Politika gerçekle karşılaşmamızı engelleyen bir fantezi mekânı mı?
KENTPolitika gerçekle karşılaşmamızı engelleyen bir fantezi mekânı mı?
DÜNYANIN EN BAŞTAN ÇIKARICI ŞEHİRCİLİK EFSANELERİ
“Kentsel dönüşüm depreme karşı tek çözümdür.” Bu sözü duyunca 99 felaketinden sonra defalarca Türkiye’ye gelen Japon İmparatoru’nun başdanışmanını hatırlarım, hep. 90’lı yaşlarındaki bu nazik ve bilge insanın aynı hataları yapmayalım diye nasıl çırpındığını. "Şu kadar yapıyı dönüştürdük ya da dönüştüreceğiz" diyor adaylardan birileri. Bugüne kadar acaba hangi yapıları dönüştürmüşler? Şehrin en kaliteli yapı stoğu parası karşılığı alınan “çürük raporları” ile yok edilirken, bu söz yalnızca halkı aldatmak için uydurulmuş bir efsane oluyor. Demek ki "şehir" dedikleri de insanları çıkara bağımlı kılarak rıza imal eden bir fantezi mekânı. Kentsel dönüşümün bir çözüm olduğu söyleniyor. Ayrıca küçük üreticiler, onların oluşturdukları ağlar ve şehrin binlerce yıllık birikimi, deneyimi imha edildi, yerel üreticiler fakirleşti, kentsel dönüşüm diye. Bir kere yalnızca binalara bakarak riskli yapıları bulamazsınız, ayrıca baksanız da bulamazsınız. Apartman yöneticileri, iş kapma peşindeki müteahhitler, mülk sahipleri parası karşılığında sağlam yapılara “çürük raporu” aldırmaktan başka bir iş yapmaz oldular. Soru şu: Rant kavramı yerinde mi kullanılıyor? Bir arazinin değeri değişen imar hakkıyla anında değişebiliyor. Bostanı ucuza alan bir açıkgöz karanlık ilişkilerle imar hakkı elde ediyorsa, haksız kazanç sağlıyorsa bu bir rant mıdır, mesela? Şehrin tam merkezinde, daha önce bir üniversitenin gelişme alanı içinde kaldığı belirtilen, imar planlarında inşaat izni olmayan, bostan olarak kullanılan, sahiplerinin yoksulluk çektiği bir arazi çok ucuza el değiştiriyor ve yerine bir gökdelen yapılıyor. Eğer imar izni önceden belli olsa, sahipleri bu araziyi şehirdeki normal bir daire fiyatına satmayacaklar ya da yeni sahipleri o kadar ucuza alamayacaklar. Demek ki bu gördüğümüz başka bir şey. Rant kavramı görelilik içeriyor, imar koşullarına göre değişebileceğine göre. O zaman siyasetin amacına dönüşüyor. İmar koşullarını kim belirliyor? Şehircilik faaliyetinin bir “bilim” olduğunu iddia ediliyorsa, uzmanlar. Nerenin yeşil alan olacağını, nereye ne kadar imar izni verileceğini “bilim ışığında” uzmanların belirleyeceği varsayılıyor. Ancak kararları siyasetçiler aldıklarına göre, onların üzerinde de yöneticiler var. Siyasetçiler halkın temsilcileri olduklarına göre, onların da adil davranacakları varsayılıyor, ancak öyle olmuyor. Onlar da imar rantındaki değişimden pay aldıklarına göre, "bilim adına hareket ettiklerini söyleyen" ve bununla kendi çıkarlarını temsil eden uzmanları dinleyeceklerini düşünmek, saflık olur. Kentsel dönüşüm şehir halkını felaketten kurtaran bir çözüm gibi gösteriliyor. Oysa piyasa koşullarına terk edilmiş, kamusal niteliğini kaybetmiş bir kentsel dönüşüm dedikleri kurtardığını iddia ederek şehir halkını aldatan bir felaket yaratıcısı olarak görülmeli.BU RANT DEĞİL, GELİR TRANSFERİ
Rant neye deniyor? Bir varlıktan, birikimden gelir elde etmeye. Diyelim bankada paranız var, faiz alıyorsunuz ya da eviniz var kiraya veriyorsunuz, kullandırıyorsunuz, gelir elde ediyorsunuz. Bu gelire rant deniyor. Oysa buradaki durum bunun tam tersi. Birikiminiz, paranız, malınız-mülkünüz olmasa bile kamu gücünü, imtiyazını kullanarak gelir elde ediyorsunuz. Daha doğrusu başkalarının varlıklarına, birikimlerine el koyuyorsunuz. Demek ki burada “rant” değil, başka bir şey var: Gelir adaletsizliği. Birileri zenginleşiyor, birileri yoksullaşıyor. Şehrin mesela sağlam ve kaliteli yapı stoğu yok ediliyor, güvensiz ve kalitesiz yapı stoğunda yaşayan insanlar daha çok yoksullaşmaya ve risk altında kalmaya mahkûm ediliyor. Kentsel dönüşüm şehir halkını felaketten kurtaran bir çözüm gibi gösteriliyor. Oysa piyasa koşullarına terk edilmiş, kamusal niteliğini kaybetmiş bir kentsel dönüşüm dedikleri kurtardığını iddia ederek şehir halkını aldatan bir felaket yaratıcısı olarak görülmeli. Rant kavramı bu durumda ne olduğunu ifade etmiyor, hatta gizliyor. Yasalar karşısında herkes eşit olduğuna göre, buradaki sorun kuralların soyut değil, somut, yani özelleşmiş olmaları. Demokrasi kavramında somutluğa, ahbap çavuş ilişkilerine, cemaat bağlarına yer yoktur. Demokrasi soyut bireyler arasındaki soyut bir ilişki biçimi. Dahası -çoğu zaman anlaşılması ve arzulanması biraz zordur ama- canlılar ve cansızlar arasındaki bir soyutluk ilişkisi. Yalanları doğrulardan ayırt etmek kolay değil. Kimi zaman birtakım doğrular da başka doğruları gizlemek için de kullanılabiliyor Dünyanın belki de en büyük “şehircilik hadisesi” yaşanıyor, İstanbul’da. Hadise henüz cisimleşmemiş -yani potansiyel bir tehdit- olarak duruyor. Henüz tarihe geçmemiş, ya da yaşanmamış bir felaket olarak sis perdesiyle örtülü halde. Yerel politikanın gündeminin bunun olması gerekir, değil mi yerel seçim kampanyalarında? Ama öyle değil. Sanki Freud’un söylediği gibi rüyayı devam ettirmek için uğraşılıyor ya da gerçekle temas etmemek için gerçekliğin simgesel alanına kaçılıyor. Bu durum "politik gerçeklik" dediğimiz şeyin gerçeğin yerine geçen bir fantezi mekânı olduğunu düşündürüyor. Demokrasi dünyanın kendi simgesel evrene hapsedilmemesi ile ilişkili. Nesneleştirici, iktidar bağımlısı her girişim şiddet içeriyor, iktidarla karanlık düğüm noktaları yaratıyor. Demokrasilerin gündemini yalnızca içeriklerle doldurmaya çalışanlar kendilerini iktidarın merkezine koyarak totalitarizmin cazibesine kapılıyorlar. “Ey halk, uyan!” Halkın aldatıldığını düşünenler, hatırladığım kadarıyla böyle söylerdi soldan ve sağdan. Artık belki de bunu söyleyenlerin uyanması gerekiyor, bu rüyadan!İlginizi Çekebilir