Sarsılan küresel düzende Avrupa güvenliği ve Türkiye
DIŞ POLİTİKAAvrupa, kendi savunmasını ağırlıklı olarak kendine özgü kaynaklar ve yeteneklerle güçlendirmekte gerçekten azim ve kararlılık sergileyecekse, bu süreçte Türkiye’nin, Ukrayna’da barış ortamının tesis edilmesinde oynayabileceği diplomatik rol ile son dönemde yenilikçi teknolojilere sahip ürünler üretmede somut mesafeler kat eden Türk savunma sanayinin sunabileceği işbirliği imkânlarını da dikkate almak zorunluluğuyla yüzleşmelidir.
Yanındaki “tekno-oligarklarla” birlikte, esasen dünyada akranları da görülebilen, devlet insanı kimliğinden çok “emlâk baronu” statüsüyle temayüz eden ve bu tanımlamadan haz duyan Trump, “Önce ABD”yi, buna paralel olarak da dünya sistemini derinden sarsmaya yeminli bir yola girmekte tereddüt etmedi.
Kuralsız ve düzensiz küresel sisteme doğru adımlar
Yeni yüzyılla birlikte küresel sistemde başlayan çalkantılar ilk aşamalarda yavaş da olsa emin adımlarla dünya siyasetini güç politikalarının merkezine sürükledi.
Özellikle Kırım’ın Rusya tarafından işgâl ve ilhakıyla başlayan kırılma, küresel ve bölgesel düzlemlerde gücün ön plana çıktığı, jeostratejik rekabetin şiddetlendiği, küreselleşmenin darbe aldığı, ana güçler ile bölgesel aktörlerin küresel müştereklerle birlikte değerler manzumesine açıkça meydan okudukları ve birçok gözlemcinin dünya siyasetinin çok kutupluluğa doğru evrildiğini öne sürdükleri belirsizlik ve gerilimlerle beslenen bir geçiş dönemine zemin oldu.
ABD’de geçen yıl yapılan başkanlık seçimlerinde Trump’ın dört yıllık bir aradan sonra yeniden işbaşına gelmesi, sadece ABD’nin iç dengelerini sarsmakla kalmadı; küresel aktör konumundaki bu ülkenin yeni yönetiminin dünya siyasetini tersyüz etmeye dönük davranışları gündeme damgasını vurdu. Trump’ın iktidara gelmesi, Kırım’ın işgâlinden sonra içinde bulunduğumuz dönemde özellikle Batı toplumları açısından büyük çatlağın su yüzüne çıkmasına meydan verdi.
Rusya’nın saldırgan politikası ile Trump’ın revizyonist, hatta ABD müttefikleri aleyhine genişlemeci yaklaşımları, küresel çaptaki yansımalarıyla birlikte gerçek anlamıyla yeni, ancak dengesiz bir çağın başladığının habercisi oldu.
ABD’deki hazin ve düşündürücü tablo
ABD seçimleri öncesinde “ABD’yi Yeniden Büyük Yap” (MAGA) sloganı altında Amerikan toplumunun geniş kesimleri ve temsilcileri arasında geniş ölçekli bir koalisyon tesis edilmiş olmasının koalisyon bünyesinde bir nevi fren ve denge sistemi oluşturacağını, dolayısıyla Trump’ın bitmez tükenmez ABD iç bünyesindeki ve küresel ölçekteki “zırvalıklarını” dizginleyeceğini öne süren çevrelerin, hem kendilerini hem muhatap oldukları kitleleri ne kadar yanılttıkları acı bir gerçeklik olarak ortaya çıktı. Zamanın zembereği boşaldı ve “kıyamet saati” hızla, ancak düzensiz dönmeye başladı.
Yanındaki “tekno-oligarklarla” birlikte, esasen dünyada akranları da görülebilen, devlet insanı kimliğinden çok “emlâk baronu” statüsüyle temayüz eden ve bu tanımlamadan haz duyan Trump, “Önce ABD”yi, buna paralel olarak da dünya sistemini derinden sarsmaya yeminli bir yola girmekte tereddüt etmedi.
Trump’ın izlemekte olduğu yol ve sergilemekte bulunduğu davranış, ilk planda ABD-Avrupa ilişkilerinin görülmemiş ölçekte gerilmesine neden oldu. Bu gelişme karşısında, tamamen farklı çıkarlarla da olsa, Putin ve çevresi ellerini ovuşturmaya; Xi Jinping ve Çin yönetim kadroları ise çoğu kez olduğu üzere temkinli addedilebilecek bir gard almaya; diğer yandan da “zamanın ruhunu (veya ruhsuzluğunu)” yakalamaya yöneldiler. Güneydoğu Asya’nın önemli bir aktörü olan, aynı zamanda “Küresel Güney”in sesi olduğunu iddia eden Hindistan ise, esasen küresel siyasete hakim olan perakendeciliğe dayalı (transactional) fırsatçı yaklaşımlar sergilemekten geri durmadı. Küresel Güney’in önde gelen kimi aktörleri (Güney Afrika, Brezilya, Meksika, Türkiye gibi) zaman zaman uluslararası sistemdeki gerilimleri yatıştırmaya dönük tasarruflar içine girseler de, sahip oldukları güç bileşenleri nispetinde küresel düzensizliğin hazin sonuçlarını hafifletmekte yetersiz kaldılar.
Ukrayna ve Gazze’yle birlikte Ortadoğu
Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna topraklarına karşı başlattığı ikinci saldırı dalgasına bağlı olarak Batı dünyası ve kurumları, BM Şartına, 1975 Helsinki Nihaî Senedi’ne, AGİT’in kurulmasına vesile olan Paris Şartına, kendi kurumları bünyesinde geliştirdikleri ilke, esas ve ortak değerlere sahip çıkmakta öncülük yaptılar. Tutumlarını bu ana eksene oturttular.
Diğer yandan, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e yaptığı saldırı sonrasında İsrail’in sadece Gazze’yi değil, bölgeyi kasıp kavuran acımasız eylemleri karşısında Avrupa, Ukrayna krizinde olduğu gibi uluslararası hukuku ve bayraktarlığını yaptıkları ortak değerleri aynı ölçek ve dirençte savunmadı. Bu perspektif esas alındığında Avrupa’nın büyük güçleri, II. Dünya Savaşı ertesinde oluşumuna bizatihi kendilerinin önemli katkılar sundukları ortak değerler Ortadoğu’da ayaklar altına alınırken ikircikli yaklaşımlar ortaya koymaktan çekinmediler. Bu durumun, birgün kendi aleyhlerine ters tepebileceğini adeta görmezlikten geldiler.
Trump’ın, ülkesinin içinde izlemekte olduğu politikaların sonuçlarına onu işbaşına getiren Amerikan seçmenleri katlanmak zorunda kalacak. Dışarıda sergilediği davranış ve eylemler ise Avrupa’yı doğrudan etkileyecek sonuçlara gebe duruyor.
Ve Avrupa
Avrupa için gerçeklik anı, ABD’deki “Trump kırılmasıyla”, dolayısıyla küresel sistemin yeniden ağır bir darbe almasıyla birlikte geldi. Trump, en başta Batılı müttefikleri aleyhine ortaya koyduğu tutumlarla esasen pamuk ipliğine bağlı “ortak değerlerin” altını daha da oymakla işe girişti. Davranışlarında “değersizliği ve kural tanımazlığı” bir norm olarak dünya kamuoyuna dayattı.
