© Yeni Arayış

Prof. Dr. Demet Lüküslü: Gençlerde hayal kırıklığı ve özgüven eksikliğine dikkat

Akademik hayatının büyük kısmını gençlik üzerine yapan Prof Dr. Demet Lüküslü ile son dönemde merkezinde gençlerin olduğu tartışmaları konuştuk. Lüküslü, gençlerin gündelik hayatta yaşadıkları nedeniyle hayal kırıklı ve özgüven kaybı yaşadıklarını ifade ederek, “dünyanın, yaşadığı toplumun ve kendisinin geleceği konusunda kaygıları olan bir gençlik ile karşı karşıyayız” diyor. 

Son dönemde gençler ve gençlerin içinde olduğu şiddet gündemde. Bu bir tesadüf mü, yoksa konjonktürel bir durum mu?

Ben izninizle konuya biraz daha geniş açıdan bakmayı önereceğim ve son yaşadığımız olayları da genel gençlik sorunlarının farklı tezahürleri olarak görmenin daha anlamlı olduğunu savunacağım. 

Bu sebeple biraz uzun bir yanıt olacak sanırım. Aslında gençlerin bir tehdit olarak algılanması, tehlikeli bir kategori olarak görülmesinin tarihçesi oldukça eski. Bir yandan modern ulus devletler ideal bir gençlik yaratmaya çabalarken bu ideal gençlik tanımına uymayan gençleri tehdit olarak görüp tehlikeli bir kitle olarak tanımladılar.

Bu yüzden de gençlerin başının boş bırakılmaması gerektiği yoksa tehlike arz edebilecekleri düşüncesi de bunun yaşandığı örneklerin geçmişi de var. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan gençlik sosyolojisi alanında da suç ve sapkınlık konusu hep bir başat konu oldu. Uzun lafın kısası gençler ve şiddet, suç, ya da tehlikeli gençler tartışmaları yeni değil.

Peki bugünün farkı ne?

Ancak bugün gençlerin karşı karşıya kaldığı durum gençlik tarihi açısından da baktığımızda yeni bir duruma işaret ediyor. Çoklu krizler çağı olarak adlandırılan pek çok belirsizlikle beraber yaşamak zorunda olunan günümüzde gençler, modern tarih içinde ilk defa kendilerinin ve dünyanın bir geleceği olup olmadığını, ebeveynlerinden daha iyi bir yaşam sürüp süremeyeceklerini sorguluyorlar. 

Küresel iklim krizi, ekonomik kriz, siyasal krizler ve Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş, Gazze’de olanlar ve Filistin halkının yaşadıkları gibi konuları üst üste koyunca olağanüstü bir süreçten geçmekte olduğumuzu söyleyebiliriz. Pek çok kişi buna benzer olağanüstü durumların hep yaşandığını düşünebilir ama bu olaylar yaşanırken hissedilen büyük hayal kırıklığı ilk defa yaşanmasa bile gençlerin kendi hayatlarını ve dünyayı değiştirme gücünü kendilerinde bulamamaları ve bu açıdan da özgüven kaybı içinde olması yeni diyebiliriz. 

Örneğin, 1960’lı yıllarda gençleri düşünürsek İkinci Dünya Savaşı ardından Soğuk Savaş ortamında yaşayan gençlerin de yaşananlardan dolayı hayal kırıklıkları vardı ancak aynı zamanda toplumu değiştirme gücünü kendilerinde hissediyorlar, kendilerinin de toplumda söz sahibi olduklarını hissedebiliyorlardı. Bugün ise gençler ne kendi geleceklerini ne de ülkelerinin ya da dünyanın geleceğini etkileyemeyeceklerini düşünüyor, kendilerini çok güçsüz ve değersiz hissediyorlar. Tabii bu açıdan 1960’lı yıllardan bugüne eğitimi/diplomalı sayısının artmış olduğunu, eğitimin eskiden olduğu gibi iyi bir gelecek vaat etmediğini, iş bulabilmenin zorlaştığını, bulunan işlerin güvencesiz işler olduğunu, günümüzde çalışma hayatının prekar bir hal aldığını belirtmeden bu özgüven kaybını anlayamayız. 

YABANCILAR GÜNAH KEÇİSİ İLAN EDİLİYOR

O zaman karşımızda çok boyutlu bir sorun var…

Bugün gençlerin bu hayal kırıklığını ve özgüven kaybını nereye kanalize edeceği önemli bir tartışma konusu. Son dönemlerde Avrupa’da son seçimlerle daha da görünür hale gelen aşırı sağın yükselişi ile gençler arasındaki ilişki önemli bir konu olarak tartışılıyor, araştırmacılar tarafından araştırılıyor. Tüm bu yaşananların sorumlusu olarak “ülkedeki yabancıların” gösterilmesi ve adeta günah keçisi olarak seçilmesi en azından bazı gençler tarafından benimseniyor, popülerleşiyor olduğunu gözlemliyoruz. 

Tam da bu sebeplerle Türkiye’de olup bitenleri anlamaya çalışırken daha geniş bir perspektiften bakmanın ve hem küresel ölçekte hem de Türkiye’de neler olup bittiğini anlamaya çalışmanın daha anlamlı olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de ek olarak ise sınıfsal eşitsizliklerin giderek artması, gençleri destekleyici gençlik politikalarının olmaması, gençleri hor görmeye meyilli bir kültürel ortam olması, siyasal alanda gençlerin kendilerini ifade edebilmelerinin ve yer almalarının zor olması gibi sebeplerle genç olmanın zorluklarının daha da katmerlendiğini belirtebiliriz sanırım.

Ayrıca Türkiye’de gençler arasında ülkede bir şeylerin değişebileceğine dair inancın çok düşük olması, siyasal partilere ve siyasetçilere güvenin düşük olması gibi sebeplerle de gençlerin geleceğe umutla bakması zorlaşıyor.

ÇOKLU KRİZ ÇAĞINDAYIZ

Bu durumda yaşadıklarımız bir dışavurum mu?

Bugün küresel anlamda çoklu krizler ortamında gençliğini yaşayan ve dünyanın, yaşadığı toplumun ve kendisinin geleceği konusunda kaygıları olan bir gençlik ile karşı karşıyayız. Bu sorunlar ve kaygılarla baş etmeye çalışırken ise çoğunlukla tek başına hissettiği, başarısız hissettiği ve bu başarısızlığın kendi başarısızlığı olduğunun sürekli vurgulandığı toplumlarda yaşıyorlar. Üstelik kendilerinden çok daha imtiyazlı, şatafatlı, “başarı” olarak sunulan hayatları da sosyal medyadan sürekli olarak izliyor, kendi hayatları ile imtiyazlı olanların hayatları arasındaki uçurumu daha net olarak görüyorlar. 

Yaşanılan hayal kırıklığı, özgüven eksikliği öfke ile birleşiyor. Bugün tartışmamız gereken asıl konu bu hayal kırıklığı ve öfkenin nereye kanalize edileceği konusu. Pek tabii ki farklı gençlikler var ve hepsi de tek bir şekilde bu hayal kırıklığını ve öfkeyi yaşamıyor ve yönlendirmiyorlar. Ben son 1 yılda iki farklı konu üzerine araştırma yaptım biliyorsunuz. 

Paylaşır mısınız onlar lütfen…

Bunlardan bir tanesi İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi’nde yaptığımız genç intiharları araştırması idi. Diğeri ise Mercator İstanbul Politikalar Merkezi araştırma bursu ile yaptığım genç yetişkinlerin yurtdışına göçü idi. Her ikisi de aslında yaşanılan hayal kırıklığının ve umutsuzluğun farklı şekillerde dışavurumu olarak okunabilir.

Açabilir miyiz biraz?

Genç intiharları üzerine yaptığımız araştırmada gençlerin ruh sağlığı konusunun genel bir gençlerin iyi olma hali başlığı altında ele alınmasının önemine ve son dönemlerde yükselişte olduğunu resmi istatistiklerde de gördüğümüz genç intiharlarına dikkat çekmeye çalıştık. Araştırma raporunu ve oluşturduğumuz politika önerilerini ilgilenenler İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi’nin web sitesinden ulaşabilirler. TÜİK intihar istatistiklerinden yola çıkarak genç intiharlarındaki artışı gösterirken, kamuoyunda son dönemde çok tartışılan genç intihar vakaları üzerinden intiharların sebeplerini anlamaya çalıştık. Araştırmada intiharın asla bireysel bir mesele olmadığını ve bireyin ruh sağlığı sorunlarına indirgenemeyeceğinden yola çıkıldı. Bu sebeple de konunun sadece psikologlar ya da psikiyatristler tarafından değil, aynı zamanda sosyologlar ve siyaset bilimciler tarafından da araştırılması ve tartışılması gerektiğini savunuyoruz. Araştırma bize çoklu krizler çağında Türkiye’de genç ve genç yetişkin olmanın çeşitli zorlukları olduğunu ve bu zorlukların çoğunlukla iç içe geçmiş ve katmerlenmiş olduğunu gösteriyor. Ekonomik zorluklar ve geleceksizlik; gençlerin ve genç yetişkinlerin üstlerinde ağır bir yük olarak hissettikleri sosyal baskılar ve kendini bir özne olarak var edememek, genç ve genç yetişkinleri çok ağır bir şekilde etkileyen sorunlar olarak karşımıza çıkıyor.

Benim Mercator İstanbul Politikalar Merkezi bünyesinde yaptığım diğer bireysel araştırmada ise gençlerin yurtdışında yaşama arzusunu çalıştım. Konuyu Türkiye’den göç etmeyi planlayanlar ve son dönemde Türkiye’den Almanya’ya göç etmiş gençler ve genç yetişkinlerle görüşmeler yaparak çalıştım. Bu araştırma da Türkiye’de bir gelecek hayal etmenin zorlaştığını ve gençlik anketlerinde karşımıza çıkan yurtdışında yaşama arzusunun bu kadar yüksek olmasının arkasında aslında sorunlarını çözmüş bir ülkede yaşama arzusu olduğunu görüyorum.

ŞİDDET GÜÇLÜ OLMA GÖSTERGESİ OLUYOR 

Sizce tartıştığımız gençlerin temel sorunları neler?

Tabii benim bu son yaşanılan iki olay üzerine çok da ayrıntılı bir bilgiye sahip olmadığım için konuşmam çok doğru olmaz. Ayrıca bu tür konularda yorumlar alırken farklı disiplinlerden uzmanların fikrinin alınması çok önemli. Ancak bir sosyolog olarak yaşanan bu kahredici şiddet olaylarının fail olan gençlerin sadece bireysel sorunlara sahip olan, psikolojik sorunlar yaşayan gençler olarak tartışılması değil de yaşadıkları sorunların sosyal boyutuna, yaşadığımız toplumsal sorunlarla olan ilişkisine ve içinde yaşanılan iklimin buna imkan verdiğine dikkat çekmek sorunlara çözüm bulmaya bizi yönelteceği için daha anlamlı olacaktır. 

Gençlik sosyolojisi alanında yapılan bazı çalışmaların ışığında öfkenin şiddet ile dışa vurulduğu erkeklik üzerinden güç gösterisi yapıldığı örnekler için sanırım şunu söyleyebiliriz: Gençlerin eşitsizlikleri ağır bir şekilde yaşadığı ve kendisini değersiz hissettiği bir dünyada erkeklik ve şiddet kendilerini “güçlü” hissetmelerini sağlayan bir araç halini alıyor. Ve maalesef son örneklerde gördüğümüz gibi amaç sadece güç kazanmak değil aynı zamanda görünmek ve de yaptıkları şiddet eylemleri ile kendini görünür olmak ün/şan kazanmak da olabiliyor. Bu eylemlerin adeta bir performans şeklinde sokağa taşınması bunu akla getiriyor. 

Yine konuştuğumuz konulardan birisi de “incel”ler konusu. Türkiye’de böyle bir grup, böyle bir topluluk var mı?

Bu konu epey süredir Avrupa’da tartışılıyor ve konu üzerine çalışma yapan isimler var. Konu öyle bir konu ki gençlik araştırmaları, erkeklik çalışmaları ve sosyal medya üzerinden etkileşimde kalındığı ve örgütlendiği için iletişim alanını harmanlayarak anlayabilir ve çalışabilirsiniz. Türkiye’deki inceller üzerine çalışan ve konu hakkında uzman olan ve yorumlar yapmaları benim yapmamdan çok daha anlamlı olacak kişiler var. Ancak daha önce yaptığımız yorumlar eşliğinde hayal kırıklıklarının sebebini kadınlarda gören, kendilerini mağdur hisseden ve tüm öfkelerini kadınlara yöneltmiş olan, her şeyin suçunu kadınlarda (özellikle de feminist kadınlarda) gören erkeklerden bahsettiğimizi söylemek sanırım yanlış olmayacaktır.

Bu sebeple de ahlaki paniklere kapılmak ya da bazı grupları şeytanlaştırarak onlarla mücadele etmeyi seçmek yerine, içinde yaşanılan eşitsizlikleri gidermek, gençlere kendilerinin de bir parçası olabilecekleri ve değişimi gerçekleştirebilecekleri alternatifler sunmak, gençlik politikaları ile gençleri güçlendirmek, bir gelecekleri olduğunu ve geleceğin bugünden daha iyi olabileceğine dair umut verici, gençlerin hayatına dokunan katkılar sunmanın çözüm için daha anlamlı katkılar sunacağını düşünüyorum.

Bir de tabii bu grupların günah keçisi olarak seçtikleri gruplara karşı da duyarlı olmak çok önemli. Tam da bu sebeple hedef alınan genç kadınlara ve diğer gruplara ne yanlış ne de yalnız olduklarını hatırlatmak ve onlara karşı yapılan her türlü saldırıya karşı koşulsuz bir şekilde karşı çıkılan bir kamuoyu ve iklim oluşturmak çok önemli.

BASKI AZALTILMALI 

Bütün bu tablo karşısında ailelere ve okullara düşen sorumluluk neler?

Yanıt vermesi zor bir soru… Ancak tabii aile de okullar da gençlerin hayatlarında çok önemli kurumlar ve bu sebeple de gençlerin esenliği söz konusu olduğunda başat rol oynayabiliyorlar. Ailelerin ve okulların yaşanan dönemin ve bu çağda genç olmanın zorluklarını anlaması ve ona göre hareket etmesi ve gençlerin üzerindeki baskıyı elden geldiğince azaltması çok önemli. Hayatta başarı deyince tek bir kıstas olmadığını, farklı başarı kıstasları olduğunu göstermenin, farklı başarı öyküleri ve bu başarı öykülerinin de kendi içinde nasıl düşüşler ve başarısızlıklar yaşadığını gençlerle buluşturmanın da önemli olduğunu düşünüyorum. Benzer şekilde günah keçisi olarak gösterilen gruplara dair bir farkındalık yaratılması ve de onların düşman olarak görülmesini önleyici buluşmalar yaratmak da çok değerli. Ayrıca rekabete dayalı bakış açısından biraz olsun çıkabilir dayanışma eksenli bir bakış açısını öne çıkarabilirsek  rekabetin kazananları ve kaybedenleri bakış açısından da bir adım da olsa çıkabiliriz. Böylece kazanan ve kaybedenlerin olduğu değil, herkesin kazanabildiği, dayanışarak herkesin kendisine yarar sağladığı bir sistem oluşturmak da mümkün olabilir. 

DAYANIŞMA VE ÖRGÜTLENMEYE İHTİYAÇ VAR 

Peki ya bizatihi kamuya?

Genç intiharları üzerine çalışırken eleştirel intihar araştırmaları bize ilham vermişti. Bu literatür bize sorunların varlığından çok, sorunları çözüp çözemediğiniz, sorunları çözme becerisinin önemine dikkat çekiyor. Bu önemli psikolojik araştırmalar, intiharların arkasında yatan en önemli sebebin sorunların çözümüne dair umutsuzluk ve çaresizlik olduğunun altını çiziyor.

Gençler bugün tek başlarına çözemeyecekleri devasa sorunlarla karşı karşıyalar. Bu sorunlara çözüm üretmek ise kesinlikle sadece onların sorunu değil, pek tabii ki toplumsal bir meseledir, öyle olmalıdır. Dolayısıyla bu tür toplumsal sorunların varlığından çok, bunların çözümü için neler önerdiğimiz, var olan sisteme nasıl alternatifler oluşturduğumuz önem kazanıyor. Raporu şu cümlelerle bitirmiştik ve de burada da tekrarlamak isterim: 

“Hiç şüphesiz gençlerin yaşadıkları sorunların çözümü sadece bireylerin (gençler ve genç yetişkinlerin) omuzlarına yüklenecek ve onların bireysel olarak çözmelerinin bekleneceği konular değil. Yapılması gereken; alternatifler sunmak, gündelik hayata dokunan, bireylerin varoluş koşullarını iyileştirmeyi hedefleyen ve gençlerle birlikte üretilen bir gündelik hayat siyasetinin önünü açmaktır. Gençlerin esenliğini sağlamak ve güçlendirmek ve zorluklarla baş etme becerilerini geliştirmek için dayanışma ve örgütlenme mekanizmalarına olan ihtiyaç her zamankinden çok daha fazladır.”

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER