Şimdi bize ne gerekli; daha fazla itaat mi, itaatsizlik mi?
GENELHaksızlık karşısında yapılan itirazlar, eşitlik ve adalet için gösterilen mücadeleler, kendi başına gelmese bile bir başkasının yaşadığı olumsuzluğa karşı gösterilen tepkiler, insan hakları temelindeki arayışlar, tüm bunlar, vatanını ve insanını seven, gelişmeyi arzu eden, sorumluluk alan ve bunun karşılığında bedel ödemeyi göze alan erdemli insanların yapacakları eylemlerdir. Yani sanılanın aksine, itaatsizlik, bir hainlik ya da düzen bozuculuk değil, bilakis vatanseverliğin ta kendisidir.
"Barış ancak insanlar adil olduğunda mümkündür."
Halil Cibran
Yazının başlığını ve konusunu seçerken, kendimi iflah olmaz bir isyankar olarak hissetmem, gerçekten öyle olmamdan dolayı değil, itaatsizlik kavramına yüklenen olumsuz algının, benden habersiz, bana bile sirayet etmesinden kaynaklandığını düşünmekteyim.
Toplumsal davranışlarımıza baktığımızda, düşündüğümüz, hissettiğimiz ya da eyleme geçirdiğimiz birçok şeyin, sinsice içimize işlediğini ve biz farkında olmasak bile, bizi ele geçirdiğini, yüksek bir bilinç ile fark edebiliriz ancak. Algılarımız, duygularımız ve değerlerimiz sistemli bir şekilde maruz bırakılan manipülasyon tuzakları ile değişebilmekte, bazen, kişiliğimizle hiç alakalı olmayan davranış biçimlerine dönüşebilmektedir.
Özellikle, toplumsal hassasiyetin yüksek olduğu değerler ile ilgili konularda, istenenden ya da beklenenden farklı düşünebilmek büyük bir cesaret gerektirebilmektedir. Bundan sebep olsa gerek, itaatsizlik kelimesinin geçtiği her yerde, durup düşünmeniz, bu kelimeyle ifade etmek istediğiniz amacı doğru bir şekilde ortaya koymanız elzemdir.Çünkü itaatsizlik, ister bireysel isterse toplumsal konularda olsun, kültürümüzde olumlu karşılanan bir kavram değildir. Ailede itaat, dinde itaat, devlette itaat, vatandaş olarak itaat, beklenilen bir davranış biçimi olarak yüzyıllardır tüm hücrelerimize ilmek ilmek işlenmektedir.
Sadece bizim kültürümüzde değil üstelik. Tüm dünyada organizasyonların beklentisi, yasalara ve hiyerarşik yapılarda üstlere itaat edilmesidir. İtaat, bir erdem olarak değer kazandırılan bir kavram olmuş ve tüm örgütlü yapıların devamlılığı itaat esasına bağlanmıştır.
Yahudilerin toplama kamplarında canice yakıldığı, işkence görerek öldürüldüğü, topyekün imhalarının istenildiği antisemitist politikaların başlangıç noktası, toplum içindeki Yahudilerin ötekileştirilmesi hatta düşmanlaştırılması ve kimsenin buna itiraz etmemiş olmasıdır. Yıllarca yan yana yaşayan, dost, arkadaş olan insanlar, bu ayrıştırma sonucunda bir anda diğerini yok edilmesi gereken bir canavar olarak görebilmiş ve o şekilde muamele edebilmişti
İTAATİN BEDELİ
Hannah Arendt, bir nazi subayı olan Eichmann’ın soykırım suçu ile yargılandığı davayı yakından takip ederken, itaat kavramı üzerine yoğunlaşmıştır. Çünkü Eichmann, yaptığı bütün canice eylemleri "sadece emirlere itaat ettim" diyerek savunmuş ve bunun dışında davranma olanağının mümkün olmadığını ifade etmiştir. İnsanların düşünme yetilerini kaybettirecek ve bir caniye dönüşmelerini sağlayacak kadar ileriye gidebilen bir kavram olarak itaat, Hitler döneminin ve Yahudi soykırımının en tartışılan konusu olmuştur. Elbette, felakete dönüşen bu nihai sona bir anda varılmamıştır.
İtaat kavramı etrafında kurulan totaliter bir yönetim ve bu yönetimi itaat ile destekleyen geniş kitle desteği, olayların artık geriye dönülemez bir noktaya ulaşmasına katkı sunmuştur. Başlangıçta, sadece politik sorumluluk almak istemeyen, sessizce izlemeyi tercih eden kişiler bile zorunlu olarak kendilerini bir kötülük çemberinin içinde bulmuşlar ve belki de kötülüğün kendisi haline dönüşmüşlerdir. Çünkü düşünme yetisinin kaybı ile sonuçlanan itaat, daha fazla itaati gerektirmiştir. Artık vicdanlar susmuş, gözler kararmış ve işlemekte olan sistemin çarklarından biri haline gelinmiştir.
