© Yeni Arayış

Sert politikaların mülteciler üzerindeki etkileri: Umutsuzluk ve radikalleşme 

Sonuç olarak, AfD'nin Almanya'daki siyasal kültürü şekillendirmek adına yaptığı hamlelerin etkileri açık bir şekilde hissedilmeye başlandı. AfD, sistematik bir şekilde demokrasinin temel taşlarını zayıflatma riski taşıyan bir ideolojiye sahip. Sıkıntılı olan şu ki, özellikle aşırı sağın daha fazla meşruiyet kazanması, ülkenin demokratik yapısını koruma kapasitesini zayıflatıyor.

Almanya'nın sosyal demokrat İçişleri Bakanı Nancy Faeser, "Almanya gerçekten göç ülkesi mi?" sorusunu bir süre önce verdiği röportajda, "Evet. Öyle olduğunu düşünüyorum" şeklinde yanıtlamıştı. Faeser, bu savunusuna, "Vatandaşlığa geçişi kolaylaştıran ve çifte vatandaşlık uygulamasını genişleten yeni yasa"yı örnek göstererek, "Bu yasa, modern bir göç ülkesi olmamızla ilgili. Bu sürecin sonunda Almanya'daki insanlara bakış açısı kazandırmalıyız. 1950'lerden beri göç alan bir ülkeyiz. Başka ülkelerden buraya gelen insanlar ülkemizin inşasına yardım ettiler, çocuklarını okullarda okuttular, çocuklar burada doğdu. Şimdi onların bu ülkede oy kullanmalarına ve söz sahibi olmalarına izin vermemiz, bence bu herkesin desteklediği bir şey" demişti. Aynı Faeser, birkaç gün önce ülkenin güvenliğinin korunması için sınır kontrollerine başlanacağını belirterek, mültecilere karşı sınırları daha "net" çizgilerle belirlenmiş bir politik anlayışın yaşama geçirileceğinden bahsediyor. Peki ne değişti? 

Alman medyasında, Berlin'deki bir alt geçide boyalarla yazılan, "İslam mı? Nazileri tercih ederim" cümlesinin konu edildiği bir habere rastlamıştım. Bu cümle, ülkenin şu anda içinde bulunduğu ruh halini başarılı bir şekilde özetliyor kanımca. Hesapsızca uygulanan göç politikası ülkenin başına neonazi partisi Almanya için Alternatif'i (AfD) bela etti örneğin. Bu parti, göçmen kafilelerinin oluk oluk ülkeye akmasıyla birlikte parlamentoya yerleşti. Bir anda etraflarında binlerce türbanlı, çarşaflı kadın ve sakallı erkek gören Almanlar koştura koştura gidip yabancı düşmanı/ırkçı bu partiye oy verdiler. İlk başlarda herkes partinin oylarının tepki nedeniyle yükseldiğini düşünüyordu ancak son araştırmalar gösteriyor ki seçmenlerinin yüzde 80'ini parti ile aşırı sağcı diskur üzerinden ideolojik bağlar kuruyor. "Göçmen ülkesi" Almanya'da durum bu. 

Bununla birlikte, Almanya'nın hiç bitmeyen tartışmasıdır "göç" meselesi aslında. Ülkedeki nüfus portföyünün değişiminden yola çıkarak, sosyal demokrat SPD ve Yeşiller'in sürekli olarak ifade ettiği "Almanya bir göç ülkesidir" cümlesi, eski Başbakan muhafazakâr Angela Merkel tarafından da Suriyeli göçü başladığında ilk kez telaffuz edilmişti. Konuyu şöyle açayım; Almanya Federal İstatistik Dairesi‘nin verilerine göre, ülkede 22 milyon 300 bin göç kökenli insan yaşıyor. Buna göre, Almanya'da nüfusun dörtte biri, yani yüzde 27,2'si göç kökenli. Göç kökenlilerin yüzde 53'ü Alman vatandaşı. Göç kökenliler arasında en kalabalık grubu ise Türkiye'den gelenler oluşturuyor. Bu manzara, Almanya'nın gerçekten bir göç ülkesi olduğunu anlatıyor ama...

Faeser'in "net" ifadesi eşliğinde tanıttığı yeni politik anlayışın nirengi noktalarından birinin mültecilere yönelik "sert tedbirler" olduğu anlaşılıyor. Ancak, göçmen karşıtı politikalar ve sert tedbirlerle karşılaşan bu insanların giderek daha fazla radikalleştiğine dair veriler bulunuyor. Büyük bir risk. Bu durum, özellikle Müslüman mülteciler arasında radikalleşme ve İslamcılığın artmasına neden oluyor. Mültecileri sert tedbirlerle umutsuzluğa itmenin, İslamcılığa ve radikalleşmeye engel ol(a)madığını görmek için süreç içindeki psikolojik, sosyolojik ve politik dinamikleri incelemek gerekiyor. Ancak artık bu, meselenin bir yüzü diğer yüzünde ise neofaşistlerin favori sloganı "Göç, tüm kötülüklerin nedenidir" bulunuyor. 

Thüringen ve Saksonya'daki seçimlerin ardından AfD lehine oluşan tablo da buna işaret ediyor. İzleri buradan sürünce AfD'nin, "güvenlik duvarı" adlı bir proje ekseninde hükümetten dışlanması da saçma görünüyor. Çünkü partinin buram buram faşizm kokan önerileri ve politikaları toplumda her geçen gün daha fazla benimseniyor.

İşte tam da bu noktada neofaşist parti Almanya için Alternatif (AfD) oyuna dahil oluyor. Aslına bakarsanız elinde göçmenlere ilişkin somut argümanlarla destekli bir proje bulunan tek parti AfD. Bu partinin önde gelenleri sık sık, "Artık göçmen almayacağız. Buradakileri de göndereceğiz" sözleriyle popülizmin kitabını yazıyorlar tekrar tekrar. AfD'nin net ve kararlı söylemi karşısında diğer partiler göç meselesinde muğlak bir alanda politika kurmaya çabalıyorlar. Ne tam olarak faşistleşebiliyorlar ne de liberal bir bakış sergileyebiliyorlar. Geleneksel partilerin, göç meselesinde takındıkları, "Ne şiş yansın, ne kebap" tutumu, güvenilirlik sorunu yaratıyor. Oysa AfD, seçim çalışmalarında kullandığı afişler de dahi ırkçılık kusuyor. Parti, bu bağlamda oylarını sürekli artıyor. Tabii bunun üzerine eline bıçak alıp önüne gelenin kafasını kesmeye çalışan İslamcı teröristler de eklenince ortaya güya muhteşem bir kimya çıkıyor AfD için. Nedir bu? "İnsan katletmeye meyilli müslüman göçmenler, masum Almanlar ve güvenlik sorunu..." Konu güvenlik olunca birçok Alman bunu vadeden partiye oy vermeyi tercih ediyor. Sermaye beslemesi faşist parti sandıklarda oy patlaması yaşıyor.   

Öte yandan, Thüringen ve Saksonya'daki seçimlerin ardından AfD lehine oluşan tablo da buna işaret ediyor. İzleri buradan sürünce AfD'nin, "güvenlik duvarı" adlı bir proje ekseninde hükümetten dışlanması da saçma görünüyor. Çünkü partinin buram buram faşizm kokan önerileri ve politikaları toplumda her geçen gün daha fazla benimseniyor. "Sınır dışı etme", "geri gönderme" ve "sosyal yardımlarda kesinti" gibi popülist ve gerçekçi olmayan talepler, mülteciler ve göç konusunda zaten zehirli olan genel söylemin daha da sağa kaymasına ya da daha da insanlık dışı şeylerin söylenebilir hale gelmesine katkı sunuyor. Bu bağlamda örneğin, "tersine göç", yani zorla sınır dışı etme çağrıları falan artık sıradanlaştı. Hatta Srebrenitsa'daki müslüman soykırıma atfen, "Srebrenitsa 2.0" ifadesi kullanılıyor sosyal medya mecralarında. Bu nedenle, faşistlerin taleplerini giderek daha fazla benimsemek yerine, retorik olarak da buna açıkça ve sert bir şekilde karşı çıkılması gerekiyor.  

Bu şekilde, AfD'nin en belirgin etkisi, Almanya'nın göçmen politikaları üzerinde görülüyor. 2015 yılında yaşanan mülteci krizinin ardından Almanya'ya milyonlarca göçmenin girişi, AfD'nin göçmen karşıtı söylemlerinin hızla popülerlik kazanmasına yardımcı oldu. AfD, bu süreci "Almanya'nın İslamlaşması" olarak nitelendirip, hükümetin göçmenlere yönelik politikasına sert eleştiriler yöneltti. 2015 yılındaki Suriyeli göçü, faşist partinin yıllardır hayâl ettiği zeminin oluşmasına katkı sundu. İdeolojilerini üzerine oturtacakları "öteki" meselesi kendiliğinden çözüme kavuşmuştu. Bu eleştiriler, göçmen karşıtlığı ve ulusal güvenlik gibi konular üzerinden geniş bir kitleyi mobilize etti. Bu da hükümetin göçmen politikasını daha sert bir çizgiye çekmesinde etkili oldu. Angela Merkel'in başbakanlık döneminde liberal bir göçmen politikası izlenmiş olsa da son yıllarda bu politikada bir sertleşme eğilimi gözlemleniyor. Özellikle içişleri bakanlarının, göçmenlerin entegrasyonu ve sınır güvenliği konularında daha katı düzenlemelere başvurmaları, AfD’nin baskısını ve etkisini kanıtlar nitelikte. AfD'nin, "göçmenlerin Almanya'daki ekonomik ve sosyal sistem üzerinde büyük bir yük olduğu argümanı", merkez sağda yer alan Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) gibi partiler tarafından da benimseniyor. CDU yetkilileri, konuyu bazen bir adım öteye taşıyarak, "Almanların, göçmenler yüzünden doktorlarda yer bulamadığını" falan iddia ediyorlar. 

Thüringen ve Saksonya'daki seçimler, faşizmin yeni boyutunun artık siyasal ajandalarda gerçek anlamda yerini aldığını bize gösteriyor. Tabii AfD’nin bu başarısının ülkenin geneline yansıyacak pek çok sonucu olacak. Bana göre, AfD radikalleşmeye devam edecek ve daha da sağa kayacak.

ASIL BÜYÜK TEHLİKE...

Bununla birlikte AfD'nin söylemleri, "Almanya'da ulusal kimlik", "İslamofobi" ve "Avrupa Birliği karşıtlığı" gibi konularda kamuoyu tartışmalarını da domine etmeye başladı. Asıl büyük tehlike bu bana göre. Hükümetin ve diğer geleneksel partilerin, AfD'yi marjinalize etmek yerine onun söylemlerine yaklaşması, bu aşırı sağcı partinin toplum nezdinde meşruiyet kazanmasına yol açtı ne yazık ki. Bu tavizlerin, Almanya'daki siyasal kültürü ve demokrasiyi nasıl zehirleyeceği üzerine hiç düşünülmüyor maalesef. Geçenlerde bir etkinliğe katılan bazı Almanların sevinçle, "Uzun bir süredir içerisinde hiç yabancı olmayan, tamamen Almanlardan oluşan bir topluluk görmüyorduk. Bugün bunu yaşadık" demeleri oldukça ilginçti örneğin. AfD'nin söylemlerinin ve politikalarının ana akım hale gelmesi, demokrasinin temel değerleri olan "çoğulculuk" ve "hoşgörü" açısından ciddi tehditler oluşturuyor. Almanya bunu yaşamaya başladı. Aşırı sağcı bakış açısı ile uygulanacak daha sert mülteci politikalarının, toplumu daha da kutuplaştırıp, göçmen karşıtı ve etnik milliyetçi hareketlerin güçlenmesine zemin hazırladığı açık bir şekilde görülüyor. 

Öte yandan, Thüringen ve Saksonya'daki seçimler, faşizmin yeni boyutunun artık siyasal ajandalarda gerçek anlamda yerini aldığını bize gösteriyor. Tabii AfD’nin bu başarısının ülkenin geneline yansıyacak pek çok sonucu olacak. Bana göre, AfD radikalleşmeye devam edecek ve daha da sağa kayacak. Çünkü AfD, Almanya'nın doğusunda çok güçlü ve bu bölgede, neofaşizme yakın insanların kümelendiği bir parti pozisyonunda. Bunlar şimdi partide daha da etkili olmaya başlayacaklar. Bu da partiyi daha da sağa çekecek. Almanya'yı bu parti üzerinden daha belalı günlerin beklediğini söylemek yanlış olmaz. 

Sonuç olarak, AfD'nin Almanya'daki siyasal kültürü şekillendirmek adına yaptığı hamlelerin etkileri açık bir şekilde hissedilmeye başlandı. AfD, sistematik bir şekilde demokrasinin temel taşlarını zayıflatma riski taşıyan bir ideolojiye sahip. Sıkıntılı olan şu ki, özellikle aşırı sağın daha fazla meşruiyet kazanması, ülkenin demokratik yapısını koruma kapasitesini zayıflatıyor. Bu nedenle, Alman devleti ve geleneksel partiler, aşırı sağcı söylemlere karşı etkili bir strateji geliştirerek, AfD'yi geriletmek zorundalar. Bu yapılmadığı sürece partinin şimdilik "göç ve göçmen" meselesiyle sınırlı etkisi, ekonomi ve eğitim gibi diğer önemli alanlara doğru genişleyecektir. Durum öyle bir hâl aldı ki ülkenin doğusunda kazandıkları belediyelerde görev yapan AfD'li başkanların, Nazi rejiminin soykırım yaptığı toplama kamplarına düzenlenen okul ziyaretlerini azalttıkları ifade ediliyor. Almanya siyasetinde neofaşist AfD üzerinden uç alan siyasi ve insani kriz giderek büyüyor.

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER