© Yeni Arayış

Siyasette parti kavramı çözülüyor mu?

İnsanların beklentilerini karşılamayan, onları temsil etmeyen, yalnızca birer nefer olarak görüp onları yönetme/kullanma amacı güden, yukarıdan aşağıya yön veren parti anlayışının ortadan kalkacağını düşünenlerdenim.

İnsanların beklentilerini karşılamayan, onları temsil etmeyen, yalnızca birer nefer olarak görüp onları yönetme/kullanma amacı güden, yukarıdan aşağıya yön veren parti anlayışının ortadan kalkacağını düşünenlerdenim. Bunun yerine insanların kendilerinin oluşturacağı, kendi beklentilerini karşılayan, daha esnek, daha tabana yayılmış, daha dinamik ve aşağıdan yukarıya yön veren örgütlenme modellerinin gündeme geleceği günler yakındır diye umuyorum.

Siyaset dünyasında parti deyince genel olarak ülke yönetimiyle ilgili düşünce, ideoloji ve inançları birbirine yakın olan, doğrudan veya dolaylı bir şekilde iktidar olmayı hedefleyen ve bu amaçla örgütlenen bir insan grubu anlaşılır.

Bu tanımın dar ve daha çok iktidar odaklı olması bir yana bugün çevremize baktığımızda insanların çoğunluğu için bildiğimiz anlamda bir parti bağlılığının gittikçe azaldığını görüyoruz. Siyasal kutuplaşmaların çok yoğun yaşandığı bizim gibi ülkeler dışında çoğu ülkede insanların partilere bağlılıkları son derece zayıflamış durumda. Seçimlere katılım oranları, partilerin programlarının hatta genel başkanlarının isimlerinin bile bilinmemesi gibi birçok göstergeden bunu anlayabiliyoruz. Belirli bir yaşın üzerindeki insanların eski alışkanlıklarla partilere olan ilgileri az da olsa devam ederken özellikle gençlerde gittikçe azalan bir ilgiden daha doğrusu ilgisizlikten söz edebiliriz. Bu yazıda biraz bunun nedenleri üzerinde durmak ve konuyla ilgili görüşlerimi paylaşmak istiyorum.

Öncelikle konuyla ilgili birkaç noktayı kısaca not etmek gerekirse, sayıları çok olsa da aslında partileri çok genel olarak birkaç başlık altında gruplayabiliriz: Milliyetçi, muhafazakâr, liberal, sosyal demokrat, sosyalist vb. gibi. Bunlar da genel olarak sağ/aşırı sağ, merkez ve sol/aşırı sol gibi daha genel bir şekilde kategorize edilebilirler.

Bunlardan sağ partilerin genel olarak kurulu düzenin korunması, ekonomi, din, aile vd. gibi konulara önem verdiklerini görürüz. Bu tür partiler, genellikle toplumsallık iddiasından uzak, daha çok bireyselliğe önem veren yapılar oldukları için taraftarları açısından ekonomik çıkar vb. beklentilerin daha güdüleyici olduğu bir şekle dönüşebiliyorlar. Örneğin bu partilere ilgi çok olmasına karşın siyaset tarihinde ideolojisi, ülkesi, toplumu için çok bedel ödemiş sağ parti mensuplarıyla çok karşılaşılmıyor. Buna karşın sol partilerin daha toplumsal bir nitelik taşıdıklarını ve evrensel bazı konuları (çevre, insan hakları, hayvan, eşitlik vb.) gündemleştirme iddiasında olduklarını görüyoruz. Sol partilerde idealler, haklar, özgürlükler vd. kavramlar için kendini feda etmiş ve bedel ödemiş çok sayıda kişilikle karşılaşmak mümkün. Ancak onların da gerçek dünyanın gerçek sorunlarına (ekonomik büyüme, üretimin artırılması, teknolojik gelişim, rekabet, bürokrasi vb.) ilişkin çözümler bulma konusunda zorlandıklarını -tarihsel birçok örnekte de görüldüğü gibi-biliyoruz.

