© Yeni Arayış

Sinan Ateş cinayeti: Bilerek aydınlatılmayan bir suç daha

Daha önce farklı gerekçelerle ama benzer yöntemlerle Hrant Dink’e, Tahir Elçi’ye, Uğur Mumcu’ya yapılanlar ne ise, burada da aynı patern izlenmiş. Türkiye’de özellikle “Devlet’in bekası” söz konusu olduğundan işleyen bir yargı maalesef yok. Bu yargılama, yalnızca adaletsizlik duygusunu pekiştirmeye, güçlünün hukukunun her zaman galip çıkacağını bir kez daha idrak etmeye, zenginlerin bir biçimde her zaman sıyıracaklarını anlamaya hizmet etti.

Ülkü Ocakları Eski Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesine ilişkin davada dün karar açıklandı. 22 sanıklı davada tahliye edilen 6 kişiyle birlikte, tetikçi ve azmettirici müebbet hapis cezasına çarptırılmış. Tetikçi Eray Özyağcı’ya "tasarlayarak kasten öldürme" suçundan ağırlaştırılmış müebbet ve olay anında Ateş’in yanında bulunan Selman Bozkurt'a yönelik "kasten öldürmeye teşebbüs" suçundan ise 13 yıl hapis cezası verilmiş. Özyağcı'yı motorla olay yerinden kaçıran Vedat Balkaya’ya "tasarlayarak kasten öldürme" suçundan ağırlaştırılmış müebbet ve müşteki Selman Bozkurt'a yönelik "kasten öldürmeye teşebbüs" suçundan ise 13 yıl hapis cezası verilmiş. Ofis önünde keşif yapan Suat Kurt’a "tasarlayarak kasten öldürme" suçundan ağırlaştırılmış müebbet ve müşteki Selman Bozkurt'a yönelik "kasten öldürmeye teşebbüs" suçundan ise 13 yıl hapis cezası verilmiş. Azmettici ve tetikçiyi Ankara’ya getiren Doğukan Çep, "tasarlayarak kasten öldürme" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edilmiş.

Dosyada azmettirici olaran geçen eski Ülkü Ocakları yöneticisi ve telefonundan kurtarılan yazışmalarla olayın biraz olsun aydınlatılabildiği Tolgahan Demirbaş’a da "tasarlayarak kasten öldürmeye azmettirme" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmiş. Tetikçiyi transporter araçlar Ankara’ya getiren özel harekat polisleri Mustafa Uzunlar, Aşkın Mert Gelenbey, Murat Can Çolak ve Emre Yüksel ise 15 ile 18 yıl arasında değişen cezalara çarptırılmışlar. Dava kapsamında toplam 11 sanık için hapis cezası verilmiş, 5 kişi beraat etmiş, 6 kişiye ise tahliye edilmiş.

Tahliye edilenlerden biri Serdar Öktem. Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım’ın Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanlığı döneminde birlikte çalıştığı isimlerden olan Öktem, aynı zamanda Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcılığı da yapmış olmasıyla dikkat çekiyor.

Hrant Dink cinayetinde ne olduysa, Sinan Ateş cinayetinde de o oldu işte anlayın! Yalnızca tetikçiler ceza aldı, daha üste kimse çıkmaya cesaret edemedi. Savcıyım diye kurum kurum sokakta gezenlerin cesaret düzeyinin ancak işlenen kabahat belli olmasın diye sürekli kahverengi pantolon giyenler kadar olduğu da böylece anlaşıldı. Maalesef yargımız, bir türlü devletten de bağımsız bir yargı olamıyor.

DİNK CİNAYETİNDE NE OLDUYSA, ATEŞ CİNAYETİNDE DE O OLDU!

Öktem’in cinayetin İstanbul ayağında eylemi organize eden Doğukan Çep, Eray Özyağcı ve Ufuk Köktürk gibi isimlerin avukatı olması ise kritik önemde bulunuyor. Soruşturma aşamasında İstanbul’daki eylemci ekiple Ankara’daki azmettiriciler arasında bağlantıyı sağlayan kişi olduğu iddia edilen Öktem, sorgusu sırasında “covid geçirmesi nedeniyle hafızasının iyi olmadığını ve telefon şifresini hatırlamadığını” iddia etmiş. Serdar Öktem, savcılar değiştirilerek dosyanın Başsavcıvekili Ahmet Altun koordinatörlüğüne verilmesinden sonra hazırlanan iddianamede sadece “tetikçinin Ankara’dan İstanbul’a kaçırılması sırasında Bolu’da olmak”la suçlanmıştı.

İddianamede Öktem'in, İstanbul ile Ankara'daki şüpheliler arasındaki bağlantıyı kurmasına ilişkin olarak hiçbir değerlendirme yer almamış, sosyal medyaya düşen ve Öktem’e ait olduğu iddia edilen yazışmaların da araştırılmadığı anlaşılmıştı. Öte yandan avukat Serdar Öktem’in üzerinde Emniyet Genel Müdürlüğü vekâleti bulunduğu da iddia edilmişti. Öktem’in tahliyesi, olayın yargı seviyesindeki algılanışını gayet net gösteriyor aslında. Görünen o ki “Devlet”, en alt düzeydeki tetikçiler ve azmettirenler dışında daha üst seviyedeyi kimseye işin sirayet etmesini istememiş. Öktem ve daha üst düzeydeki, aslında sorumluluklarını davayı izleyen herkesin gayet iyi anladığı hiç kimse, yargı radarına girememiş. 

Hrant Dink cinayetinde ne olduysa, Sinan Ateş cinayetinde de o oldu işte anlayın! Yalnızca tetikçiler ceza aldı, daha üste kimse çıkmaya cesaret edemedi. Savcıyım diye kurum kurum sokakta gezenlerin cesaret düzeyinin ancak işlenen kabahat belli olmasın diye sürekli kahverengi pantolon giyenler kadar olduğu da böylece anlaşıldı. Maalesef yargımız, bir türlü devletten de bağımsız bir yargı olamıyor. “Devletin yargısı” ise ancak bu kadar adalet dağıtabiliyor.

Yargı sürecinde anlaşıldı ki, Sinan Ateş’in Ülkü Ocakları Başkanlığı görevinden alınmasına karşın siyasi faaliyetlerini sürdürmesi ve şehir şehir gezerek temaslarda bulunması, parti içindeki belli grupları rahatsız etmiş. Ateş’e haber gönderilerek, siyasi faaliyetlerini sonlandırması, sadece akademik faaliyetlerde bulunması istenmiş, ancak Ateş telkinleri dinlememiş. Yakın çevresiyle yaptığı görüşmelerde Ateş, sadece kendisinin değil, ziyaret ettiği kişilerin de arandığını ve kendisiyle irtibatlarının kesilmeye çalışıldığını anlatmış. Ateş’in üst düzey bazı isimlerin Mersin Limanı üzerinden uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yaptığı konusunda elde ettiği bilgileri istihbarat birimleriyle paylaştığı da öne sürülüp, bu nedenle hedef olduğu da konuşulmuş.

Bu yargılama, yalnızca adaletsizlik duygusunu pekiştirmeye, güçlünün hukukunun her zaman galip çıkacağını bir kez daha idrak etmeye, zenginlerin bir biçimde her zaman sıyıracaklarını anlamaya hizmet etti. Yargı cephesinde yeni bir şey yok!

YARGI CEPHESİNDE YENİ BİR ŞEY YOK!

Benim anladığım, hedef olmasına ilişkin en önemli faktörlerden biri, Ateş’in Bahçeli’den sonra Genel Başkanlık koltuğunun en güçlü adaylarından biri olduğu yönündeki söylentiler. Ateş’in bilinçli şekilde karalanmaya çalışılması da bunu gösteriyor, mesela Ateş hakkında Ülkü Ocakları Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım’a yakın olduğu söylenen Orhun Haber isimli siteden "FETÖ’cü olduğu" yönünde paylaşımlar yapılması, benzer paylaşımların Ateş’in öldürüldüğü güne kadar devam etmiş olması, tabloyu daha da netleştiriyor.

Bir yiğidi daha, itinayla yemişler! Daha önce farklı gerekçelerle ama benzer yöntemlerle Hrant Dink’e, Tahir Elçi’ye, Uğur Mumcu’ya yapılanlar ne ise, burada da aynı patern izlenmiş.

Türkiye’de şekilsel olarak işleyen, ticaret hukuku, boşanma hukuku ya da icra hukuku gibi alanlarda görece işleyen asgari bir hukuk ve adalet anlayışı evet var, ama özellikle “Devlet’in bekası” söz konusu olduğundan işleyen bir yargı maalesef yok. Bu yargılama, yalnızca adaletsizlik duygusunu pekiştirmeye, güçlünün hukukunun her zaman galip çıkacağını bir kez daha idrak etmeye, zenginlerin bir biçimde her zaman sıyıracaklarını anlamaya hizmet etti. Yargı cephesinde yeni bir şey yok! Devlet içindeki çetelerden bir türlü yakasını kurtaramayan bu yargı erkinin dikiş tutmasına da imkan yok!

 

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER