© Yeni Arayış

Savaşın Komutanı Barışın Demokratı: İsmet İnönü

İsmet İnönü’nün siyasi kimliği, uzun yıllar boyunca özellikle tek parti dönemi ile özdeşleştirilmiş; bu nedenle bazı çevrelerce otoriter bir lider olarak değerlendirilmiştir. Ancak bu değerlendirmeler çoğu zaman dönemin koşullarından ve İnönü’nün zorunlu tercihlerinden bağımsız olarak yapılmıştır. Oysa özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında, İnönü’nün attığı adımlar ve siyasi tercihler, onu demokratikleşme sürecinin başlıca mimarlarından biri haline getirmiştir.

İnönü’nün siyasi hayatı, otoriter bir lider imajından ziyade, demokratik değerlere geçişi yönetmiş bir devlet adamı olarak değerlendirilmelidir. Tek parti döneminin zorunluluklarından gelen uygulamalarla değil, çok partili hayata geçişteki iradesi, iktidarı barışçıl biçimde devretmesi ve hukuk devleti ilkesine bağlılığı ile tanımlanmalıdır. Tarihsel perspektiften bakıldığında, İnönü’nün Türkiye demokrasisinin sessiz ve sabırlı mimarlarından biri olduğu gerçeği daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti'nin ikinci cumhurbaşkanı İsmet İnönü, siyasi tarihimizde çoğu zaman otoriter bir figür olarak tasvir edilse de tarihsel belgeler, uygulamalar ve çok partili hayata geçiş sürecindeki tutumu, İnönü’nün bu algının aksine, demokratikleşme yolunda önemli bir aktör olduğunu ortaya koymaktadır.

İsmet İnönü’nün siyasi kimliği, uzun yıllar boyunca özellikle tek parti dönemi ile özdeşleştirilmiş; bu nedenle bazı çevrelerce otoriter bir lider olarak değerlendirilmiştir. Ancak bu değerlendirmeler çoğu zaman dönemin koşullarından ve İnönü’nün zorunlu tercihlerinden bağımsız olarak yapılmıştır. Oysa özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında, İnönü’nün attığı adımlar ve siyasi tercihler, onu demokratikleşme sürecinin başlıca mimarlarından biri haline getirmiştir.

Kurtuluş Savaşı ve Lozan Barışı’nın Virtüözü

İsmet İnönü’nün Türkiye Cumhuriyeti tarihinde taşıdığı demokratik rol, yalnızca çok partili hayata geçişteki tercihleriyle değil, aynı zamanda kurucu kuşağın askerî ve diplomatik liderlerinden biri olarak oynadığı tarihsel rolle de bütüncül biçimde değerlendirilmelidir. Özellikle Kurtuluş Savaşı ve ardından gelen Lozan Barış Antlaşması sürecindeki pozisyonu, onun yalnızca bir komutan değil, aynı zamanda uluslararası siyasal alanda son derece donanımlı bir diplomasi aktörü olduğunu kanıtlamaktadır.

1919’da başlayan Millî Mücadele’nin dönüm noktalarından biri olan I. ve II. İnönü Muharebeleri, yalnızca askerî değil, aynı zamanda psikolojik ve siyasal bir anlam da taşımaktadır. Bu zaferler, Türk milletinin işgale karşı mukavemet gösterebileceğini tüm dünyaya ilan etmiş ve Büyük Millet Meclisi’nin meşruiyetini pekiştirmiştir. İnönü’nün bu savaşlardaki liderliği, Mustafa Kemal Paşa’nın kendisine gönderdiği şu telgrafta özetlenmektedir:

“Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz.” (Mustafa Kemal Atatürk, 1921)

Bu övgü, sadece bir askeri başarıyı değil, aynı zamanda ulusal iradenin temsilcisi olarak İnönü’nün tarihi sorumluluğu taşıma kabiliyetini de yansıtır.

Kurtuluş Savaşı'nın ardından 1922-1923 yılları arasında İsmet İnönü’nün başdelegesi olarak görev yaptığı Lozan Konferansı, onun diplomatik virtüözlüğünün açık göstergesidir. Lozan, sadece bir barış antlaşması değil, Osmanlı'nın Sevr ile dayatılan tasfiyesinin reddi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslararası meşruiyetinin ilanıdır. İsmet Paşa’nın Lozan’daki kararlı tutumu, Batılı büyük devletler karşısında eşit bir hukuk zemini talep eden yeni Türk devletinin duruşunu temsil etmiştir. Özellikle kapitülasyonlar, azınlık hakları ve Boğazlar gibi kritik meselelerde gösterdiği dirayet, onun siyasal bilincinin ve stratejik zekâsının bir sonucudur.

Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam adlı eserinde İnönü’nün Lozan’daki varlığını şu sözlerle özetler:

“Lozan, bir kişilik savaşının adıdır. Karşısında imparatorluk artığı alışkanlıklarla konuşan büyük devlet delegeleri vardı. İsmet, onlara Türk milletinin yeni dilini öğretti.” (İkinci Adam, Cilt II)

Bu ifade, İnönü’nün Lozan’daki rolünü yalnızca diplomatik başarı değil, bir “karakter dersi” olarak da sunmaktadır. Dolayısıyla İnönü’nün demokratik reflekslerini değerlendirmek isteyen bir yaklaşımın, onun devlet kurucu vasfını, savaş alanlarındaki liderliğini ve uluslararası hukuk masalarındaki temsil gücünü de hesaba katması gerekir. Demokrasiye olan bağlılığı, yalnızca iç siyasetle değil, Türkiye’nin bağımsız ve egemen bir ulus olarak inşa edilmesindeki kararlılığıyla birlikte düşünülmelidir.

Cumhuriyet'in ilanından sonra Türkiye’de siyasi istikrarın sağlanması adına benimsenen tek parti yönetimi, Mustafa Kemal Atatürk’ün ve ardından İsmet İnönü’nün liderliğinde devam etmiştir. Bu dönem, bir rejim inşası ve modernleşme süreci olarak değerlendirilmeli, tek partili yapının otoriter niteliği dönemin şartları içinde okunmalıdır.

İnönü’nün cumhurbaşkanlığına geldiği 1938 yılında dünya büyük bir savaşın eşiğindeydi. II. Dünya Savaşı süresince Türkiye’yi savaşa sokmama yönündeki çabaları, onun ulusal çıkarları önceleyen bir devlet adamı olduğunu göstermektedir. Savaş süresince uygulanan bazı sıkı tedbirler, ekonomik zorluklar ve olağanüstü hâl uygulamaları, yönetimi daha merkeziyetçi kılmış olsa da bu otoriterliğin sürdürülebilir olmadığını ilk fark eden lider yine İnönü olmuştur.

İnönü, seçim sonuçlarını olgunlukla kabul etmiş ve 14 Mayıs 1950’de görevi Celal Bayar’a devretmiştir. Bu süreç, Türkiye’de seçimle iktidar değişiminin sağlandığı ilk örnektir ve demokrasi açısından son derece kıymetlidir. Bu, İnönü’nün sadece sözde değil, fiilen de demokrat bir lider olduğunu göstermektedir.

Çok Partili Hayata Geçiş: Otoriterlikten Demokrasiye Geçişte Bir Anahtar Figür

İnönü’nün demokratik yönünü en açık biçimde ortaya koyan gelişme, çok partili hayata geçiş sürecidir. 1945 yılı itibarıyla dünya genelinde demokratikleşme rüzgârı eserken, Türkiye’de de siyasal yapının buna uyum sağlaması gerektiğini gören İnönü, 1 Kasım 1945 tarihli TBMM açılış konuşmasında şu ifadeyi kullanmıştır:

“Demokrasi rejimi, halkın arzularına dayanır. Bunu en iyi şekilde tatbik etmeye kararlıyız.”

Bu konuşma, fiilen muhalefet partilerinin önünü açan ve tek parti döneminin sona ermesinin işaret fişeği olan bir dönüm noktasıdır. Aynı yıl kurulan Demokrat Parti’nin (DP) kurulmasına fiilen engel olunmaması ve hatta destek verilmesi, İnönü’nün demokratikleşme yönündeki samimiyetini göstermektedir.

1950 Seçimleri: Kendi İktidarından Gönüllü Vazgeçiş

Türkiye’de çok partili hayata geçişin en çarpıcı göstergesi, 1950 genel seçimlerinde yaşanmıştır. Demokrat Parti'nin seçimleri kazanmasının ardından, İnönü iktidarı devretmiş ve muhalefet lideri pozisyonuna geçmiştir. 

Bu durum, sadece Türkiye için değil, dünya siyasi tarihi için de dikkat çekici bir örnektir. Zira aynı dönemde benzer rejimlerden çok partili sisteme geçen birçok ülkede, iktidarı kaybeden liderlerin koltuğu bırakmadığı ya da seçimleri manipüle ettiği görülmüştür.

İnönü, seçim sonuçlarını olgunlukla kabul etmiş ve 14 Mayıs 1950’de görevi Celal Bayar’a devretmiştir. Bu süreç, Türkiye’de seçimle iktidar değişiminin sağlandığı ilk örnektir ve demokrasi açısından son derece kıymetlidir. Bu, İnönü’nün sadece sözde değil, fiilen de demokrat bir lider olduğunu göstermektedir.

1960 Darbesi Sonrası Tutumu: Otoriterliğin Ötesinde Bir Okuma

İnönü’nün demokratik duruşunu pekiştiren bir diğer önemli gelişme, 1960 darbesi sonrasında yaşanmıştır. Ordu tarafından iktidardan indirilen DP yöneticilerinin yargılandığı Yassıada sürecinde İnönü, idam cezalarına karşı açıkça tavır almış ve daha sonra bu cezaların infaz edilmemesi yönünde gayret göstermiştir.

Ayrıca, 1961 Anayasası’nın hazırlanmasında aktif rol oynayarak, bireysel hak ve özgürlükleri önceleyen bir anayasal sistemin inşasında etkili olmuştur. Bu tutum, İnönü’nün yalnızca siyasal çoğulculuk değil, aynı zamanda hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokrasi anlayışına da sahip olduğunu göstermektedir.

İsmet İnönü’nün siyasi hayatı, otoriter bir lider imajından ziyade, demokratik değerlere geçişi yönetmiş bir devlet adamı olarak değerlendirilmelidir. Tek parti döneminin zorunluluklarından gelen uygulamalarla değil, çok partili hayata geçişteki iradesi, iktidarı barışçıl biçimde devretmesi ve hukuk devleti ilkesine bağlılığı ile tanımlanmalıdır. Tarihsel perspektiften bakıldığında, İnönü’nün Türkiye demokrasisinin sessiz ve sabırlı mimarlarından biri olduğu gerçeği daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Kaynakça

1. Zürcher, E. J. (2004). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları.

2. Ahmad, Feroz (1993). The Making of Modern Turkey. London: Routledge.

3. TBMM Tutanak Dergisi, 1 Kasım 1945 Açılış Konuşması.

4. Karpat, Kemal H. (2007). Türk Demokrasi Tarihi: Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Temeller. İstanbul: Timaş Yayınları.

5. Lewis, Bernard (1961). The Emergence of Modern Turkey. London: Oxford UniversityPress.

6. Toker, Metin (1990). İnönü’nün Son Başbakanı: Şem’i Ergin’in Anıları. Ankara: Bilgi Yayınevi.

7. Bozdağ, İsmet (1974). İnönü ve Demokrasi. İstanbul: Sander Yayınları.

8. Aydemir, Şevket Süreyya (1966–1968). İkinci Adam (Cilt 1–2–3). İstanbul: Remzi Kitabevi.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER