© Yeni Arayış

Ressamın İsyanı, yazarın isyanı

Doğrusu ya, Ressamın İsyanı’na birkaç açıdan ciddi eleştirilerim olduğu için bu roman hakkında bir yazı yazmamayı düşünüyordum. Gündüz Vassaf’ın romanını eleştiren bir yazı yazmanın bir manası var mı, emin değilim, böyle durumlarda anneannemin sözü çınlıyor kulaklarımda: “Evladım İslam’ın şartı beş, altıncısı haddini bilmek.”

Telefon rehberini yazdığını bilsem hiç üşenmem alır okurum, dediğiniz insanlar vardır.

Onların yeni çıkacak kitaplarını heyecanla bekler, söyleşilerini merakla okur, ağzından çıkacak hiçbir sözü kaçırmamaya çalışırsınız.

Radikal’deki yazılarıyla, bir de unutulmaz Gerçek Orada Bir Yerde adlı televizyonculuk tarihimizin en güzel programıyla tanıdığım Gündüz Vassaf, benim için o insanlardan biridir.

Cehenneme Övgü’yü okuduğum günleri düşünüyorum da hayranlıktan bocalamış, ufuksuz düş gücü karşısında sersemlemiş, sayfaları hayranlıkla birbiri ardına çevirmiş, nihayetinde de Gündüz Vassaf okumaya Cennetin Dibi ile devam etmiştim.

Sonra, gazeteciliğe yeni yeni adım atmaya başladığım günlerde, futbol temalı söyleşilerimin derlenmesi için bir teklif aldım.

Futbol mu? Yok daha neler! adlı kitabım için futbolla doğrudan ilgisi olmayan insanlarla söyleşiler yapacaktım.

Gündüz Vassaf’ın teklifimi kabul etmesiyle havalara uçtuğum, Molla Bayırı’nı nasıl büyük bir heyecanla indiğim hâlâ gözümün önünde.

Kimden duyduğumu, nereden öğrendiğimi hatırlamıyorum ama Vassaf’ın Caravaggio üzerine bir roman yazdığını biliyordum.

Hayatın anlaşılmaz tuhaflıklarından biri, Gündüz Vassaf’ın bütün kitapları kütüphanemde yer alırken romanı bir türlü almadım.

Ha bugün ha yarın derken, aylar geçti, sonra bir gün, Bağdat Caddesi’ndeki bir kitapçıda Gündüz Vassaf’la karşılaştık!

Tabii içim kıyım kıyım, bırak romanı okumayı henüz almamışım bile.

Koşar adım kitapçının alt katına inip Ressamın İsyanı’nı aldım, beni bekleme inceliğini gösteren Gündüz Vassaf’a imzalattım.

Ressamın İsyanı, Caravaggio’yu merkezine alan bir roman ama bana Mostari’yi çağrıştıran bir saplantıyı da içinde barındırıyor.

Mostari’de köprü bekçisini omzu başında beklerken Ressamın İsyanı’nda bir kilisede, Caravaggio’nun tablosunun karşısında günler geçiriyoruz.

Doğrusu ya, Ressamın İsyanı’na birkaç açıdan ciddi eleştirilerim olduğu için bu roman hakkında bir yazı yazmamayı düşünüyordum.

Gündüz Vassaf’ın romanını eleştiren bir yazı yazmanın bir manası var mı, emin değilim, böyle durumlarda anneannemin sözü çınlıyor kulaklarımda: “Evladım İslam’ın şartı beş, altıncısı haddini bilmek.”

Belki bu yazıyı yayınlamaktan vazgeçeceğimi bilerek gene de bazı şeyler söylemek istiyorum.

Evvela, romanın güncel polemiklerde birilerini doğrudan hedef almasını yadırgadığımı ifade etmek istiyorum.

Bir örnek vereyim: “Türkiye’de bir tanıdığım Mao, FKÖ, Popper, CHP, Gülen derken uydu kişiliğinin kurbanlığında sürgüler yaşadı, hapse girdi, gittiklerinin peşinde selam durmadığı kıble kalmadı. Anılarını yazıyormuş. Anılarınla kendinden, başkalarından hıncını alma. Cambazlıkla kendini haklı çıkarma.”

Aynı kişi hakkında, bir başka yerde: “(…) Bunları söyleyen iyi Amerikan okullarında okumuş, İsveç’te doktora yapmış, üniversite hocası olmuş, köşe yazarı, makullüğüyle tanınırken dinle siyaseti birleştirip inancının müridi olunca aklını kaybetmiş biri. Sonunda hapis de yattı.”

Tanıyanlar, bu kişinin Şahin Alpay olduğunu hemen anlar.

Ve ben Gündüz Vassaf’la Şahin Alpay arasında herhangi bir husumet var mı hiç bilmemekle beraber bu romanda böyle bir polemik açmanın hiç gereği olmadığını düşünüyorum.

Nilüfer Göle de payına düşeni almış: “bunu Modern Mahrem kitabıyla onaylayan arkadaşım”…

Göle’nin onayladığı “namus adına bıçak çekilebilecek, katil olunabilecek ırz düşmanlığı tohumlarının başörtüsüyle atılması” ise ya ben kitabı hiç anlamamışım, ya da… burada yazılanlara hiç katılmadığımı ifade etmek zorunda hissediyorum kendimi.

“İstanbul’un henüz yazarını bulamadığı” da romanın iddialarından biri. Tek başına Selim İleri yeter bence ya, gene de Orhan Pamuk’tan, Tanpınar’a, Sait Faik’e pek çok isim sayılabileceği kanaatindeyim.

TEK BAŞINA SELİM İLERİ YETER BENCE

“Yetmez ama evet” meselesi de iki kere karşımıza çıkıyor, Ressamın İsyanı pek tabii ki bu tavrı takınanları korkunçluğa yol açan kimseler olmakla itham ediyor -ben de YAE demiştim.

“Özür Diliyorum” bildirisi de bütün olumsuzluğuyla kitapta yer alıyor mesela ve ben yine neden bu bildirinin Caravaggio romanına girecek kadar öneme sahip olduğunu anlayamıyorum.

“İstanbul’un henüz yazarını bulamadığı” da romanın iddialarından biri.

Tek başına Selim İleri yeter bence ya, gene de Orhan Pamuk’tan, Tanpınar’a, Sait Faik’e pek çok isim sayılabileceği kanaatindeyim.

Bu saydıklarımın Caravaggio bölümleriyle doğrudan bir alakası yok ama bu roman da aslında Caravaggio’dan çok, Caravaggio saplantılı bir yazarın romanı, dolayısıyla onun zihninden geçen düşünceleri kitap boyunca okuyoruz.

Romanın diline dair de bir eleştirim var.

Gündüz Vassaf, büyük emek harcadığı Ressamın İsyanı’nı yedi senede bitirmiş. Yazarın isyanı başka bir kitaba alınıp bu roman “ressamın isyanı” ile sınırlı tutulsaydı, bence daha iyi olurdu.

ROMAN, “RESSAMIN İSYANI” İLE SINIRLI TUTULSAYDI, DAHA İYİ OLURDU

Ressamın İsyanı’nda erotizmin dozu hiç düşmüyor; gelgelelim, bu erotizm ve açık saçıklık Türkçe kelimelerle yapıldığında bence o atmosferi sağlamıyor, kaba kaçıyor, kabalıktan kastım da bu kelimelerin inestetik olması, bu yönüyle, bir zenginlik kazandırmadığı metni zayıflatması.

Gündüz Vassaf, büyük emek harcadığı Ressamın İsyanı’nı yedi senede bitirmiş.

Yazarın isyanı başka bir kitaba alınıp bu roman “ressamın isyanı” ile sınırlı tutulsaydı, bence daha iyi olurdu.

Zira, roman yazarlığı, benim anladığım şekliyle, nefret ettiğiniz insanları bile yerden yere vurmak yerine anlamaya çalışmanız gereken bir iş.

Vassaf’ın anlamaya çalışmak yerine yargılamayı tercih etmesini garipsedim.

Her şeye rağmen, “Gündüz Vassaf romancılığının” tek bir romanla sınırlı kalmayacağını, Ressamın İsyanı’nı yeni romanların takip edeceğini umuyorum.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER