© Yeni Arayış

Romanya’da demokrasi krizi ve dezenformasyon çağında seçimler

Anayasa Mahkemesi’nin kararı pek çok açıdan tartışılabilir. Nitekim sadece seçimin ilk turunu önde bitiren Calin Georgescu değil, onun Avrupa Birliği yanlısı rakibi Elena Lasconi de bu kararı sert bir dille eleştirdi. Seçimlerin iptal edilmesi Romanya’da demokrasiye güveni sarsıp ülkeyi istikrarsızlığa sürükleme potansiyeli taşıyor. Ancak Rusya’nın dezenformasyon kampanyasına dair kanıtların görmezden gelinmesi de başka bir meşruiyet krizi yaratabilirdi.

Romanya Anayasa Mahkemesi, aşırı sağcı aday Calin Georgescu'nun şaşırtıcı bir şekilde önde tamamladığı 2024 başkanlık seçimlerinin ilk turu sonuçlarını iptal etti. Karar, Romanya Cumhurbaşkanı Klaus Iohannis’in, Rusya'nın TikTok’ta Georgescu'nun çıkarlarını gözeterek dezenformasyon kampanyası yürüttüğünü iddia eden istihbarat raporlarını açıklamasının ardından geldi. Hiçbir siyasi partiyle bağlantısı olmayan Georgescu, popülist, düzen karşıtı söylemleri ve özellikle TikTok'ta büyük başarı yakalayan sosyal medya kampanyasının birleşimiyle, Romanya'daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunu önde bitirmişti. Rusya-Ukrayna savaşının devam ettiği kritik bir dönemde gerçekleşen bu olayın doğal olarak Romanya iç siyasetinin ötesinde etkileri var. Bir ülkedeki seçim süreçlerine başka bir devletin müdahil olması ve dezenformasyon yoluyla seçim sonuçlarını etkilemesi elbette önemli bir ulusal güvenlik sorunudur. Ancak ben bu yazıda dezenformasyon konusunu daha çok demokrasinin içini oyan bir tehlike olarak ele almak istiyorum.

Rusya’nın Batı ülkelerindeki seçim süreçlerine müdahalesiyle ilgili ilk ciddi iddialar daha önce 2016 ABD Başkanlık seçimleri ve Brexit referandumu sırasında ortaya atıldı[i]. İddialara göre seçimlere müdahale amacıyla büyük bir dezenformasyon kampanyası yürütüldü. Facebook, Twitter ve Instagram gibi platformlarda binlerce sahte hesap oluşturularak göçmenlik, ırk ve din gibi hassas konularda sahte haberler ve toplumu bölücü içerikler paylaşıldı. Bu iddiaların bazıları kanıtlanmış olsa da dezenformasyonun ölçeği ve aktörlerini tam olarak tespit etmek ve seçim sonuçlarına etkisini ölçmek mümkün değil.

Jürgen Habermas, kamusal alanı, bireylerin zorlama ve çarpıtmadan uzak, rasyonel-eleştirel tartışmalara katılmak, kamuoyunu şekillendirmek ve siyasi karar alma süreçlerini etkilemek için bir araya geldiği bir alan olarak kavramsallaştırıyor

HABERMAS’IN KAMUSAL ALAN TANIMI

Oy verme işlemi için dijital teknolojilerin kullanılması epey tartışmalı bir konu. Teknolojik olarak yapılması uzun zamandır mümkün olsa da şimdiye kadar sadece Estonya ve İsviçre gibi birkaç ülkede uzaktan elektronik oy kullanma yöntemi ulusal seviyede kullanıldı. Seçim güvenliğine ilişkin endişeler nedeniyle pek çok demokrasi geleneksel yöntemlerle oy kullanılması uygulamasına devam etmeyi tercih etti. Ancak, demokrasi sadece oyların sayılıp toplanmasına ilişkin bir yöntem değil. Demokrasinin tam anlamıyla sağlanabilmesi için oyları veren yurttaşların özgür ve rasyonel bir kamusal alanda tartışabilmesi gerekiyor. Jürgen Habermas, kamusal alanı, bireylerin zorlama ve çarpıtmadan uzak, rasyonel-eleştirel tartışmalara katılmak, kamuoyunu şekillendirmek ve siyasi karar alma süreçlerini etkilemek için bir araya geldiği bir alan olarak kavramsallaştırıyor[ii]. Bu ideal, kapsayıcılık, eşitlik ve akılcı diyaloğa bağlılık gerektirir. Peki günümüzde siyasal tartışmaların gerçekleştiği önemli bir mecra olan sosyal medya, demokratik müzakere için böyle bir alan sağlıyor mu? Internetin yaygınlaştığı ilk zamanlarda demokrasiye yapabileceği katkılarla ilgili iyimserlik yerini karamsarlık ve ümitsizliğe bırakmaya başladı. Zira, internet bir yandan benzeri görülmemiş bir erişim ve bağlantı sunarken, sosyal medya platformları herkesin sadece kendi sesini duyduğu yankı odalarına bölünüyor. Müzakereci bir tartışmayı teşvik etmek yerine duygusal olarak yüklü, kutuplaştırıcı içerikleri öne çıkarıyor. Algoritmalar, etkileşimi arttırmak için sansasyonelliği ve yanlış bilgilendirmeyi ödüllendirirken rasyonel tartışmayı da baltalıyor. Dahası, birkaç büyük kurumsal platformun hakimiyeti, şeffaflıktan uzak algoritmaları, siyasetçilerle kurdukları açık veya kapalı ilişkiler (bakınız Elon Musk ve Donald Trump), Habermas'ın vizyonunun merkezinde yer alan kapsayıcılık ve eşitlikçilikle çelişen bir durum yaratıyor. Sonuç olarak sosyal medya, demokratik tartışmaların gerçekleşeceği kamusal bir alan yaratmak yerine demokrasiyi içeriden kemiriyor.

Bütün bunlar elbette tamamen yeni değil. Dezenformasyon bilgiye erişimin yaygınlaştığı her evrede bir sorun oldu. Son kitabı Nexus’ta[iii], Yuval Noah Harari matbaanın bulunması ile Avrupa’da bilimsel devrimin başlaması arasındaki zaman farkına dikkat çekerek bilginin matbaa yoluyla yayılmasının ilk aşamada yarattığı dezenformasyon sürecini çok çarpıcı bir şekilde anlatıyor. Harari’ye göre matbaayı bilimle ilişkilendirenler başlı başına daha fazla bilgi üretme ve yayma eyleminin insanları ister istemez hakikate ulaştıracağını varsayıyor. Oysa sadece bilimsel gerçeklerin değil dini fantezilerin, yalan haberlerin ve komplo teorilerinin de hızla yayılmasını yine matbaa sağlamıştı. İnsanların komplo teorilerine ilgisi ve yanlış bilginin artık matbaa sayesinde kolayca yayılabilmesi Avrupa’daki cadı avı çılgınlığının fitilini ateşlemişti. Bugün ise sosyal medyada yaygınlaşan linç kültürü (cancel culture) ve kitleleri sürükleyen nefret söylemi cadı mahkemelerinin kolektif çılgınlığını çağrıştırıyor.

Habermas’a tekrar dönecek olursak demokrasi için elzem olan kamusal alanda gerçekleşecek tartışmaların önemli bir özelliği ise ‘rasyonel-eleştirel’ olması. Oysa biliyoruz ki sosyal medya algoritmaları iş modelleri gereği etkileşimi arttırmak için ‘duygu yüklü’ içerikleri öne çıkarıyor. Özellikle öfke veya korku gibi olumsuz duygular kullanıcıları gönderiyle etkileşime girmeye teşvik ederek hem daha fazla reklam içeriğine maruz kalmalarını sağlıyor hem de bu içeriklerin paylaşılmasını arttırıyor. Pek çok araştırma duygusal olarak yüklü paylaşımların (öfke, korku, iğrenme gibi) viral olma olasılığının daha yüksek olduğunu gösteriyor[iv]. Algoritmalar hızlı ve geniş çapta paylaşılan içerikleri tercih ettiği için negatif duygu yüklü bu paylaşımların viral olması çok daha kolaylaşıyor.

Platformlar, kullanıcılara tercihleriyle uyumlu içerikler göstererek önceden var olan inançlarını güçlendirirken (confirmation bias) onları farklı bakış açılarından izole ediyor. Demokrasinin temelinde olan ‘diyalog’ yerine bölünmeler derinleşiyor ve aşırılık teşvik ediliyor. Orta yolu bulmak, müzakere etmek, karşıdakini dinlemek değil söylenebilecek en keskin şeyleri söylemek makbul hale geliyor.

Romanya seçimlerine dönecek olursak Anayasa Mahkemesi’nin kararı pek çok açıdan tartışılabilir. Nitekim sadece seçimin ilk turunu önde bitiren Calin Georgescu değil, onun Avrupa Birliği yanlısı rakibi Elena Lasconi de bu kararı sert bir dille eleştirdi. Seçimlerin iptal edilmesi Romanya’da demokrasiye güveni sarsıp ülkeyi istikrarsızlığa sürükleme potansiyeli taşıyor. Ancak Rusya’nın dezenformasyon kampanyasına dair kanıtların görmezden gelinmesi de başka bir meşruiyet krizi yaratabilirdi.

Kısacası, dezenformasyon, seçimlere olan güveni aşındırmakla ve kafa karışıklığı ve bölünme yaratarak demokrasileri istikrarsızlaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda yabancı kötü niyetli güçlere toplumsal çatlakları istismar etmek ve demokratik dayanıklılığı içeriden zayıflatmak için güçlü bir silah sağlıyor. Peki Türkiye seçimlerde dezenformasyon tehdidine karşı koymak için gerekli kurumsal ve hukuki düzenlemelere ve demokratik dayanıklılığa sahip mi? Bu da başka bir yazının konusu olsun.

[i] United Kingdom Parliament (2018) Disinformation and 'fake news': Interim Report.

[ii] Jürgen Habermas (1989) The Structural Transformation of the Public Sphere: An Inquiry into a Category of Bourgeois Society, Cambridge, Mass.: The MIT Press.

[iii] Yuval Noah Harari (2024) Neksus: Taş Devri’nden Yapay Zekâya Bilgi Ağlarının Kısa Tarihi, Kolektif Kitap.

[iv] Nicoleta Corbu, Alina Bârgăoanu, Flavia Durach, Georgiana Udrea (2021) Fake News Going Viral:

 The Mediating Effect Of Negative Emotions, Media Literacy and Academic Research, Vol. 4, No. 2.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER