Sesini Kaybeden Adam
KİTAPSesini Kaybeden Adam
SESİNİ KAYBEDEN ADAM NEYİ ANLATIYOR?
Enver Aysever’in yeni kitabı Sesini Kaybeden Adam’ı çıkar çıkmaz aldım; bir çırpıda okunuyor, başladığım gibi bitirdim. Aysever, kitabının bir anı-roman olduğunu söylüyor ama ben böyle düşünmüyorum, bence bu kitap tür olarak bir roman değil, bir anlatı -roman, anlatıdan önemlidir, değerlidir gibi bir şey söylemiyorum asla. Sanırım, kitabın türünden o da emin değil ki, başlarda bunun bir anı-roman olduğunu söyledikten sonra “kuralsız roman” diye de ekliyor. Son kertede, romanın, özellikle de postmodern romanın bir sınırı, şablonu ya da çerçevesi olmadığı için hemen her metni roman diye niteleyebiliriz. Ama ben belki biraz muhafazakâr kalıyorumdur, kim bilir… Bir tür zona gelip Enver Aysever’in ses tellerine yerleşmiş, yerleştiği gibi de felç etmiş, Aysever sesini kaybetmiş. Anlatı -roman?- esasen Aysever’in hastane odasındaki hayatla ve dostlarıyla hesaplaşması. Kâh kızıyor, uğradığı aşağılık iftiralardan ötürü söyleniyor, adını vererek -zaten herkesin adını veriyor- Tunç Soyer’e yönelik hayal kırıklığını anlatıyor mesela, ardından Billur Kalkavan’ın ölümüne kahrolurken Aykut Kocaman’la Sırrı Süreyya’nın vefasını şükranla anıyor. Hastalıkla boğuştuğu esnada okuduğu kitaplardan alıntılar yapıyor, derken sıçrayıp Moda’nın güzelliklerine dönüyor, hayatına bir mana katan sosyalizm mücadelesinin vazgeçilmezliğini haykırırken hastalığını geçiren doktorlardan sitayişle bahsediyor. Yer buldukça güncel siyasi gelişmelere de giriyor, bence hiç gerek yokken polemik zeminlerini kuruyor. Sesini Kaybeden Adam’ı bir roman olarak görmememin sebebi bu gerçeklikten bir türlü çıkamaması, şimdi bu söylediğime hemen “gerçek kişi ve olayların geçtiği roman olamaz mı yani?” diye bir eleştiri gelebilir, gelecektir de, kendimle çelişmek pahasına söyleyeyim bal gibi olur, dediğim gibi romanın bir sınırı yok. Ama seneler sonra “Enver Aysever Külliyatı”nı baştan hazırlayacak editörlerin bu kitabı otobiyografik eserleri kısmında değerlendireceklerini düşünüyorum. Neyse, roman ya da anlatı fark etmez, ne derseniz deyin, ama edebiyata gönül vermiş bir yazarın hastalığıyla boğuştuğu günlerin üstesinden yazarak gelme çabasını yadsımayın.HASTALIĞI İLE BOĞUŞTUĞU GÜNLERİN YAZARAK ÜSTESİNDEN GELMEK
Neyse, roman ya da anlatı fark etmez, ne derseniz deyin, ama edebiyata gönül vermiş bir yazarın hastalığıyla boğuştuğu günlerin üstesinden yazarak gelme çabasını yadsımayın. Edebiyatçıları, yazarları, şairleri, ressamları, oyuncuları, tiyatrocuları, müzisyenleri, çellistleri siyasi fikirlerinden, tasvip etmediğimiz tavırlarından, sessizliklerinden ya da yanlış yerde bulunmalarından ötürü yargılarken insaflı olmamız gerektiğini tarih bize defalarca gösterdi. Öyle Hamsun’lara, Pound’lara, Villon’lara kadar gitmemize de gerek yok… Bizim ülkemiz de bu kutuplaşmadan payına düşeni almadı mı? Düşünün ki sevgili hocam Murat Belge bile Şairaneden Şiirsele’nin önsözünde Hitler üstüne bir demecinden sonra Sezai Karakoç okumayı reddettiğini yazmıştı. Sağ’ın solcu diye bellediği yazarları, Sol’un sağcı bellediklerini okumaması bence çok büyük bir sorun, Ötüken’le İletişim’i ne kadar çok kütüphane rafında yan yana görebilirsek o kadar ümitvar olabileceğimizi düşünüyorum. Şimdi konuyu siyasete getirsek Aysever’le birbirimize iki dakika dayanabilir miyiz, emin değilim. Aysever’in kitabındaki bazı bölümleri görmezden gelmemin sebebi de o… Enver Aysever’e sağlıklı, uzun, üretken bir ömür diliyorum. İçimden araya “ama siyaseten muvaffak olamayacağı” diye bir iğne sıkıştırmak geçmiyor değil, bakarsınız yazıyı bu şekilde bitiririm.İlginizi Çekebilir