Yahudilerin toplama kamplarında canice yakıldığı, işkence görerek öldürüldüğü, topyekün imhalarının istenildiği antisemitist politikaların başlangıç noktası, toplum içindeki Yahudilerin ötekileştirilmesi hatta düşmanlaştırılması ve kimsenin buna itiraz etmemiş olmasıdır. Yıllarca yan yana yaşayan, dost, arkadaş olan insanlar, bu ayrıştırma sonucunda bir anda diğerini yok edilmesi gereken bir canavar olarak görebilmiş ve o şekilde muamele edebilmiştir. O gün Yahudi olmadığı için itiraz etmeyen, sessiz kalan ve rahatsızlık dahi duymayan uyuşturulmuş vicdanlar, olayların bir felakete vardığını gördüklerinde artık yapılabilecek hiçbir şey kalmamıştır. Vahşet varabileceği en nihai noktaya varmış, kötülük tüm sınırları aşarak, artık durdurulamaz bir hale gelmiştirTarihin yalnızca küçük bir kesitinden ele aldığımız bu örnekte, milyonlarca Yahudi, itaat ile başlayan bir sürecin içerisinde canice yok edilmiştir. Yani her şey, olan bitene kayıtsız kalmakla, politik sorumluluk almamakla ve itiraz edebilecekken etmemekle başlamıştır.
Oysaki tüm bunların yapılabileceği bir noktada, itaat edilmemiş olunsaydı hem Almanya’nın hem de tüm dünyanın yaşayacağı büyük bir felaket hiç yaşanmamış olabilirdi. İtaatsizliğin, hainlik ile eşdeğer görüldüğü daha doğrusu gösterilmek istendiği dikkate alınacak olursa, belki de en büyük ihanet, itaat etmenin kendisiydi.
Haksızlık karşısında yapılan itirazlar, eşitlik ve adalet için gösterilen mücadeleler, kendi başına gelmese bile bir başkasının yaşadığı olumsuzluğa karşı gösterilen tepkiler, insan hakları temelindeki arayışlar, tüm bunlar, vatanını ve insanını seven, gelişmeyi arzu eden, sorumluluk alan ve bunun karşılığında bedel ödemeyi göze alan erdemli insanların yapacakları eylemlerdir.
NE DEĞİŞTİ?
Aradan geçen yıllara ve yaşanmış onca kötü tecrübeye rağmen değişen hiçbir şey yok dünyada. İnsanların yaşananlardan ders almak gibi bir derdi ve tasası yok çünkü. Geçmişin mağdurları bugünün zalimleri olabilmekte, kendi menfaatleri ve iktidarları için gözlerini bile kırpmadan binlerce masumun acı çekmesine, ölmesine sebep olabilmektedirler. Çünkü itaat hala bizimledir ve hala yöneten ile yönetilen arasındaki en güçlü silahtır.
İtaat etmenin değil itaatsizliğin bir erdem olduğunu fark edinceye kadar, dünya kötülerin elinde bir oyuncak olmaya devam edecektir. Bugün Gazze’de yaşananlar tüm dünyanın gözü önünde yaşanmaktadır ve sebebi, olayların bu noktaya gelmesinden çok önce gösterilen itaat çemberlerinin içinde aranmalıdır. Filistin meselesi sadece son zamanların konusu değildir. Yıllardır, bir halkın haksız bir saldırıya maruz kalışını, topraklarından ve canlarından edilişini, kendi vatanlarından kovuluşlarını sessizce seyretmedik mi? Olaylar şiddetlendiğinde hatırlayıp, tepki amaçlı bir kaç gösteri düzenleyip, sonra kendi konfor alanlarımıza geri dönmedik mi?
Bugün tüm dünyada gösterilen tepkiler elbette mühimdir. Fakat insanlar sadece savaşlarda, soykırımlarda değil hayatın tüm evrelerinde politik sorumluluklarını yerine getirmekle yükümlüdür. Gazze’de bugün yaşanılan savaş, yıllardır süren sessizliğin ve haksızlığa gösterilen itaatin sonucudur.Politik sorumluluğunun farkında olan insanlar, yalnızca büyük kitlesel kıyımlar olduğunda değil, en ufak bir haksızlık karşısında bile seslerini çıkarabildiklerinde, itiraz edebildiklerinde, yani İTAAT ETMEDİKLERİNDE her şeyin değişebileceğini ümit edebiliriz ancak.
Haksızlık karşısında yapılan itirazlar, eşitlik ve adalet için gösterilen mücadeleler, kendi başına gelmese bile bir başkasının yaşadığı olumsuzluğa karşı gösterilen tepkiler, insan hakları temelindeki arayışlar, tüm bunlar, vatanını ve insanını seven, gelişmeyi arzu eden, sorumluluk alan ve bunun karşılığında bedel ödemeyi göze alan erdemli insanların yapacakları eylemlerdir.
Yani sanılanın aksine, itaatsizlik, bir hainlik ya da düzen bozuculuk değil, bilakis vatanseverliğin ta kendisidir. Demokrasi ve insan hakları temelinde yaşayabilmenin gerekliliğidir. Toplumsal barışın, huzurun ve tüm dünyanın ihtiyacı olan değerlerin yeniden kazanılmasının umududur.
Yeter ki, itaatsizlik içeren tüm eylemler, bu niyet ve düşüncelerle meydana gelmiş olsun. İtaatsizlik, bir gelecek arzusudur ve insanlığa duyulan sevginin işaretidir.
İlginizi Çekebilir