© Yeni Arayış

Sizin kârınız, bizim canımız: Özür, istifa ve protestonun kültürel kodları

Hayallerimizdeki ideal bir demokrasi, herkesin yüreğine su serpecek bir adalet, vicdanları ağrıtmayacak bir hakkın tecellisi günümüz dünyasında mevcut değil… Ancak, insan yaşamını tehlikeye atmamak, güvenlik meselesini hayatın her alanında bir kamu yararı olarak öncelemek mevzuat ve denetim kadar bir kültür işi…

Yunanistan’ın Larisa kentine bağlı Tembi bölgesinde 28 Şubat 2023’te meydana gelen ve 57 kişinin hayatını kaybettiği tren kazasının yaşandığı gün Atina’daydım, o gün ve sonrasında yaşananları çok net hatırlıyorum.

Kazanın hemen akabinde protesto amaçlı düzenlenen grevlerin ardından ülke çapında 24 saatlik genel grev ilan edildi, işçi ve memur sendikalarının ilan ettiği greve üniversite öğrencilerinin boykotları ve protesto yürüyüşleri eşlik etti.

Neredeyse hayatın durduğu grevlerde adalara sefer yapan vapur ve feribot seferleri iptal edildi, uçak seferleri grevden etkilendi.

Halkın öfkesini gösteren kitlesel protestoların yükselmesinin hemen akabinde Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Kostas Karamanlis görevinden istifa etti.

Haksız yere ölen insanların anısına istifasının bir “görev” olduğunu söyleyen Karamanlis, devletin “uzun süredir devam eden” hatalarının sorumluluğunu üstlendiğini vurgulayarak, “Bu kadar trajik bir olay yaşandığında, devam etmek ve hiç olmamış gibi davranmak imkansız. Buna siyasi sorumluluk denir” ifadelerini kullandı.

Önce insan hatasına bağlanmak istenen kazanın ardından Başbakan Kiryakos Miçotakis, “Hepimiz ülkenin demiryollarının son derece sorunlu olduğunu biliyoruz” diyerek, tren kazası kurbanlarının ailelerinden özür dilemişti.

Demiryolu sendikaları işletmeci kuruluş Hellenic Train’i hattaki güvenlik sorunları konusunda defalarca uyardıklarını belirterek, birbirini izleyen hükümetlerin ağı kötü yönetmelerinin ve güvenlik reformlarını takip etmemelerinin ölümcül kazaya neden olduğuna dikkat çekmişti.

Avrupa Birliği Demiryolları Ajansı'nın 2022 raporuna göre, Yunanistan, 28 Avrupa ülkesi arasında en yüksek demiryolu ölüm oranına sahip ülke olarak kayıtlara geçmiş durumda. Güvensiz hemzemin geçitler, zayıf altyapı, trafik yönetim sistemleri ve yetersiz personel, Yunan demiryollarının kabarık bir sicile sahip olmasında en önemli etken.

Ancak, esas sebep olarak özelleştirme hamleleri olarak gösterildi. Çünkü, demiryolları sermaye açısından en cazip özelleştirme alanlarından birini oluşturuyor. 

Neoliberal ekonomi politikalarının tüm dünyayı neredeyse esir aldığı yıllarda Yunanistan da demiryollarının özelleştirilmesi için gerekli hukuki altyapıyı tamamladı ve demiryolu şirketi OSE, taşımacılık bölümünü oluşturan TRAINOSE’nin de aralarında olduğu birkaç şirkete bölündü. İşçi sınıfının direnişiyle karşısında özelleştirme hemen gerçekleştirilemese de, ülkenin iflasa sürüklenmesinin ardından troykaya (AB, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’nin oluşturduğu üçlü yapı) teslim olması bu direnci kırdı, o dönemki koalisyon hükümeti 2013’te TRAINOSE’nin tüm hisselerini troykanın denetimindeki fona devretti. 2017’de iktidara gelen Syriza Hükümeti ise troykanın dayatmasıyla TRAINOSE’yi İtalyan devlet demiryolları şirketi Ferrovie Dello Stato Italiane’ye sattı ve şirket 2022 yazında Hellenic Train adı altında faaliyet göstermeye başlamıştı.

Neden bu kadar uzun anlattığıma gelecek olursak, meseleyi şuraya bağlamak istiyorum. Yaşanan herşeyin bireylerin lehine “yolunda ilerlediği” bir demokrasi idealize etmeye çalışmıyorum.

Büyük ihmaller, kronik ve sistematik yolsuzluklar, özelleştirme hamleleriyle artan ihmalkarlıklar, kâr odaklı ekonomi politikaları, kaynakların yanlış şekilde kullanılarak çarçur edilmesi bu ölümleri getirdi.

Biliyorum, hayallerimizdeki ideal bir demokrasi, herkesin yüreğine su serpecek bir adalet, vicdanları ağrıtmayacak bir hakkın tecellisi günümüz dünyasında mevcut değil…

Ancak, insan yaşamını tehlikeye atmamak, güvenlik meselesini hayatın her alanında bir kamu yararı olarak öncelemek mevzuat ve denetim kadar bir kültür işi…

Biz özür ve istifa kelimelerini Türkçe lügatlardan çıkaralı çokça zaman olurken, Yunanistan’da en azından istifa müessesesinin hala işlediğini, Başbakan koltuğundaki kişinin kitlelerden özür dileyebildiğini, toplumun da grev, eylem ve protesto hakkını sonuna kadar kullanabildiğini gördük.

Bolu Kartalkaya'da en az 78 kişinin hayatını kaybettiği otel yangınının üzerinden birkaç gün geçti. Fakat acı ve korku, yangının ilk saatlerindeki gibi taze olduğu olduğu kadar üzerimizdeki şok ediciliği de aynı…

Ne kazalarda, ne ihmallerde, ne denetimsizliklerle insanlar öldü, bir özür duydunuz mu, ben sorumluyum istifa ediyorum diyen oldu mu? Göremezsiniz, duyamazsınız… Çünkü, bağırarak “geliyorum” diyen kazaları bekleyen edilgen bir güruhtan talep eden, hesap soran, yurttaş sorumluluğu alan bireylerin oluşturduğu bir toplum haline dönüşmemiz için alacağımız epeyce yol var.

GÖREMEZSİNİZ, DUYAMAZSINIZ…

Bizde de Çorlu tren kazası meydana geldi, dönemin Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Cahit Turhan zerre sorumluluk almadı.

İliç maden faciasının ardından itirazlara rağmen madene kapasite artırımı veren Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum hiçbir sorumluluk almayarak koltuğunda oturmaya devam etti.

8 Şubat depreminin ardından binlerce insanı kaybettik, deprem sanki başka ülkede olmuşçasına hiçbir ilgili bakanlık koltuğunda oturan isim sorumluluk almadı.

Kartalkaya’da 78 kişiyi aramızdan ayıran yangının ardından Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, ufak da olsa belki ihmalim vardır diye bile üstüne sorumluluk almadığı gibi suçu üstüne yıkacak kişiler arıyor.

Ne kazalarda, ne ihmallerde, ne denetimsizliklerle insanlar öldü, bir özür duydunuz mu, ben sorumluyum istifa ediyorum diyen oldu mu? Göremezsiniz, duyamazsınız…

Çünkü, bağırarak “geliyorum” diyen kazaları bekleyen edilgen bir güruhtan talep eden, hesap soran, yurttaş sorumluluğu alan bireylerin oluşturduğu bir toplum haline dönüşmemiz için alacağımız epeyce yol var.

“Ölünce beni kim yıkayacak” gibi öldükten sonrayla değil, kanlı canlı hayatta kaldığımız sürenin sorunlarıyla ilgilenmeye başladığımızda, “Beni yangından kim koruyacak” diye sormaya başladığımızda üzerimize biçtikleri kurban rolünden çıkıp toplum olmayı biraz olsun başaracağız.

İhmalkarlığın, denetimsizliğin, liyakatsizliğin, kamu gücünün kötüye kullanmanın ortaya çıkardığı sonuçlar, tren kazalarında, maden facialarında, iş cinayetlerinde, tatilde, trafikte, depremde sizi buluyor, sorumlular cezalandırılmadıkça bir de üstüne himaye edildikçe felaketler katmerlenerek süregidiyor.

İdeal bir devlet-yurttaş ilişkisinin nasıl işlediğini Türkiye’de toplum unutalı çok oldu. Devlet ve yurttaş arasındaki ilişki, devletin vatandaşlarına karşı sorumluluklarını yerine getirmesi ve vatandaşların da devlete karşı sorumluluklarını yerine getirmesi ile belirlenir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildiği dönemde, “Bir teknokratlar kabinesi asla düşünmem. Çünkü biz bürokratik oligarşiden çok çektik. Benim bir lafım var biliyorsunuz. Devleti şirket gibi yönetmek. Bunu başarırsak netice alırız” sözleri hafızalarımızda hala taze. Erdoğan’ın şikayet ettiği o “bürokratik oligarşiden” kurtulmak adına başkanlık sistemi altında bürokrasiyi nasıl işlevsizleştirdiğini, onun yerine tamamen Saray’a ve yeni rejime bağlı kurumlar kurarak devlet kurumlarının içini nasıl boşalttığını hep birlikte izledik.

Diğer yandan bürokrasiyi ortadan kaldırıyoruz denilerek, kamunun yetkilerinin özel birtakım yapılara devredildiği, denge ve denetlemenin tümüyle ortadan kaldırıldığı, hesap verme, şeffaflık, kamunun bilgilendirilmesi gibi temel demokratik mekanizmaların işlevsizleştirildiği, kaotik bir yönetime doğru evrildik. Devlet, şirket gibi yönetilebilsin diye biz de o devlet şirketi çarkının dişlileri arasında sürekli ölüyoruz…

Liyakat mi, istifa mı, özür mü, onlar bize çok uzaklardan el sallıyor…

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER