Özel ve İmamoğlu’nun büyük sınavı - 2
SİYASETÖzel ve İmamoğlu’nun büyük sınavı - 2
Parlamenter mücadele ve kitle partisi söz konusu olduğunda öncelikli olan, geniş kitleleri de bu tespit ve analizler doğrultusunda arkasından sürükleyebilme becerisidir ve bunun için de böyle özelliklere sahip liderler günümüz siyasetinde maalesef zorunludur. Özgür Özel bu konuda henüz yeterince sınanmamıştır; ancak Ekrem İmamoğlu, bu profile yakın aday olduğunu kanıtlamıştır.
Bir süredir ‘parlamenter demokratik’ dünyada ‘seçimden ibaret siyaset’ anlayışının neredeyse tamamen hakim olduğunu ve bu bağlamda seçimin de piyasadaki arz talep mekanizmasına veya müşteri-satıcı ilişkisine dönüştüğünü görüyoruz. Burada hakkıyla tartışamayacağım çok kapsamlı, derin ve çok boyutlu bu sorun hakkında, konumuz bağlamında, şunu söylemeden geçmek istemem: Türkiye de dahil olmak üzere, sağ popülizmin önlenemez yükselişi ve -insanların açıklamakta zorlandıkları- sağ partilerin sürekli seçim başarıları, tam da bu piyasa ilişkilerinin gereklerini yerine getirmede sağın ‘çok iyi’ olmasıyla ilgilidir. Bir yandan ‘ideolojilerin sonu’ safsatasıyla dünyaya hakim olan post-modern paradigma, diğer yandan ironik bir şekilde post-modern dünyanın hakim ideolojisi olarak neo-liberalizm, günümüzde siyasetin seçimlere indirgenmiş olmasında belirleyici rol oynamıştır. Sonuçta seçimler günümüzde artık reklam ve pazarlama faaliyetine dönüşmüştür! Diğer yandan, küresel gelişmelere paralel olarak Türkiye’de de siyaset güya ‘ideolojiler üstü’, acımasız bir piyasa rekabetine dönüşürken, ülkedeki en büyük iki partinin içi boşaltılmış ideolojik iddialarından vaz geçmemesi ironik bir tablo çıkarmaktadır ortaya: Adalet ve Kalkınma Partisi’ne atfedebilen İslamcılık, Milli Görüş veya mukaddesatçı muhafazakârlık ideolojisi de Cumhuriyet Halk Partisi’ne atfedilen (bayrağındaki altı okla özetlenmiş) Kemalizm de günümüzde sığ siyaset tarafından içi boşaltılmış söylemlere dönüşmüştür. Sembolik olarak siyasi anlamları devam etse de ve özellikle tepkisel seçmen tercihinde hala önemli rol oynasalar da bu ideolojiler esasen kimsenin içeriğiyle pek ilgilenmediği bir retoriğe dönüşmüşlerdir. Bugün seçime indirgenmiş siyaset oyununun kurallarına göre artık öncelikle zarf önemlidir; mazruf önemsiz veya ikincildir! İmaj, görünüş veya sembolizm, içeriğin önüne geçmiştir. Hatta belirleyici olmuştur. Türkiye’de yirmi yıllık ‘yenilmez AKP’ algısını yerle bir eden güncel siyasetin iki yeni aktörü olarak Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel’in önündeki büyük bir sınav da yeni bir paradigmatik çerçeve oluşturmak üzere, sağ popülizmi sandıkta kalıcı olarak yenmek için stratejik ve taktiksel boyutta eksiklikleri gidermek ve bunun için araçlar ve yöntemler geliştirmektir.
Elbette, Türkiye’nin gerçekten hemen çözülmesi gereken, en temel özgürlüklerden, servet dağılımı adaletsizliğine, herkes için felaket anlamına gelen ekolojik tahribatlara kadar çok geniş alandaki acil ve akut sorunları bugün Türkiye’nin en çok oy almış partisi olarak CHP’yi ve özellikle sayısı artan belediyelerini bekliyor.
Stratejik Boyut: Uzun Vadeli Sınav Olarak Oyunun Kurallarını Değiştirmek
İçinde bulunduğumuz zor koşullarda birçok insan gibi İmamoğlu ve Özgür Özel ile kadroları için ilk anda lüks görünebilecek olan uzun vadeli stratejik boyutta çalışmalar, bence en az taktiksel boyut kadar acil bir mesele olarak önlerinde duruyor. Evet, stratejik boyut çok kapsamlı, çetrefil ve uzun vadeli bir meseledir; sebat gerektirir. Elbette, Türkiye’nin gerçekten hemen çözülmesi gereken, en temel özgürlüklerden, servet dağılımı adaletsizliğine, insanca yaşamın her gün daha çok insan için olanaksızlığından herkes için felaket anlamına gelen ekolojik tahribatlara kadar çok geniş alandaki acil ve akut sorunları bugün Türkiye’nin en çok oy almış partisi olarak CHP’yi ve özellikle sayısı artan belediyelerini bekliyor. Evet, artık iktidarı yakın zamanda devralmaya aday olan CHP yönetimi tarafından, Ortadoğu’da Kürt sorunundan, hassas göçmen sorununa, Ukrayna Savaşından İsrail’in Filistin’deki soykırımcı politikalarına ve sağın yükselişte olduğu Avrupa Birliği ve olası Trump yönetiminde ABD’yle ilişkilerden AKP döneminde dallanıp budaklanmış yayılmacı dış politikaya kadar bütün ‘büyük’ meselelerin zaman geçirmeden çalışılması, hazırlıklarının tamamlanması gerekiyor. Ancak İmamoğlu ve Özel önderliğinde geniş bir kadro tüm bunları yaparken, eş zamanlı olarak tüm partiyi daha uzun vadeli ve yapısal faaliyetlerin içine dahil etmek, hem bir sonraki seçimin garanti olduğu algısının yol açabileceği felaketten sakınmak, hem de olası genel seçim başarısı kadar sonrasını da güvenceye almak için elzemdir. CHP için zafer ve AKP için ise açık hezimet anlamına gelen 31 Mart yerel seçim sonuçları (özellikle geleneksel sağ ve sol oy dağılımı bağlamında) biraz dikkatli incelenirse ve AKP’nin yirmi yıllık iktidar yorgunluğuna son yıllarda eklenen hukuki, siyasi ve özellikle ekonomik krizler düşünülürse, muhalefetin AKP’yi gerilettiği argümanı konusunda çok temkinli olmak gerektiği anlaşılır. Zafer sanıldığı kadar büyük ve (daha önemlisi) kalıcı olamayabilir. Mevcut zafere rağmen, katılım oranına baktığımızda CHP’nin kadim %30 barajını yıkıp geçerek, %35 bandını aşmış olması bile çok önemlidir. Ancak demokrat muhafazakârlardan (kadim sağdan), özgürlükçü demokratlardan, liberallerden ve özellikle Kürtlerden alınan destek ve AKP küskünlerinden gelen protesto oyları sayesinden elde edilen zaferin kalıcılaşması için bu oranın (erkene alınması olası) Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde (Ecevit’in daha önceki %41,4 rekorunu da kırarak) %50’yi aşması gerekmektedir. Ancak bu, büyük oranda ‘diğer’ mahallelere güven verecek söylemsel dönüşümün pratiğe dönüşme başarısına bağlıdır. Bu söylemin yaygınlaşması ve mümkün olan en iyi uygulaması için bir laboratuvara dönüşecek belediyelerdeki performans belirleyici olacaktır. Unutmamak gerekir ki 1994 seçimlerinde büyük sürpriz yapan Refah Partisi’nin en büyük başarısı, sonraki bir yılda belediyelerde (bir yandan söz verdiği ideolojik çerçeve içinde İslamcı kültür politikaları yürütmekle birlikte) özellikle ürettiği yolsuzluk karşıtı hizmet söyleminin halkta karşılık bulmasıdır. Nitekim 1995 genel seçimlerinde Refah Partisi’ne oy verenlerin %40’ının kendisini laik olarak tanımlamasının gösterdiği üzere, diğer mahallelerdeki değişen algısı bu başarıda temel etmenlerden biri oldu.
***
Bu nedenlerle, stratejik ve taktiksel düzeyde gerekli adımları atma konusunda Ekrem İmamoğlu & Özgür Özel’i önümüzdeki birkaç yılda büyük sınavlar bekliyor. Ayrıca genelde yerel seçimlerde seçmenin sandığa gitmeme ya da ‘düşman’ olmayan partilere oy verme yoluyla (hala ait hissettiği) kendi partisine uyarı verme eğilimi sergilediği bilindiğine göre, 31 Mart seçim sonuçlarında bunun rolü de düşünülecek olursa, kazanılan başarının kalıcılığı için ve hatta bunun büyümesi için CHP liderliğinin acilen önlerindeki sınavları geçmeleri gerekiyor. Van Büyükşehir Belediye Başkanlığı mazbatasının, büyük bir farkla kazanan DEM adayı yerine AKP’li adaya verilmesi konusundaki büyük rezalet karşısında İmamoğlu ve Özel’in ilk çıkışlarıyla sergiledikleri performans, daha önce bu köşedeki iki yazıda sözünü ettiğim “velev ki..” diyebilme siyasetinde/sınavında başarılı olacakları ümidini devam ettiriyor.
İmamoğlu ve Özel’in bu yazıda dile getireceğim sınavının konusu ise ‘seçimden seçime siyaset’ anlayışını aşarak oyunun kurallarını değiştirmek için partiyi seferber etme faaliyetidir.
İMAMOĞLU İLE ÖZEL VE PARTİYİ SEFERBER ETMEK FAALİYETİ
Bu bağlamda İmamoğlu ve Özel’in bu yazıda dile getireceğim sınavının konusu ise ‘seçimden seçime siyaset’ anlayışını aşarak oyunun kurallarını değiştirmek için partiyi seferber etme faaliyetidir. Seçimden seçime yoğun (kaçınılmaz olarak sığ) pazarlama faaliyetiyle seçmeni ‘ayartma’ anlamına gelen mevcut siyaset oyununun kurallarını değiştirerek, bunu (gönlü ve zihniyle) seçmenin kendisini kazanma amacına yönelik bir faaliyete dönüştürmek, iki liderin önündeki büyük sınavın stratejik boyutunu oluşturmaktadır. Bu yöndeki çabalar, halkı 1980 askeri rejiminin yol açtığı zihinsel hastalıklardan kurtarmak ve özellikle son on yılda AKP’nin toplumun gönlü ve zihninde yarattığı tahribatı ortadan kaldırmak üzere bir bütün olarak toplumu dönüştürme amacı taşımalıdır. Bu, aynı zamanda kutuplaşma üzerine kurulu siyasette sağ popülizmin payandalarını da zayıflatacaktır. Bu yönde faaliyetlere başlamak için iktidara gelmeyi beklemek zorunlu değildir. Daha kötüsü bekleme durumunda, AKP-MHP iktidarının devleti ve toplumu iyice kıstırdığı mevcut koşullarda, iktidara gelmenin iyice olanaksız olacağı veya iktidar yolunun çok daha zorlu bir sürece dönüşeceği unutulmamalıdır. İşte kazanılan belediyelerin olanaklarının en hayırlı kullanımlarından biri, bu amaca hizmet etmek olmalıdır. Bu doğrultuda, sadece kendi partileri ve hatta kendi seçmenleriyle sınırlı olmayacak, bilakis ‘diğer’ partilerin seçmenlerini önceleyecek, geniş katılımcı bir anlayışla yürütülecek bu faaliyetlerin yaratacağı alternatif buluşma ve yaşam alanları, çok kısa zamanda beklenmedik hızda ve yaygınlıkta başarılı olabilir. Bunun için belediyelerin bizzat önderlik veya koordinasyon işlevi görmesi şart değildir. Son zamanlarda AKP tarafından sivil aktörler (kurum ve bireyler) kriminalize edilerek ve cezalandırılarak baskılanmış veya sindirilmiş olsa da ve Hükümet Güdümünde Sivil Toplum Kuruluşları (GONGO) başta olmak üzere hükümetin besleme aktörleriyle ikame edilseler de eskiden beri Türkiye’nin büyük şansı olan oldukça çoğul toplumsal yapı ve gelişmiş sivil alanın desteklenerek geliştirilmesi, belediyelerin öncelikle bu faaliyetlerin zemini olarak kullanılması yıllardır yaşanan tahribatın kısmi de olsa onarılması için çok faydalı olacaktır.
***
Bu bağlamda parti içi stratejik adıma gelince, (programın demokratikleştirilmesi ihtiyacı bir yana) seçim kampanyası retoriğini aşacak şekilde ekoloji, toplumsal cinsiyet, yüzleşme/helalleşme ve kimlik politikalarını da kapsayan (aslında Kemal Kılıçdaroğlu döneminde zayıf da olsa her şeye rağmen inşasına başlanmış olan) demokratik siyasi çerçevenin öncelikle partililer tarafından içselleştirilmesi gerekmektedir. İmamoğlu ve Özel’in seçim sonrası söylemleri bu konuda radikal adımlar atmaya yatkın olduklarını göstermektedir. Ancak emin olduğum bir şey var: Geniş kitlelere ulaşılmasını engelleyen ve partinin önemli ayak bağlarından birini oluşturan ‘kaba laikçi’ imajdır. Bu imajı aşmak için parti yöneticileri ve seçmenlerinin inanç özgürlüğünün garantisi olarak laiklik anlayışını daha çok sahiplenmesi gerekmektedir. Bu anlayışın gelişmesi için öncelikle kendi kadrolarından başlayarak tüm üyelere yönelik yoğun tartışma programları ve parti üyelerine ve sempatizanlarına yönelik yaygın okuma grupları ve eğitim çalışmaları, iki liderin öncülük etmesi gereken uzun vadeli faaliyetler olarak kendilerini beklemektedir.
Geniş kitlelere ulaşılmasını engelleyen ve partinin önemli ayak bağlarından birini oluşturan ‘kaba laikçi’ imajdır. Bu imajı aşmak için parti yöneticileri ve seçmenlerinin inanç özgürlüğünün garantisi olarak laiklik anlayışını daha çok sahiplenmesi gerekmektedir.
Seçimden İbaret Siyaset Anlayışını Aşmak
Ancak, böyle bir kapsayıcı demokratik siyasi çerçeveyi içselleştirmiş kadrolarla mevcut sığ siyaset oyunu aşılırsa, siyasi faaliyetleri seçimden önceki birkaç aya sıkıştırılmış hummalı pazarlama faaliyetinin ötesinde bir yere taşımak mümkün olabilir. Mevcut siyasi mahalleleri seçim çalışmalarında kabullenerek ‘diğer’ mahallelerden (seçmen değil) oy kazanmak için (uzmanı bolca bulunan) ‘tüccar popülist’ yöntemleri kullanmak mevcut siyasi oyunun kuralı gereğidir ve şimdilik buna uymak zorunludur. Nitekim, kısa veya orta vadede bunun değişmesi mümkün olmadığı için, bu oyunla ilgili taktikler de aşağıda ele alınacaktır. Ancak eş zamanlı olarak bu oyunun kurallarının değiştirilmesi için faaliyetler yürütmek de artık elzem bir siyasi amaç olmalıdır. Seçimlerde seçmenin müşteri, adayların ve siyasetçilerin satıcı oldukları bu oyunun yerine en azından klasik parlamenter demokrasilerdeki siyasi/ideolojik rekabeti (günümüze uygun bir versiyonuyla) yeniden inşa çabası, uzun vadeli, ama çok yönlü gerçek bir tamir çabası anlamına gelecektir. Ancak bunun orta ve uzun vadede sonuçlarını almak için çok beklememiz gerektiği düşünülmemelidir. Stratejik boyutta uzun vadeli faaliyetler sayesinde gönlü ve zihnini kazandığınız/dönüştürdüğünüz seçmenin oyunu zaten garanti edersiniz. Üstelik ‘kazanılmış’ bu geniş kitleler, sizin her seçim öncesindeki yoğun çalışmalarınızın önemli dayanağı olur. Önce Refah Partisi’nin ve ilk on yılında AKP’nin oldukça başarılı bir şekilde yaptığı tam da bu olmuştur! Özellikle seçim zamanında kendi mahalleniz dışındakilere yönelik (evet, mevcut müşteri kapma oyununu kabullenerek) yapılması gerekenler ise iki liderin önündeki sınavın taktiksel boyutunu oluşturmaktadır.
Taktiksel Boyut: Kısa ve Orta Vadeli Sınav Olarak Oyunu Kuralına Göre Oynamak
Günümüzde kaba bir anlayışla neredeyse tüm kötülüklerin anası olarak gösterilen popülizm, (Ondokuzuncu yüzyıl sonundan itibaren karşımıza çıkmaya başlayan stratejik boyuttaki, yani ideoloji olarak popülizmi bir yana bırakacak olursak) parlamenter demokrasi sınırları içinde ve hatta genelde siyasette taktiksel boyut olarak her zaman mevcut ve kaçınılmaz olmuştur. (Siyasetin vazgeçilmez meşru aracı olarak propaganda, özü gereği popülizm potansiyeli taşımaktadır içinde) Aralarındaki önemli farklar dikkate alınarak değerlendirilmesi gereken popülizmin ‘sağ’ veya ‘sol’ versiyonlarını ve ‘tüccar popülizm’ veya ‘devrimci/dönüştürücü popülizm’ versiyonlarını kapsamlı olarak tartışmayı başka yazılara bırakmak zorundayım. Ancak konumuz bağlamında şunu hemen belirtmek isterim: Günümüzde hakim olan sağ popülizm, iyice banalleştirdiği siyaseti adeta seçime/sandığa indirgemiştir. Diğer yandan seçim ise tamamen oy avcılığına dönüşmüştür. Günümüzde, özellikle seçim dönemlerinde seçmen müşteri konumuna düşürülmüş; siyasetçi ise satıcı durumuna düşmüştür. Bu nedenledir ki “seçimi ben kazandırdım” veya ‘en iyi ben kazandırırım’ diye dolaşırken reklamcılıkla siyaseti özdeşleştiren oy avcılığı taktisyenleri son zamanlarda fazla konuşmaya başlamıştır. Seçim kazanma hileleri konusunda seçim süreçlerinde çok işlevsel olabileceği ihtimalini reddetmediğim bazı kişi ve kurumların beceri ve birikimlerinin önemini inkar edemem. Ancak ‘futbol muhabbeti’ seviyesini geçmeyen bu tartışmalar bu yazının konusu değildir. Fakat özellikle son seçimden ve CHP’nin içinde bulunduğu durumla ilgili gözlemlerden yola çıkarak, İmamoğlu ve Özel için taktiksel boyutta önemli bulduğum başka konulara değinmek isterim.
Son seçimlerin gösterdiği, CHP açısından en önemli pratik sorun, son yıllardaki yoğun seçim deneyimi ve her seçimden sonra gündeme gelen ‘hazırlıklı olmama’ tartışmalarına rağmen parti örgütlerinin, özellikle ilçeler düzeyinde bir türlü yeterince ve uygun şekilde çalış(a)mamasıdır. İki liderin seçim hazırlıkları bağlamında el atması gereken belki de ilk mesele budur.
SEÇİMDE PARTİ ÖRGÜTLERİNİN HAZIRLIKSIZLIĞI
Son seçimlerin gösterdiği, CHP açısından en önemli pratik sorun, son yıllardaki yoğun seçim deneyimi ve her seçimden sonra gündeme gelen ‘hazırlıklı olmama’ tartışmalarına rağmen parti örgütlerinin, özellikle ilçeler düzeyinde bir türlü yeterince ve uygun şekilde çalış(a)mamasıdır. İki liderin seçim hazırlıkları bağlamında el atması gereken belki de ilk mesele budur. Kitle partisi siyasetinin doğasında olan, kişisel ve topluluk çıkarlarının etkili olması kaçınılmaz olabilir, ancak belirleyici olması partinin iktidar yürüyüşünde en önemli engellerden birine dönüşebilmektedir. İstanbul gibi bir yerde bile, CHP tarafından kazanılamayan ilçelerde ilçe parti örgütlerinin (muhtemelen adayların ve ekiplerinin kazanma inançlarını paylaşmadıkları için) azim eksiklikleri ve hatta AKP kalesi olarak görülen yerlerdeki motivasyonsuzlukları, acilen el atılması gereken bir sorun olarak ortada durmaktadır. Seçimden seçime siyaset anlayışı taktiksel boyutta da yanlıştır. Seçmeni müşteri, kendisini satıcı olarak gören siyaset yöntemleri mevcut koşullarda zorunlu görülse bile, günübirlik dar küçük esnaf taktikleri yerine, orta ve uzun vadeli getiriler ön gören, sistemli kurumsal (corporate) taktikler tercih edilmelidir. Bu bağlamda, “ayinesi iştir kişinin” anlayışıyla, CHP belediyelerinin başarısı, ‘kendiliğinden, dolaylı ve sessiz’ bir şekilde gerçekleşen en temiz ve en etkili propaganda aracı olacaktır. Bunun için şeffaf, temiz, efektif ve liyakate dayalı yönetim ve hizmete yönelik kapsayıcı, katılımcı belediye faaliyetleri, CHP için en önemli seçim çalışması olacaktır. Onaylamasak da zamanın ruhuna ve oyunun mevcut kurallarına uygun olarak, elbette niceliğin niteliğin önüne geçtiği post-modern dünyada hizmet, ürün ve her türlü faaliyet kadar bunların tanıtımı (propaganda) ve promosyonu (reklam) maalesef belirleyici olabilmektedir. Hatta çoğu zaman ikincisi (zarf/imaj/algı), birincinin (mazruf/içerik/gerçeklik) önüne geçmektedir. Bu gerçekliği (asla kabullenmeden) kabul etmek veya inkar etmemek parlamenter siyasetin gereği olduğuna göre, taktiksel boyutla ilgili bu gerçekliğin ihmal edilmemesi büyük önem taşımaktadır. Doğrusu, bu konuda İstanbul seçimlerindeki performansıyla AKP’yi ve bu işlerin piri olan Tayyip Erdoğan’ı kıskandıracak seviyede başarılı bir performans sergileyen Ekrem İmamoğlu, önündeki en kolay sınavın bu olacağını kanıtlamıştır.
Tüm bunları neden CHP değil de İmamoğlu ve Özel’in büyük sınavı olarak gördüğüme gelince, siyasetin doğruyu bilmek ve söylemekten veya doğru/haklı teoriye sahip olmaktan ibaret olmadığını, başarıda pratiğin, öznelliğin ve becerinin belirleyici olabileceğini artık öğrenmiş olmak beni bunu düşünmeye yönlendirmektedir.
BAŞARIDA PRATİK, ÖZNELLİK VE BECERİ BELİRLEYİCİ OLUYOR
Tüm bunları neden CHP değil de İmamoğlu ve Özel’in büyük sınavı olarak gördüğüme gelince, siyasetin doğruyu bilmek ve söylemekten veya doğru/haklı teoriye sahip olmaktan ibaret olmadığını, başarıda pratiğin, öznelliğin ve becerinin belirleyici olabileceğini artık öğrenmiş olmak beni bunu düşünmeye yönlendirmektedir. Dünyanın en sofistike doğru tespitleri ve analizleriyle yola çıkan nice sol hareket, haklı çıkmanın gururuyla tarihe karışmak veya kendi kavuğunda yaşamak zorunda kalmıştır, kalmaktadır. Ya da (bizzat Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP örneğinde görüldüğü üzere) parti içindeki radikal değişim ve dönüşümü başlatmak mümkün olsa bile kalıcılaştırmak üzere bunu kitlelere taşıma veya mal etme konusunda (partide ayak direten muhafazakar kıdemlilerin de etkisiyle) yetersiz kalınabilmektedir. En az ‘doğru’ veya ‘haklı’ tespitler ve analizler kadar, onları hayata geçirecek irade, enerji ve tarza sahip olan karizma sahibi, ama aynı zamanda cesur siyasi önderler de önem taşımaktadır. Parlamenter mücadele ve kitle partisi söz konusu olduğunda öncelikli olan, geniş kitleleri de bu tespit ve analizler doğrultusunda arkasından sürükleyebilme becerisidir ve bunun için de böyle özelliklere sahip liderler günümüz siyasetinde maalesef zorunludur. Özgür Özel bu konuda henüz yeterince sınanmamıştır; ancak sergilediği imaj ve bugüne kadarki performansıyla Ekrem İmamoğlu, bu profile yakın aday olduğunu kanıtlamıştır. Çok uzun zamandan beri merkez solda eksik olan özelliklere sahip bir lider olarak ortaya çıkan İmamoğlu’nun parlamenter siyasetteki kitlenmeyi aşacak bir aday olması, önündeki büyük sınavı geçmesini sağlayabilir.
İlginizi Çekebilir