Sanat eserlerinde kadın imgesi
KÜLTÜR SANATLysistrata, kadının toplumdaki yeri ve savaş olgusu üzerine kurulmuştur. Antik Yunan toplumunda kadınların Akropolis’e girmesi bile yasakken Aristofanes’in hikayesinde Akropolis’i işgal etmişlerdir. Ütopik gibi görülen hikayede kadınlar edilgen değil etken özne durumundadırlar. Savaş gibi toplumsal bir olgunun merkezinde olan kadın imgesidir ve zaferi kazanan da bu imge olmuştur.
Antik Yunan tiyatrosunda başlayan kadının ikinci cinsiyet olma durumunun Roma’ya, yüzyıllar sonra oradan da Elizabeth Tiyatrosu’na taşındığı görülür. Bu taşınma Batı’nın tiyatral gelişimini şekillendirmiştir. Roma tiyatrosunda, kadınlar daha çok eğlence aracı olarak açık seçik pantomimlerde görülmüşler ve mimus oyunları dışında sahneye çıkmayan kadınlar köleler arasından seçilip ve cinsel obje olarak kullanılmışlardır.
“En önemlisi kadın imgelerinin dönüşmesi, daha olumlu, daha etken hale gelmesi değil; kadınların nesne olma bilincinden özne olma bilincine geçmiş olmalarıdır… Gerçekten de kendi kendilerinin yaratılmasına yönelmişlerdir ve bu tema hemen hemen hiçbir zaman bir kurtuluşa indirgenmez. Erişmek istedikleri amaçlara belli bir anlam verirler. Benliğin inşası.” (Alan Touraine; Kadınların Dünyası)
Kadın imgesi, sanat tarihinde çeşitli biçimlerde varlığını göstermiştir. Bu imgeye ilk olarak Antik Yunan mitolojisinde bakmak çizilecek olan çerçeveyi şekillendirecektir. İlk kadın Pandora, Zeus tarafından insanlığı cezalandırmak için yaratılmıştır. Efsaneye göre, Zeus kendisinden ateşi çalan Prometheus’tan intikam almak için kardeşi Epimetheus’u kullanır. Epimetheus, zeka olarak Prometheus’un karşıtıdır. Zeus, Prometheus’u ve insan soyunu yok etmek için yarattığı kadın Pandora’yı Epimetheus’a armağan olarak yollar. Zeus’un Pandora’ya evlilik hediyesi olarak verdiği topraktan yapılmış çömlek benzeri kavanoz asla açılmamalıdır. Pandora merakına yenik düşüp kavanozu açınca içindeki tüm kötülükler dünyaya yayılmaya başlar[1].
Hesiodos’un hem Theogonia hem de İşler ve Güçler adlı eserlerinde uzun uzun anlattığı Pandora efsanesinin Ortadoğu kaynaklı olduğu düşünülür. Çünkü anlatılan hikaye Adem’le Havva hikayesine benzer[2]. Hemen hemen herkesin bildiği bu hikayede ilk günah Havva’nın yasak elmayı yemesi ve ardından kocasına da vermesi olarak anlatılır[3].
Tiyatro tarihi içinde kadın imgesine bakacak olursak Antik Yunan tiyatrosundan başlamak gerekir. Tragedyanın, Antik Yunan uygarlığının Arkaik Çağı kabul edilen İ.Ö. VI. ve VII. yüzyıllarda Dionysos onuruna yapılan törenlerde söylenen dithirambos şarkılarından doğduğu ve komedyanın da Dionysos şenliği için düzenlenen bağbozumu törenlerinde doğduğu varsayımı göz önüne alınınca bu başlangıcın yerinde olduğu görülür[4]. Şehre ismini veren Yunan tanrıçası Athena’yı, öteki adıyla Pallas’ı, Zeus doğurmuştur. Haklı savaşın tanrıçası olan Athena, Zeus’un en sevdiği çocuğu olduğu için babasının kalkanını ve yakıcı şimşeğini taşıma hakkına sahiptir. Athena, Atina bölgesinin koruyuculuğu için girdiği savaşın mağlubu olur. Tanrıların verdiği bu kararda Athena’nın Atina için zeytin ağacı dikmesi rolü önemlidir[5].
Şehre ismini veren Yunan savaş ve bilgelik tanrıçası Athena, kadınlık olgusunu yıkan bir figürdür. Dolayısıyla Athena, doğurganlığı ele geçirmek için karısı Metis’i yutan Zeus’tan doğarak anaerkil üremeye son vermiştir. Bakire tanrıçadır ve cinselliği söz konusu değildir. Tüm bu vasıflara ek olarak da kadın egemen bir toplum kuran savaşçı Amazonları yener ve Atina’ya yeni bir düzen getirir. Şehrin temelleri kadınların mağlubiyeti üzerine kurulur[6]. Dionysos ise şarap ve edebiyat tanrısıdır. Cinsiyetsiz Athena tarafından kurtarılan şehir Dionysos’a adanır ve tiyatro sahnesinde, kadınlar iradesizce dans eden kendinden geçmiş Meinadlarla, erkekler ise büyük falluslu satirlerle temsil edilir[7]. Antik Yunan’da kaleme alınan metinler ise, erkek yazarlar tarafından yazılmış ve erkek oyuncular tarafından oynanmıştır.
Dönemin tiyatro eserlerinde kadın imgesi kullanımını anlamak için en önemli komedya yazarlarından Aristofanes’in Lysistrata adlı eserine bakalım. Oyunda, Lysistrata adında bir kadın, savaşın son bulması için Atina ve Sparta’daki kadınları toplayıp greve çağırır. Bu grev süresince kadınlar, erkekler barışmayı kabul edene kadar onlarla cinsel ilişkiye girmeyeceklerdir. Kadınlar, hem dini tapınak hem de hazine deposu Akropolis’i işgal edip oraya yerleşirler. Savaş sırasında şehirde olan erkekler kadınlarla mücadelede başarısız olurlar. Bazı kadınlar pes edip kaçmak isteseler de Lysistrata onları ikna eder. Finalde ise Sparta ve Atina erkekleri barış kararı alırlar ve kadınlar evlerine dönerler.
Ortaçağ’da ise kadın imgesi gittikçe silinmeye başlamıştır. Kadın karakterleri erkekler oynamaktadır ve dinsel oyunlar hakimdir[8]. Bu hakimiyet kuşkusuz içinde kadın imgesini barındırmaz.
Lysistrata, kadının toplumdaki yeri ve savaş olgusu üzerine kurulmuştur. Antik Yunan toplumunda kadınların Akropolis’e girmesi bile yasakken Aristofanes’in hikayesinde Akropolis’i işgal etmişlerdir. Ütopik gibi görülen hikayede kadınlar edilgen değil etken özne durumundadırlar. Savaş gibi toplumsal bir olgunun merkezinde olan kadın imgesidir ve zaferi kazanan da bu imge olmuştur. Bazı istisnai durumlar dışında kadınların vatandaş sayılmadığı Antik Yunan toplumunda geçen bu eserde, yerleşik düzeni alt üst eden bir bakış açısı söz konusudur.
Kadın karakterlerin erkekler tarafından oynanmasının yanında, bahsettiğimiz dönemden günümüze bir tek kadın tragedya şairi de kalmamıştır. Bu nedenle, tarihteki ilk profesyonel oyuncu aynı zamanda metin yazarı da Thespis olarak kabul edilmiştir[9]. Kadınlık hallerinin erkekler tarafından aktarıldığı bir tiyatro yapısı içinde Lysistrata gibi kadın imgesinin alımlayıcıya aktarıldığı bir oyun tarih içinde önemli bir rol oynar.
Antik Yunan tiyatrosunda başlayan kadının ikinci cinsiyet olma durumunun Roma’ya, yüzyıllar sonra oradan da Elizabeth Tiyatrosu’na taşındığı görülür. Bu taşınma Batı’nın tiyatral gelişimini şekillendirmiştir[10]. Roma tiyatrosunda, kadınlar daha çok eğlence aracı olarak açık seçik pantomimlerde görülmüşler ve mimus oyunları dışında sahneye çıkmayan kadınlar köleler arasından seçilip ve cinsel obje olarak kullanılmışlardır[11].
Ortaçağ’da ise kadın imgesi gittikçe silinmeye başlamıştır. Kadın karakterleri erkekler oynamaktadır ve dinsel oyunlar hakimdir[12]. Bu hakimiyet kuşkusuz içinde kadın imgesini barındırmaz.
Elizabeth Tiyatrosu’na da aktarılan bu hakim yapı, kadın rollerinin erkek çocukları tarafından, yaşlı kadın rollerinin, özellikle de komik olanların erkekler tarafından oynanmasını beraberinde getirmiştir[13]. Bir sonraki yazımda bu dönemdeki kadın imgesine William Shakespare’in dünya literatüründe yer edinmiş oyunları Hamlet ve Macbeth ile bakacağım.
*8 Mart Kadınlar Günü için, Meltem Arıkan Oyunlarında Toplumsal Sorunlar Bağlamında Kadın İmgesi başlıklı lisans tezimin giriş bölümünü köşemde iki bölüm olarak yayımlayacağım.
----
[1] Bkz. Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2011, s. 237.
[2] A.g.e., s. 236.
[3] Bedrettin Cömert, Mitoloji ve İkonografi, De Ki Basım Yayım, Ankara, 2010, s. 143.
[4] Sevda Şener, Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi, Dost Kitabevi, Ankara, 2012, s. 16.
[5] Bedrettin Cömert, a.g.e, s.37.
[6] Sue-Ellen Case, Feminizm ve Tiyatro, Çev. Ayşen Sönmez, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, 2010, s. 41.
[7] A.g.e., s. 41.
[8] Bkz. Murat Tuncay, Ortaçağ Tiyatrosu, Mitos Boyut Yayınları, İstanbul, 2014, s. 18.
[9] Özdemir Nutku, Oyunculuk Tarihi I, Dost Yayınları, Ankara, 2002, s. 28.
[10] Banu Çakmak, “Feminist Tiyatronun Oluşum Süreci”, Yedi: Sanat Tasarım ve Bilim Dergisi, Kış 2013, Sayı:13, s.24.
[11] Bkz. Oscar Brockett, Tiyatro Tarihi, çev: Beliz Güçbilmez, Sevinç Sokullu, Tülin Sağlam, Semih Çelenk, Selda Öndül, Sibel Dinçel, Dost Yayınları, Ankara, 2000, s. 74.
[12] Bkz. Murat Tuncay, Ortaçağ Tiyatrosu, Mitos Boyut Yayınları, İstanbul, 2014, s. 18.
[13] Bkz. Oscar Brockett, A.g.e., s. 179.
İlginizi Çekebilir