Altında ABD’nin imzası bulunan uluslararası hukuk belgelerine dayalı taahhütleri hilafına Grönland’ı satın almak, Kanada’yı ABD’nin bir eyaletine dönüştürmek, Ukrayna’daki savaşı sonlandıracak bir düzenlemeyi Türkiye dahil Avrupalı müttefiklerini ve halen süren savaşın doğrudan tarafı olan Ukrayna’yı dışarıda bırakacak şekilde Rusya’yla ikili çerçevede müzakere etmek gibi yollara sapmaktan, Avrupa’yı da kapsayacak yönde başta çelik ve alüminyum olmak üzere gümrük tarifelerini yükseltecek, dolayısıyla küresel ticaret savaşlarını körükleyecek bir tutum benimsemekten geri durmadı. Bu çerçevede, kusursuz bir kural tanımazlık ve değerlerden tamamen uzak bir düzensizliğin fitilini ateşledi.
Mevcut durumu Avrupa’ya odakladığımızda ortaya Türkiye’yi de yakından ilgilendiren, aynı zamanda Türkiye-Avrupa ilişkilerinin ilerletilmesi bağlamında, başlayan süreç akılcı yollardan yönetildiği takdirde, yeni işbirliği fırsatlarına sahne olabilecek bir tablo çıkmakta.
Trump’ın, ülkesinin içinde izlemekte olduğu politikaların sonuçlarına onu işbaşına getiren Amerikan seçmenleri katlanmak zorunda kalacak. Dışarıda sergilediği davranış ve eylemler ise Avrupa’yı doğrudan etkileyecek sonuçlara gebe duruyor.
Ukrayna sorunsalı ve Avrupa güvenliği
Küresel sistem bozukluğunun Avrupa’da yol açtığı sarsıntı ise, Ukrayna krizinin nasıl ve hangi şartlarda son bulacağı ve bunun Avrupa güvenlik mimarîsini nasıl ve hangi yönde etkileyeceğinde düğümleniyor.
Kendi ülkesinde ilk Trump yönetiminden miras kalan, ABD demokratik geleneklerine bakıldığında şimdilerde daha da derinleşen demokrasi açıklarını gözardı eden, Avrupalı karşıtlarını eleştirse de pekala kendi Başkanı gibi “Amerikan elit topluluğuna” mensup ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance’in, son Münih Güvenlik Konferansı’nda (MGK) demokrasi ve insan hakları alanında sadece Avrupa’yı hedef alan “değersizliğin ve tutarsızlığın mükemmel eseri” sayılması gerekli vaazına bakıp, MGK Başkanı Heusgen gibi gözyaşları dökmek yerine eldeki tüm manivela ve imkânları etkin şekilde yöneterek gerçekten ve doğrudan Rusya tabanlı Ukrayna krizinin sonlandırılması sürecinde masada kendine yer açmaya-bulmaya değil- ve Avrupa’ya özgü güvenlik mimarîsini bütüncül ve kapsayıcı bir anlayışla inşa etmeye yönelmesi daha yerinde bir politika çizgisi olacaktır.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, “Trump krizi” patlak verince ilk aşamada İngiltere, Almanya, Polonya, İtalya, İspanya, Hollanda ve Danimarka liderleri ile NATO Genel Sekreteri ve AB Komisyonu ve Konseyi Başkanlarını 17 Şubat’ta Paris’te biraraya getirmesi önemli, ancak sonuçları itibarıyla yetersizdir. 19 Şubat’ta ise bu kez Kanada dahil 19 ülkeyi kapsayan bir olağanüstü toplantı düzenlemesi de Avrupa’nın, Avrupa güvenliği için harekete geçtiğini göstermektedir.
Her iki toplantıya da geniş Avrupa güvenliği bağlamında şüphesiz önemli bir aktör olan Türkiye’nin davet edilmemiş olması dikkat çekmektedir. ABD ziyaretini de takvimine alan Macron, mevcut şartlarda, Avrupa güvenliğinin sadece AB’ye indirgenemeyeceği gerçeğiyle henüz tam anlamıyla herhalde yüzleşmekten kaçınıyor görüntüsü vermektedir. Macron ve mevkidaşlarının girdikleri bu hatalı yoldan dönmesi umulur.
Ukrayna savaşı boyunca Avrupalı ülkeler, bugüne değin ABD’yle birlikte Ukrayna’ya malî ve askerî yönlerden önemli ölçüde destek olmuşlar ve Ukrayna’nın ayakta kalmasında önemli bir rol oynamışlardır. Diğer yandan, Trump’ın işbaşına gelmesiyle oyunun kuralları değişmekte ve ABD’nin yaklaşımı ışığında AB liderleri kendilerini oyundan dışlanmış hissetmektelerdir. Avrupa’nın yer almadığı, ikili (ABD-Rusya) bir barış formülü olasılığı karşısında “çanların Avrupa için çalmakta olduğunu” görmektedirler. Şu ana kadar ortaya koydukları karşı hamlelerin henüz somut sonuçlar doğurmadığı gözlenmektedir.
Soğuk Savaş bittikten sonra “sert güç” gerektiren güvenlikte sırtını ABD’ye yaslayıp, “barış getirisinden” azamî ölçüde yararlanan Avrupa’nın, olabildiğince yakın bir gelecekte gerçek anlamıyla bir Avrupa Güvenlik ve Savunma Mimarîsi inşa etmeye yönelmesi en gerçekçi yol olacaktır.
Avrupa güvenliğinin geleceği ve Türkiye
Kendi açısından bir “kısır döngüye” giren Avrupa’nın, Ukrayna’daki olası bir barışa bağlı olarak şekillenecek Avrupa güvenlik mimarîsinde kendisi için biçmeye çalıştığı role soyunması savunmaya ayırması zorunlu kaynaklarla doğrudan bağlantılıdır.
Soğuk Savaş bittikten sonra “sert güç” gerektiren güvenlikte sırtını ABD’ye yaslayıp, “barış getirisinden” azamî ölçüde yararlanan Avrupa’nın, olabildiğince yakın bir gelecekte gerçek anlamıyla bir Avrupa Güvenlik ve Savunma Mimarîsi inşa etmeye yönelmesi en gerçekçi yol olacaktır. Bu mimarînin önemli bir bileşeninin, sadece AB’ye özgü olarak kalamayacağı, dolayısıyla NATO bünyesinde de tecelli edebileceği beklenebilir.
Avrupa, kendi savunmasını ağırlıklı olarak kendine özgü kaynaklar ve yeteneklerle güçlendirmekte gerçekten azim ve kararlılık sergileyecekse, bu süreçte Türkiye’nin, Ukrayna’da barış ortamının tesis edilmesinde oynayabileceği diplomatik rol ile son dönemde yenilikçi teknolojilere sahip ürünler üretmede somut mesafeler kat eden Türk savunma sanayinin sunabileceği işbirliği imkânlarını da dikkate almak zorunluluğuyla yüzleşmelidir.
Ukrayna’da adil bir barışa varılması hiç şüphesiz Türkiye’nin lehine bir durumdur. Diğer yandan, ABD’nin bu alanda sergilediği tek yanlı tutumun, her hâl ve kârda Türkiye bakımından da doğurabileceği olumsuz tablo saklı kalmak kaydıyla, Türk yönetim çevrelerinin Avrupa güvenlik ve savunmasının geleceğini doğrudan etkilemeye aday mevcut gelişmeler karşısında bigâne kalmaları lüksü bulunmamaktadır. Bu çerçevede, olası bir barışa giden süreçte Türkiye’nin ve Türk savunma sanayi çevrelerinin Avrupalı karşıtlarıyla temaslarını sıklaştırmaları, işbirliği alanlarını tanımlamaları ve al-ver tabanlı yaklaşımlardan uzak bir şekilde gelecekteki Avrupa güvenlik ve savunma mimarîsinde kritik bir rol oynamaya hazırlanmaları artık bir tercih değil, zorunluluk olarak görülmelidir.
İlginizi Çekebilir