Türkiye özeline bakarsak, Yargıtay’ın web sitesine göre Türkiye’de şu andaki faaliyetlerini sürdüren 168 adet siyasi parti var görünüyor. Bu kadar çok partinin olması aslında bir yönüyle çok renkli ve çeşitli bir siyaset dünyasının var olduğu şeklinde yorumlanabilir. Ancak öte yandan partilerin birçoğunun aslında siyaset anlayışı, ideoloji, politika vb. açıdan birbirlerinden çok farklı olmadıklarını, daha çok liderler çevresinde toplanan ve iktidar olmanın nimetlerinden yararlanmayı hedefleyen bir grup insandan oluştuklarını da biliyoruz. Dolayısıyla bu ve başka nedenlerden dolayı toplumsal çeşitlilik ve parti sayısındaki bu renklilik, olması gerektiği gibi siyaset dünyasına yansımıyor, ne yazık ki.

Benzer şekilde partilerin bayrak ve amblemlerine baktığımızda da çok büyük bölümünün renklerinin kırmızı ve beyazdan oluştuğunu, daha çok ay, yıldız, bayrak ve dini sembollerin kullanıldığını görüyoruz. Bunu bir yönüyle partilerin sivil olamaması, devletten kopamaması ve bağımsız bir kimlik kazanamaması şeklinde yorumlayabiliriz. Çoğu parti, hem belki devlet olanaklarından yararlanmayı kolaylaştırmak hem de genel anlamda devletle resmî ideoloji bağlamında ters düşmemek için böyle bir yaklaşım gösteriyor olabilir. Bunun sonucu olarak da ülkemizde sivil toplum örgütleri üzerinden siyasete katılma anlayışının çok gelişmediğini, siyasete katılımın neredeyse tek yolunun siyasi partiler haline geldiğini söyleyebiliriz. Onlar üzerinden ne kadar katılımın sağlanabildiği ve ne kadar sağlıklı olduğu sorusu ise ayrı bir tartışma konusu tabii.

Bu kısa, genel notlardan sonra tekrar konuya dönersek.

Öncelikle biliyoruz ki geçmişte dünyadaki sınırlar nedeniyle yaşamla ilgili gündemleşebilecek alan sayısı oldukça kısıtlıydı. Bunlardan ekonomi, devlet, din, toplum, diğer ülkelerle ilişkiler vb. gibi birkaç başlığa göre insanlar hangi partiyi destekleyeceklerine karar veriyorlardı. Her konuda partiyle aynı görüşte olmak gibi bir beklenti olmadığı gibi partiden ayrı bir görüşe sahip olmak gibi kavramlar da çok yoktu. İnsanlar, çok genel sınıflandırmalar çerçevesinde mevcut yapılardan kendilerine en yakın olan birisine girip kendilerini orada tanımlıyorlardı.

Ancak artık hayat çok daha renkli ve fazla çeşit barındırıyor. Her birey için yaşam artık çok daha boyutlu ve basit birkaç kavram ile tanımlanamayacak, kategorize edilemeyecek durumda. İnsanlar en azından bilinç düzeyinde artık çok daha aktif durumdalar ve yaşamlarında söz sahibi olmak istiyorlar. Dolayısıyla eskiden yapılmış olan klasik parti sınıflandırmalarının çok uzağında bir yere doğru gidiyoruz. Yine eskiden çoğu insanın aklına gelmeyen bazı kavramlar, bugünün en önemli gereklilikleri haline gelmiş olabiliyor. Örneğin eskiden hiç akla gelmeyen çevreye veya hayvanlara ilişkin politikalar, bugün birçok insan için bir partiyi desteklemek ya da desteklememek için en önemli kriter haline gelebiliyor.

Bunun yanında hayat, genel olarak merkezden çevreye doğru ilerliyor. Toplum kadar -belki daha fazla- bireyin önemli olduğu bir anlayış gelişiyor. Güç, önem ve yönetim merkezden çevreye, yerele doğru kayıyor. Finansın, para kullanımının bile merkezi olmayan bir özellik taşıdığı kripto dünyasına doğru evrildiğini görüyoruz. Eskiden gücün ve bilginin toplandığı merkezin (devletlerin, okulların, partilerin vd.) toplumları ve dolayısıyla insanları şekillendirdiği, belirlediği bir süreç yaşanıyordu. Şimdi ise her bir bireyin kendi başına bir hazine olduğu; her bir bireyin dünyanın en iyi bilim insanı, sanatçısı, sporcusu, edebiyatçısı, felsefecisi, vd. olma potansiyelini taşıdığı bir döneme girdik. Özellikle iletişim teknolojilerinin büyük bir hızla gelişmesi, ulaşımın kolaylaşması, bilgiye ve olanaklara erişimin hızlanmasıyla artık her bir birey kendi içinde dünyanın en önemli, en değerli varlığı haline gelebiliyor.

Yaşamın renkliliği, çeşitliliği ve dinamizmi eskiye oranla çok arttığı için daha statik bir yapı olan parti kavramının, insanların düşünsel ve duygusal olarak beklentilerini karşılama ve değişen koşullara uyum sağlama şansı da gittikçe azalıyor.

Bütün bunların etkisiyle artık eskiden olduğu gibi bir partinin belirli kuralları, görüşleri, ideolojileri oluşturup da insanların önüne getirmesi, onlar üzerinden insanları şekillendirmeye çalışması pek mümkün görünmüyor. Artık her bir birey kendi önceliklerini kendisi belirlemek, kendi parti programını kendisi yapmak istiyor. Bir başkasının programının içine hapsolmak istemiyor. Ayrıca eskiden parti üyesi, parti çalışanı demek bir anlamda partinin askeri, neferi demekti. Çoğunlukla emirlerin yukarıdan verildiği, parti üyelerinin çok söz hakkının olmadığı, bir anlamda partinin (siyasetinin, ideolojinin vd.) daha önemli olduğu ama bireyin o kadar da önemli olmadığı süreçler yaşanıyordu. Dolayısıyla insanlar kendi farklılıklarını, düşüncelerini, görüşlerini bir kenara itip partinin programı içerisinde kendilerini sınırlayabiliyorlardı. Ancak artık hiçbir birey, bir başka insana bağlı olmak, ondan emir almak istemiyor. Yaşam artık çok daha renklenmiş, çok daha boyutlanmış durumda. Dolayısıyla bir insanın yaşamın tüm boyutlarına ilişkin kendine ait görüşleri, düşünceleri var. Herhangi bir kişinin/partinin görüş ve yönlendirmelerine ihtiyaç duymadığı gibi onlarla sınırlandırılmak, onların içinde hapsolmak da istemiyor.

Yaşamın renkliliği, çeşitliliği ve dinamizmi eskiye oranla çok arttığı için daha statik bir yapı olan parti kavramının, insanların düşünsel ve duygusal olarak beklentilerini karşılama ve değişen koşullara uyum sağlama şansı da gittikçe azalıyor. Örneğin bir siyasi partinin programının çok genel olarak 10 bölümden (örneğin, ekonomi, dış politika, eğitim, güvenlik, sağlık vd.) oluştuğunu düşünelim. Eskiden insanlar, bu 10 konunun içinden en çok sayıda konuya ilişkin görüşlerini paylaştıkları partiyi kendilerine yakın hissederler ve ona oy verirlerdi. Örneğin A partisiyle yedi, B ile beş, C ile üç, D ile bir konuda yakın iseler kendilerini A partili sayarlardı. Yakın hissetmedikleri diğer üç konu için de katılmasalar bile partilerinin görüşü olduğu için onları da savunurlar ya da rahatsız bile olsalar sessiz kalırlardı. Şimdi artık insanlar çok daha bilgili, bilinçli ve özgüvenli durumdalar. Şu an için mevcut partilere baksak zaten yaşamın renkliliği ve çeşitliliğinden dolayı örneğin 10 konunun yedisinde bizimle benzer düşünen bir parti bulmak zordur. (Bugün bir partiyi destekleyen insanların kaç tanesi gerçekten o partinin programını beğendikleri için destekliyorlar acaba? Ve bu program ile kişisel beklentilerin örtüşme oranı yüzde kaçtır?) Bulsa bile bugün hiç kimse örneğin yedi noktada benzer düşünüyor diye kendisini bütünüyle A partili olarak görmeyecektir. Geride kalan üç konunun her birisi (veya tümü) ile o partiyle yan yana gelmeyecek kadar büyük görüş farklılıkları içerebilir. Ayrıca belki bugün yedi noktada benzer olduğu A partisiyle bir yıl sonra -hem kendinin hem partinin hem de koşulların değişmesinden dolayı- çok daha az yakınlık hissedebilir. Dolayısıyla artık her bir bireyin,görüşlerinin çoğunu veya bir bölümünü paylaşıyor diye bir partiye kendini bütünüyle adaması, adasa bile bunun sürekli olması mümkün görünmüyor.

Bu anlamda belki tersinden, daha insan odaklı bir örgütlenme anlayışının gelişmesi gerekir. Yani örneğin her birimizin kendimiz için önemli olan 10 konu belirlediğimizi düşünelim. Bu 10 konuyla ilgili partilerin programlarına baktığımızda A partisinin beş, B partisinin dört, C partisinin üç, D partisinin iki noktada beklentilerimizi karşıladığını varsayalım. Bu durumda bu partilerden hiç birisine “benim partim” diyemeyeceğimiz ortadadır. Bu noktada belki 10 bölüm içinde bizim açımızdan en kritik olanı/olanları belirleyip o konuda yaklaşımını beğendiğimiz partiyi geçici olarak destekleme yoluna gidebiliriz. Ya da eğer bizim için kritik olan konularda bir partinin görüşlerini beğenmiyorsak başka bir sürü konuda ortak düşünsek bile onu desteklemeyebiliriz. Bu anlamda belki en doğrusu, her birimizin kendimiz açısından önemli gördüğümüz konuları belirleyip her bir partiyi o anlayışı dikkate alması konusunda yönlendirmemiz ve gerektiğinde eleştirmemiz olabilir. İnsanların siyasi partilere gittiği dönemlerin bittiğini düşünüyorum. Artık partilerin insanlara gitmesi, onların istekleri ve beklentileri doğrultusunda kendilerine yön vermeleri gerekir bence.

İnsanlar adına bazı insanların milletvekili vb. seçilip geride kalanları pasifize ederek tüm yetkiyi kullanmaları şekline dönüşmüş olan temsili (oy çokluğuna dayalı) demokrasinin de hiçbir soruna çözüm getirmediği, tam aksine neredeyse bütün sorunların kaynağı olduğu gerçeğini de başka bir yazıda tartışalım derim.

Özetlemek gerekirse; insanların beklentilerini karşılamayan, onları temsil etmeyen, yalnızca birer nefer olarak görüp onları yönetme/kullanma amacı güden, yukarıdan aşağıya yön veren parti anlayışının ortadan kalkacağını düşünenlerdenim. Bunun yerine insanların kendilerinin oluşturacağı, kendi beklentilerini karşılayan, daha esnek, daha tabana yayılmış, daha dinamik ve aşağıdan yukarıya yön veren örgütlenme modellerinin gündeme geleceği günler yakındır diye umuyorum. Şunu unutmamalıyız ki aslolan biziz, partiler değil. Partiler de devletler de kurumlar da insanlar için var. İnsanlar onlar için değil.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER