Siyasetin yol haritası olabilir mi?
SİYASETMevcut Türkiye’de kanaatimce hepimizin milletçe en çok ihtiyaç duyduğu şey: Ahlak olsa gerek. Ahlakın olmadığı yerde ne adalet ne de hukukun üstünlüğünden bahsetmek beyhude olsa gerek!
Milli egemenlik teorisinde halk sadece oy kullanan, seçimden seçime sandığa giden bir obje olarak görülür. Halk egemenliğine dayalı bir sistemde ise son sözü hep halk söyler. Günlük siyasetin kısır dilinden kurtularak bu ülkeyi daha da ileri götürecek yeni bir anayasayla bu ülkenin insanları ve siyasetçilerinin bunu başarabileceği inancını taşıyor ve taşımak isteyen bir fert olarak yarınlar için hep ümitvar olmak istiyorum.
Bir kavga anında kimin haklı kimin haksız olduğuna o ülkede geçerli olan hukuka ve ahlaki anlayışa bakarak karar vermeniz gerekir. Hukuka uygun olan her zaman ahlaka uygun olmayabilir. Hele de laikçi-sekülerist anlayışla zihinler iğdiş edilip hukuk ve dinin bir arada olamayacağına ya da farklı dünyalara ait kurumlar olduğuna topyekün bir toplum anaokulundan başlayarak eğitim hayatının tamamında buna inandırılmış veya inandırılmaya çalışılmışsa...
Aslında Hz. Muhammed (s. a. v.) tüm toplumlar için geçerli olacak muhteşem ölçüyü çok güzel ifade etmiş: Kendin için istediğini başkası için de istemek, kendin için istemediğini başkası için de istememek; diğer bir ifadeyle mevcut şartlar ve olaylar altında şahsıma karşı nasıl davranılmasını istiyorsam size de o şekilde davrandığım zaman tüm sorunlar çözülmüş olacaktır.
Can alıcı soru: Son bir aydan fazladır iktidar ve muhalefet partilerinin taraf olduğu kavgada bir an için şöyle düşünelim; CHP iktidar, AKP ise muhalefet olsun. AKP, bu eylem ve davranışların kendi partisine karşı yapılmasını tasvip eder ve kabul eder miydi? Ne kadar da basit bir ölçü değil mi?
Kimsenin benim dini inancımla dalga geçmesini istemediğim için ben de başkasının dini inancıyla dalga geçmeyeceğim. Hak ettiğim bir yerin başkasına verilmesini istemediğim için ben de hak etmediğim bir yere oturmayacağım. Aldatılmak istemediğim için ben de başkasını aldatmayacağım. Benden bir şeyin çalınmasını istemediğim için ben de kimseden bir şey çalmayacağım. Bana ait fikirlerin başkası tarafından kendisine aitmiş gibi dile getirilmesini veya yazılmasını istemediğim için başkasına ait fikirleri de bana aitmiş gibi dile getirmeyeceğim veya yazmayacağım...
Mevcut Türkiye’de kanaatimce hepimizin milletçe en çok ihtiyaç duyduğu şey: Ahlak olsa gerek. Ahlakın olmadığı yerde ne adalet ne de hukukun üstünlüğünden bahsetmek beyhude olsa gerek! Yanıldığımız konulardan birisi de iktidar değişikliğiyle Türkiye’deki ekonomik krizin hemen sona ereceği ve muhalif seslere müdahale edilmeyeceğidir. Gerçekten de öyle mi! İndoktrinasyonun (hangi otorite olursa olsun ferde zorla inanç veya ideolojinin dayatılması) bu kadar yoğun olduğu bir toplumda ve ülke de bireyler ne kadar özgür düşünebilir ve hür olabilir ki! Hep zihinlerimiz ya bizim gibi düşünürsün ya da yanlış yoldasın şeklinde kodlanmışsa, o ülke de ne kadar hür fertlere sahip olabiliriz ki! Daha önce de ifade ettiğimiz üzere; ifade hürriyetinin olmadığı bir yerde hiç bir hürriyetin gerçek anlamda var olamayacağıdır. İfade hürriyeti diğer hürriyetlerin hem anası hem de babasıdır.
Son on yılda şahsi konuşmalarım ve özellikle de yazılarımda ısrarla ifade ettiğim: Bu güzelim cennet vatanda her daim cenneti yaşamak için bir anayasal cumhuriyetin inşası farzlar ötesi farz olmuştur yani olmazsa olmaz durumuna gelmiştir.Bu noktada yazdıklarımı daha düne kadar ütopya olarak görenlere şunları hatırlatmak isterim: Anayasal cumhuriyeti inşa edip, moda tabirle sürdürülebilir hale getirmek üç şarta bağlıdır. Bunlar dar bölge seçim sistemi, temsilcilerin azli ve halk girişimi; bu kurumlar mutlaka yapılacak yeni bir anayasa da yer almalıdır. Ülkemizdeki elitist uygulamaları sona erdirmek ve millete dayanan bir anayasal cumhuriyeti inşa etmenin mutlak gerekli olan araçları bunlardır.
Siyasette kilitleri açan veya kapatan halk olacaktır. Eğer yolunda gitmeyen bir şey varsa halk bu sayede parti liderlerini, milletvekillerini ve belediye başkanlarını kendi tercihleriyle her an değiştirebilecektir. Ama diyorsanız ki; bu halk cahildir, bu işlerden anlamaz. O zaman kendinizi elitist birisi olarak tanımlayıp halka inanmadığınızı, seçkinci bir sisteme inandığınızı cümle aleme ilan etmekten çekinmeyiniz.
Mesela; partilerin milletvekilinden, belediye başkanına, başbakana ve cumhurbaşkanı adayına varıncaya kadar kendi adaylarını ön seçimle belirlemesi halk girişimi kurumunun bariz örneklerinden biri olsa gerek. Aynı şekilde yeniden seçim talep edilmesi için imza toplanması da bunun bariz bir örneğidir. Demek ki millet için yapılan veya yapılacak siyaset te halkın duygu ve düşüncelerine tercüman olacak kanalları açık tutmak gerekir ki, bu sayede milli egemenlikten ziyade halk egemenliğine dayalı bir anayasal cumhuriyet inşa edilmiş olsun. Sonuçta siyasette yarışı, halkı ikna eden kazansın ve halk her daim sistemin üzerinde sistemi denetler konumda olsun. Milli egemenlik teorisinde halk sadece oy kullanan, seçimden seçime sandığa giden bir obje olarak görülür. Halk egemenliğine dayalı bir sistemde ise son sözü hep halk söyler. Günlük siyasetin kısır dilinden kurtularak bu ülkeyi daha da ileri götürecek yeni bir anayasayla bu ülkenin insanları ve siyasetçilerinin bunu başarabileceği inancını taşıyor ve taşımak isteyen bir fert olarak yarınlar için hep ümitvar olmak istiyorum.
Afrika diye düşüncelerimiz de genelde aşağıda gördüğümüz, gelişmemiş ülke algılarını (Batı hegomanyasının zihinlerimizi iğdiş ettiği alanlardan birisi olarak) bir kenara bırakacak olursak; bu anlamda Güney Afrika ve Kenya uygulamalarını dikkatle inceleyerek yeni bir anayasa yapımına başlamadan önce halkımızı doğrudan yönetimin araçları -dar bölge seçim sistemi, halk girişimi ve temsilcilerin azli vb.- konusunda yetiştireceğimiz hukukçularla özellikle avukatlarla bilgilendirme toplantıları yaparak bu seferberliği başlatabiliriz. Böylece siyasette kilitleri açan veya kapatan halk olacaktır. Eğer yolunda gitmeyen bir şey varsa halk bu sayede parti liderlerini, milletvekillerini ve belediye başkanlarını kendi tercihleriyle her an değiştirebilecektir. Ama diyorsanız ki; bu halk cahildir, bu işlerden anlamaz. O zaman kendinizi elitist birisi olarak tanımlayıp halka inanmadığınızı, seçkinci bir sisteme inandığınızı cümle aleme ilan etmekten çekinmeyiniz.
Diğer bir konuda aynı alanda çalışan fertler birbirine rakip olduğu için o alanda uzmanlaşmış diğer kişilerin veya kurumların hakemliğine ihtiyaç duyarlar. Diğer bir tabirle Batı’da Bonham Davası’ndan beri ifade edilen prensip: Kimse kendi davasının hakimi olamaz! Bu nedenle bu ülke de acilen değiştirilmesi gereken uygulamalardan birisi de budur. Mesela bu anlamda hakim ve savcıların birbiri hakkında karar vermesini veya meslek odalarının kendi üyeleriyle ilgili hüküm tesis etmesini (ardından yıllarca yargı da hak arayarak yanlışı düzeltmeye çalışmak); bu anlam da ombudsmanlık kurumunu daha da geliştirerek veya yargılamaları dışarıdan seçilen bir jüri modeliyle de destekleyerek tarafların birbirine rakip olma durumunu minimize edebilirsiniz. Bu vb. örnekler ülkemizde maalesef hemen hemen her alanda bulunmaktadır. Bu anlamda siyasette hakem ise halktır yani bağrından çıktığımız millettir.
Özetle; bu ülkede onca yıllardır devam eden düşünen insan (dindar, milliyetçi, devrimci, komünist inanca ve ideallere sahip olması fark etmeksizin) sürek avını sona erdiren ve yarınlara bir nebze de olsa ümitle bakmamıza sebep olan AK Parti’nin siyasetteki tıkanmışlıkları, düğümleri halkı hakem kılarak çözeceği arzusuyla, hala halka rağmen elitist anlayışa sahip kişilere-maalesef hem iktidar da hem de muhalefette temsilcisi haddinden fazla olan- kulak asmadan bunu başaracağına inanmak istiyorum. Bu duygu ve düşüncelerle bu ülkenin ve dünyanın yarınların da mevcut nesiller ve gelecek nesiller için hep aydınlık ve daha adil, huzur dolu günlerimiz olması temennisiyle...
İlginizi Çekebilir