (s.190). Çağlar aşan bir iktidar-birey-toplumsallık eleştirisidir bu ve 1789 Fransız Devrimi’nden sonra gelişecek bireycilik, laiklik ve diğer modern düşüncelerin de temel eleştirel dinamiklerinden biri olacaktır. 

Yahudi cemaati içinde daha önce itaatsizlik eden kişiler mutlaka olmuştur, ama adi suç nevindendir onların kabahatleri, iktidarı doğrudan sorgulamaya cüret etmemiştir hiçbiri, herem denilen ufak tefek cezalarla ve geçici müeyyidelerle kapatılır onların dosyaları. Ancak Spinoza’nın kabahati affedilir gibi değildir, inançlı bir adam olmakla birlikte eleştirmekte, kadim öğretiye eleştirel davranarak “kötü bir yol” açmaktadır.

Spinoza’nın rasyonel eleştirelliği ve aforoz edilmesi (herem)

Sonuçta bu düşünceleri sakıncalı bulunur Spinoza’nın, nasıl olur da din ulularının kadimden beri savunduğu anlatılara, dini yorumlama tarzlarına ve toplum üzerindeki iktidar ve otoritelerine saldırmaya cüret edebilir bu genç adam! Yahudi cemaati içinde daha önce itaatsizlik eden kişiler mutlaka olmuştur, ama adi suç nevindendir onların kabahatleri, iktidarı doğrudan sorgulamaya cüret etmemiştir hiçbiri, herem denilen ufak tefek cezalarla ve geçici müeyyidelerle kapatılır onların dosyaları. Ancak Spinoza’nın kabahati affedilir gibi değildir, inançlı bir adam olmakla birlikte eleştirmekte, kadim öğretiye eleştirel davranarak “kötü bir yol” açmaktadır.

Kitabın en canlı bölümlerinden biri, Spinoza’nın Yahudi cemaati lideri –ve hem babasının dostu hem de kendisinin de küçüklükten beri hocası olan- Haham Mortera ile Temmuz 1656’da sinagogdaki uzun sohbetidir (s. 155-172). Aslında bu konuşma daha ziyade hahamın, babasına olan minnet borcundan dolayı genç adama nasihat edip yaptığı işten vazgeçirme çabasıdır; münazara da münakaşa da muaheze de vardır bu karşılaşmada. Fakat Spinoza’nın bu konuşmanın devamındaki son sözü hahamı çileden çıkarır ve öğrencisini huzurundan kovar, misyon başarısız olmuştur: “Bence dini liderler siyasete karışarak kendi ruhani yönlerini kaybediyorlar. Sizin yetkiniz sadece cemaat içinde dini danışmanlık/rehberlik vermekle sınırlı kalmalı” (s.171). 

Bundan sonra katı ve sert bir aforoz gelecek, herem cezasının olabilecek en ağır versiyonu uygulanacaktır Spinoza’ya; ailesi dâhil hiç kimsenin kendisiyle temas kurmaması cemaate ihtar edilir, ne konuşma ne alışveriş ne de bir selam… Ve sürgüne mahkûm edilir bu genç adam, çok sevildiği ve çocukluğundan beri faziletli davrandığı, kendisinden hayırdan başka bir şey görmeyen onca insan bir anda sırt çevirecektir kendisine artık. Maddi manevi bir mahallesi yoktur bundan böyle, adeta ağaç kabuğu yemeye mahkûm edilmiş bir cüzzamlıdır Spinoza. Menfaatleriyle ilkeleri arasında tercih yapmaya zorlanmış ve her ne kadar kendine ağır gelecek sonuçlarla karşı karşıya kalacağını bilse de hakikat arayışının peşinden gitmeye gönüllü olmuştur. 

Spinoza’nın görüşlerinin o dönem tamamen dışa kapalı bir Yahudi dindar cemaat içinde büyük tepki çekmesi az çok anlaşılabilir bir durum aslında. Örneğin Teolojik-Politik İnceleme kitabında da yer verdiği kendi ifadelerinde dogmatik Yahudi geleneğini şu sert sözlerle eleştirir: “Dini kuşatan gösteriş ve ayinler insanların kafasını dogmacılıkla doldurup mantığı dışarı atıyor, azıcık bir şüpheye bile yer bırakmıyor… Din, mantıktan nefret eden insanları kendine çeken saçma gizemler dokusuna dönüştü… Yahudilerin Tanrı’nın seçilmiş kulları olması ve bundan dolayı Tanrı tarafından kayırıldıkları düşüncesi saçma…” (s. 191-193). 

Spinoza her ne kadar “Kalabalıklardan kitabımı okumamalarını istiyorum” dese de Engizisyon’un hüküm sürdüğü Ortaçağ’da bu düşünceler son derece cüretkâr ve tahrik edicidir. Spinoza’nın bu sözleri söylediği yıl, yani 1670, Giordano Bruno’nun sapkınlık yüzünden kazıkta yakılmasından iki kuşak, Galileo’nun Vatikan tarafından mahkemeye çıkarılıp sorguya çekilmesinden sadece bir kuşak sonraydı (s. 193). Ancak şüphesiz Spinoza da “Bu sözleri sizin için söylemiyorum, sizden sonra gelecek nesledir benim sözlerim” anlayışıyla yazıp eserlerini veriyordu. Gerçekten de hayattayken pek anlaşılmayan Spinoza, ölümünden sonra koca bir Aydınlanma felsefesinin kilit taşlarından biri haline gelecekti.

Mahallesizlik, gurbet ve sürgün

Önce ablası ve kardeşine haber verir durumu, henüz aforoz/herem kararı alınmadan durumu anlatır kardeşlerine. Ancak bir destek bulamaz, ikisi de sırt çevirecektir kendisine, belki de bu anı beklemişlerdir içten içe. Babasından kalan dükkânı devrettiği erkek kardeşi o sürgüne gittikten sonra zengin bir işadamı olacak, ablasının eşi bir sonraki haham olarak cemaate liderlik edecek, ablasıysa bir daha görünmeyecek, yıllar sonra Spinoza öldüğünde mirasından pay almak için ortaya çıkacaktır. 

Ama hayatında az bir parça parayla yaşamaya alışmış bu prensip adamının maddi varlığı borçlarını kapatmaya dahi yetmeyecek ve hayırsever bir dostunun borçlarını ödemesi sayesinde naaşı kaldırılabilecektir. Tıpkı öldüğünde zırhı bir adamda rehin olan ve yoksul olarak ölen Peygamber gibi. Tıpkı önüne sunulan imkânları elinin tersiyle iterek yalnız ve sürgünde ölmek üzereyken hasta haliyle yurduna dönen, kimsesiz bir adam gibi ölüp bir kenara atılmaktan son anda gayretli ve hamiyetli bir grup insanın omuz vermesiyle kurtulabilen, kendisi ölünce çoluk çocuğuna dahi sahip çıkılmayan o büyük ve adanmış adam, istiklal şairi gibi… 

***

Bir sonraki yazıda Spinoza’nın aforoz/herem sonrası hayat mücadelesini, ondan geriye kalan felsefi ve düşünsel mirası ve Alfred Rosenberg’in üzerindeki tesirinden hareketle, Yalom’un biyografik/psikolojik romanını incelemeye devam edeceğim.

***

Bu makalede kitaptan yapılan tüm alıntılar için bu baskı kullanılacaktır: Irvin D. Yalom (2023), Spinoza Problemi (çev. Zeliha Babyiğit), İstanbul: Pegasus Yayınları 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER