© Yeni Arayış

Savaş, hukuk ve insan

Savaş, hukuk ve insan

Bu satırlar yazılırken İsrail ordusu Beyrut’u bombalamaya devam ederek savaşın alanını genişletmek veya diğer Arap devletlerine korku vermekle meşguldü. Görülen o ki uluslararası hukuk sorunları çözememektedir. Güçlünün hukuku yeryüzünde hakim olmaktadır.

İlk söylenmesi gerekeni ilk olarak ifade edeyim: 1922 yılında Filistin Osmanlı’ya bağlı diğer bölgeler gibi Milletler Cemiyeti tarafından Birleşik Krallık yönetimi altına konulmuştur. Diğer bölgeler bağımsızlığını kazanmıştır. Filistin ise İngiliz Manda yönetimi tarafından 1917 Balfour Deklarasyonuna eklemlenerek Yahudiler için bir yurt, vatan olarak düşünülmüştür. 1922-1947 İngiliz manda yönetimi altında Doğu Avrupa’dan pek çok Yahudi özellikle 1930’larda Nazilerden kaçanlar gelip Filistin’e yerleşmiştir. Arap nüfusun 1937 yılında bağımsızlık için ve de göçe karşı çıkmak için başlattığı mücadele ile hem Arap tarafı hem de Yahudi tarafının devam eden bir şiddet ve kavgası başlamıştır.

Birleşik Krallık Yahudi devletinin bağımsızlığını sağlamak için pek çok formül düşünmüş, en nihayetinde 1947 yılında problemi Birleşmiş Milletlere götürmüştür. 29 Kasım, 1947’de BM 181 sayılı Karar tasarısına göre (toprakların % 56, 47’si Arap devletine, % 43, 53’ü Yahudi devletine bırakılmıştı), manda yönetimi sona erdirilmiş, bir tarafı Filistinli Arap diğer tarafı Yahudi olan iki bağımsız devlet kurulmuş ve Kudüs uluslararası bir statüye kavuşturulmuştur. Ertesi yıl 1948 yılının 14 Mayısı’nda manda yönetimi sona ermiş, David Ben Gurion tarafından İsrail Devletinin kuruluşu ilan edilmiştir.

Esasında 1947 BM 181 sayılı Karar tasarısına göre; Filistin Devleti hukuken kurulmuştur. İlginç bir şekilde hukuken kurulmuş olan Filistin devleti fiilen kurulmamış ve toprak oranlarına karşı çıkan Araplar ile İsrail savaşmıştır.

Günümüze gelindiğinde ise Filistinli Arapların elindeki toprak parçası hayli azalmış durumdadır. Aklımıza gelen soruyu soralım; bir devleti kurarak mücadele etmek mi yoksa devleti kurmadan mücadele etmek mi?

BİR DEVLETİ KURARAK MÜCADELE Mİ, YOKSA KURMADAN MÜCADELE Mİ?

Neticede İsrail’in hakim olduğu topraklar 1949 yılında yapılan ateşkes anlaşmasıyla daha da artmıştır. Günümüze gelindiğinde ise Filistinli Arapların elindeki toprak parçası hayli azalmış durumdadır. Aklımıza gelen soruyu soralım; bir devleti kurarak mücadele etmek mi yoksa devleti kurmadan mücadele etmek mi? Neticeye bakıldığında Arapların yöntemi mi yoksa Yahudilerin mücadele yöntemi mi kazanmıştır? Peki Kurtuluş Savaşı esnasında Anadolu’da kurulmuş olan Yerel Kongre İktidarları (Bülent Tanör) ve TBMM yani devletin ilk fırsatta kurulup mücadeleye düzenli olarak devam edilmesi daha mantıklı değil mi? Demezler mi kur devletini yoluna öyle devam et!

Geçen yıl Hamas’ın başlatmış olduğu hareket ve ardından gelişen olaylar neticesinde devam eden kaos ve yıkımın ardından en az 50, 000 kişinin öldürülmesi, Güney Afrika’nın Uluslararası Ceza Mahkemesi önünde İsrail aleyhine açtırmış olduğu Soykırım davası ve devam eden bombalamalar ve ölümler... Bu satırlar yazılırken İsrail ordusu Beyrut’u bombalamaya devam ederek savaşın alanını genişletmek veya diğer Arap devletlerine korku vermekle meşguldü. Görülen o ki uluslararası hukuk sorunları çözememektedir. Güçlünün hukuku yeryüzünde hakim olmaktadır. Bunun yerel yönetimlere yansıması ise daha otoriter yönetimlerin iktidarları ele geçirmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Aslında bu savaş ile insanlığın bir kez daha barış sınavında sınıfta kaldığını gözlemlemiş olduk. Dünyanın jandarması konumunda olan Londra ve Washington’ın demokrasi havariliğinin sadece bir yalan olduğunu bir kez daha görmüş olduk. İçeride ise nice sahtekar yüzleri tanımış olduk. Ülkemizdeki ahlaki çürümenin çok ciddi boyutlara varmış olduğu ortaya çıkmış oldu. Fertleri hür olmayan ülkelerin adaletten yoksun kalacağını bir kez daha anlamış olduk. Gayr-i meşru yollarla hedefe varmanın mutluluk ve huzur getirmeyeceğini en derinine kadar hissetmedik mi! Yalanın başka bir yalanı doğurduğunu, huzurun sadece ve sadece yalansız bir dünya da mümkün olacağını anlamadık mı!

En umutsuz anlar en güzel günlere gebedir hayaliyle akan kanların bir an önce durması temennisiyle Allah’ın hangi taraftan ve hangi kesimden olursa olsun en küçüğünden en büyüğüne zalimleri kahretmesini, mazlumları ise kimden olursa olsun bir an önce huzura kavuşturmasını temenni ediyorum. Duadan başka bir şey elden gelmiyor mu! Yazmak, konuşmak, savaşmak, mücadele etmek hepsi ayakta kalmanın bir yöntemidir. Bunlar da duadır; kimi fiili kimi kavlidir. Düşmanlara karşı yeri gelir sessizce beklersiniz, yeri gelir konuşursunuz, yeri gelir göğüs göğse kavga edersiniz, yeri gelirse de silah kullanırsınız. Her şeyi doğru zamanda yapmak stratejinin gereğidir.

Tüm mücadeleler için geçerli olan kural bu olsa gerek. 105 yaşında rahmetli olan dedem Ruslara karşı yapılan mücadelelerde Enver Paşa’nın yaveri olarak torunlarına şunu demişti: Evlatlarım hiçbir savaş kaybedilmez, asla mücadeleden vazgeçmeyiniz, doğru ok hedefinden şaşmaz. Dedemin şahsında bu toprakları bizlere vatan olarak bırakan tüm gazilerimizi ve şehitlerimizi rahmetle anıyorum. 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER