© Yeni Arayış

Özgürlüğün son sınavı: Hepimiz tehlikedeyiz

İçinde yaşadığımız çağ, özgürlüklerimize karşı açılmış sistematik bir savaşın sahnesi. Hükümetin hazırladığı son kanun teklifi taslağı, yalnızca LGBTİ+ bireyleri değil, hepimizi hedef alıyor.

Bu distopyayı tersine çevirmek bizim elimizde. Susmak, alışmak, kabullenmek; bu karanlığı meşrulaştırır. Bu düzenlemeler, yalnızca bir grup insanın hayatını değil, bütün bir toplumun geleceğini tehdit ediyor.

İçinde yaşadığımız çağ, özgürlüklerimize karşı açılmış sistematik bir savaşın sahnesi. Hükümetin hazırladığı son kanun teklifi taslağı, yalnızca LGBTİ+ bireyleri değil, hepimizi hedef alıyor. “Genel ahlak”, “toplumsal düzen” ve “aile değerleri” gibi muğlak kavramlar üzerinden inşa edilen bu baskı düzeni, bireyin kendisi olma hakkını elinden almayı, yaşam tarzını belirlemeyi, hatta bedenine dair kararlarını bile devletin kontrolüne bırakmayı amaçlıyor.

Bu yalnızca bireysel özgürlüklerimize değil, yaşamlarımızın her alanına yöneltilmiş bir saldırıdır. Bugün bir erkeğin küpe takması, saçını uzatması, makyaj yapması veya bir kadının kısa saç kestirmesi, belirli kıyafetleri giymesi suç sayılacaksa, yarın hangi yasaklar gelecek? Kadınların belirli meslekleri yapmasının engellenmesi mi? Erkeklerin duygularını bastırmaya zorlanması mı? Devletin, insanları "uygun vatandaş" olarak şekillendirmek için tüm hayatlarına müdahale etmesi mi?

“Devletin olduğu her yerde patriyarka vardır. Devlet, erkek egemenliğinin kurumsallaşmış hâlidir.”

Silvia Federici

Bu yasa taslağı, LGBTİ+ bireyleri sindirme girişimi olmanın ötesinde, bütün topluma çizilen bir sınırdır. Ahlak adı altında dayatılan bu yeni düzen, kadınlara, gençlere, sanatçılara, işçilere, akademisyenlere, hepimize neyi yapıp yapamayacağımızı dikte eden bir sistemin taşlarını döşüyor. Bu yüzden diyoruz ki: Bu sadece bir azınlığın değil, herkesin meselesidir.

Aile Yılı: Özgürlüğe Karşı Kolektif Saldırı

Bu saldırı yalnızca bireylerin kimliklerine yönelik değil; toplumu bir kalıba sokma projesinin bir parçası. "Aile Yılı" adı altında sunulan politikalar, kadını eve hapsetmeye, çocukları otoritenin şekillendirdiği dar kalıplara sokmaya, bireysel tercihleri devletin belirlediği değerlere kurban etmeye hazırlanıyor. “Geleneksel aile yapısını koruma” bahanesiyle boşanma zorlaştırılacak, kadınların ekonomik bağımsızlığı baltalanacak, çocuklara devlet eliyle tek tip kimlik dayatılacak.

“Aile, tarihin en uzun süreli baskı sistemidir. Devletin yaptığı, bunu kutsallaştırarak sorgulanamaz kılmaktır. Kadın, çocuk, birey bu yapının içinde ‘makbul vatandaş’ olarak şekillendirilmeye zorlanır.”

Angela Davis

Aile Yılı adı altında ortaya atılan projeler, LGBTİ+ bireyleri ve itaat etmeyen, özgürleşen kadınları “sapkın” olarak görüp toplumdan dışlamaya, boşanmayı bir tabu haline getirmeye, çocukları erken yaşta “milli ve manevi değerler” adı altında ideolojik bir kalıba sokmaya hizmet ediyor. Aileye değer vermek başka bir şeydir, bireyin özgürlüğünü aile kisvesi altında yok etmek bambaşka bir şey.

“Kadınların özgürlüğü, yalnızca kendi bireysel seçimleriyle sınırlanmaz; bu özgürlük, içinde bulundukları toplumsal sistem tarafından ya mümkün kılınır ya da imkânsızlaştırılır. Aile, kadının emeğini ve bedenini kontrol eden ilk kurumdur.”

Kate Millett 

Buradan Çıkış Var mı?

Bu distopyayı tersine çevirmek bizim elimizde. Susmak, alışmak, kabullenmek; bu karanlığı meşrulaştırır. Bugün LGBTİ+ bireylerin giyimi, görünüşü, aşkı hedef alınırken, yarın kadınların hayatı, gençlerin düşünceleri, sanatın ve bilimin özgürlüğü hedef alınacak. Bu düzenlemeler, yalnızca bir grup insanın hayatını değil, bütün bir toplumun geleceğini tehdit ediyor.

Buradan çıkışın tek yolu var: Dayanışma.

Kadınlar, LGBTİ+ bireyler, işçiler, öğrenciler, sanatçılar, akademisyenler, bu toplumun tüm ezilenleri bir araya gelmeden bu karanlıktan çıkış yok.

Her alanda, her yerde, her fırsatta bu baskıya karşı ses çıkarmak zorundayız.

İktidarın çizdiği sınırları kabul etmiyoruz; kim olduğumuza, nasıl yaşayacağımıza, nasıl seveceğimize biz karar veririz.

“Baskıya alışmak, özgürlüğü unutmak demektir. Özgürlüğün unutulduğu yerde, direnmekten başka çare kalmaz.”

Emma Goldman

Bugün en büyük sınavımız, özgürlüğümüze sahip çıkmak. Eğer bunu kaybedersek, bir daha geri almak çok zor olacak.

Bu yüzden diyoruz ki: Bu distopyayı reddediyoruz. Boyun eğmiyoruz. Alışmıyoruz. Ve en önemlisi: Buradan çıkacağız.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER