© Yeni Arayış

Ortaöğretimde reform ihtiyacı

Aslında ele aldığımız konu, devlet okulları yanında son dönemlerde özel okulların da hızla yayılması; bu gelişmeye paralel olarak da, özel kurumların bir bölümünün iyi öğretim hizmeti sunmayan ama para kazanma kapısına dönüşen bir nitelik kazanmasıdır. Acaba neden böyle oldu, galiba onu sormamız uygun düşüyor.

Zaman içinde devlet kurumlarının niteliği zayıfladıkça, özel kurumların sistemdeki yeri ve önemi arttı. Bu durumun tabii bir sonucu olarak da bir dizi yeni özel ilk ve özellikle ortaöğretim kurumu gelişti. Devlet kurumlarında ortaya çıkan ve ilerleyen yozlaşma ya da Sayın Bakanın ifadesini hatırlarsak “çürüklük” sorunu sonunda özel kurumlara da musallat oldu. Bir çözüm aranması ve gerçekleştirilmesi zorunlu.

Ülkemizde bazen öyle ilginç olaylar cereyan ediyor ki, şaşırıp kalabilirsiniz. Örneğin, birkaç gün önce Milli Eğitim Bakanımız, Özel Okulları temsil ettiği anlaşılan bir heyete, aranızdaki çürük elmaları siz temizleyin, bize bırakmayın. Benim yetkim var, siz yapmazsanız ben üstlerime yürüyeceğim demiş. Kısa süre sonra heyetten gelen cevap daha da ilginç. Heyete göre, kendileri çürük elmalar olduğunu bilmekle beraber yapabilecekleri bir şey yokmuş çünkü böyle bir yetkileri bulunmuyormuş. Yani yetkiler bakanlıkta.

Dışardan bir gözlemci olarak baktığımda, bir derneğe “çürük elma ayıklama” yetkisinin verilmiş olmasını pek muhtemel görmüyorum. Zaten bu okulların açılması iznini bakanlık veriyor. O zaman sormak gerekiyor, acaba Sayın Bakan yetkilerini mi bilmiyor, yoksa kullanmak mı istemiyor? Bu sorunun cevabını da bilmiyorum ama bir tahminde bulunabilirim. Aslında Sayın Bakan yetkilerin kendisinde olduğunu pekala bilmektedir. Ancak “çürük elma” tabir ettiği kurumları açanlar ya da sahipleri, Sayın Bakanın üyesi bulunduğu partinin üyeleri veya destekçileridir. Bilindiği gibi, sorunlu işletmeler şayet partili zevat tarafından açılmışsa, Bakanın görevi onları ayıklamak değil, zaaflarını görmezlikten gelerek idare etmektir. Sayın Bakan ne yapsın, ben pek bir şey yapamıyorum, bari siz yapın diyerek topu yetkisi olmayan, belki manevi baskı uygulayabilecek bir derneğe atmaktadır.

Aslında ele aldığımız konu, devlet okulları yanında son dönemlerde özel okulların da hızla yayılması; bu gelişmeye paralel olarak da, özel kurumların bir bölümünün iyi öğretim hizmeti sunmayan ama para kazanma kapısına dönüşen bir nitelik kazanmasıdır. Acaba neden böyle oldu, galiba onu sormamız uygun düşüyor. Hepimizin de gözleme fırsatı olduğu gibi, devletimiz yeni orta öğretim kurumları açıyor ama bunlar vatandaşın istediği türden klasik liseler ve hatta meslek okulları değil, din adamı yetiştirmek amacıyla kurulmuş, bilahare dini lise mahiyetini kazanmış bir kısım “mektep.” İktidarımız, yeni nesillerin yeterince dindar olarak yetişmediğini düşündüğü için bu tür okulların gelişmesine öncülük etti. Sonra da, çocukların ikametgahlarına yakın okullara gitmesi ilkesini benimseyerek, çok sayıda çocuğumuzu bu okullara gitmeye zorlamaya çalıştı.

Çoğu aile çocuklarını böyle okullara göndermek istemiyordu. Özel okullara yöneldiler. Maalesef birçok ailenin geliri son derecede sınırlı olduğundan ve günümüzde ailelerin satın alma gücü yüksek enflasyon karşısında eskiye nazaran daha da hızlı eridiğinden, çoğu aile burs veya indirim arayışına girdi. Böyle bir ortamda ucuz fakat yetersiz hizmet veren ortaöğretim kurumlarının gelişmesine pek şaşmamak gerek. Yaşadığım bir örneği sizlerle paylaşayım. Bir kurumda müstahdem olarak çalışan bir arkadaş benden çocuğunu özel okula göndereceğini, okul harcını nasıl ödeyeceğini bilmediği için yardım istedi. Belki okul sahiplerini tanıyabilirdim veya destek verecek hayırsever birini bulmakta yardımcı olabilirdim. Öğrendiğime göre devlet adamcağızın kızını, kızın gitmek istemediği bir liseye zorla göndermek istiyormuş. Kız da okumayacağım diye tutturmuş. Çocuklarını ancak okutarak onların kurtuluşunu sağlayacağını düşünen baba da çare arıyordu. Maalesef ben yardımcı olamadım, ne yapmağa karar verdiğini de bilemiyorum.

Öyle görülüyor ki, devlet okulları iktidarın vizyonuna göre adam yetiştirme işini üstlenmeye devam ettikleri sürece özel okullara gitmeye çalışan nüfus kesiminde artış olacak, bu eğilimden yararlanmak isteyen ve bir yandan ucuz hizmet verirken diğer yandan ceplerini doldurmaya çalışan bir takım iş adamları da türeyecek.

Özel okullara geçişi güçlendiren başka gelişmeler de var. Sayın Bakan Dernek veya vakıf biçiminde örgütlenmiş bazı tarikatlarla öğretime yardımcı olmaları için sözleşme imzaladı. Yetmedi, iktidarın diğer ortağını da tatmin etmek için Ülkü Ocaklarına da imkan sağladı. Bu tartışmalı gelişmeler, çocuklarının bilimsel müfredat çerçevesinde yetişmesini isteyen ailelerin devlet sistemi dışında eğitim imkanına yönelme arayışlarını daha da güçlendirdi. Öyle görülüyor ki, devlet okulları iktidarın vizyonuna göre adam yetiştirme işini üstlenmeye devam ettikleri sürece özel okullara gitmeye çalışan nüfus kesiminde artış olacak, bu eğilimden yararlanmak isteyen ve bir yandan ucuz hizmet verirken diğer yandan ceplerini doldurmaya çalışan bir takım iş adamları da türeyecek.

Ülkemizde değişik türden ve kurumsallaşmış özel okullar var. Bir grup okul, Osmanlı döneminden itibaren öğretimlerinin bazı bölümlerini yabancı dilde yapan kurumlar. Bunların bir bölümünü yabancı devletler de destekliyor. Bir bölümü ise artık mezunların kurduğu vakıflar tarafından yönetiliyor, bir geleneği devam ettirmekle beraber, Türk kurumlarına dönüşmüş vaziyetteler. Bu kurumlara yüksek talep var çünkü iyi yabancı dil öğretiyorlar, verdikleri öğretimin kalitesi yüksek, mezunlarının önemli bir bölümü üniversite öğrenimlerine ülke dışında devam ediyorlar. Hemen ekleyelim, aynı nitelikte Galatasaray ve İstanbul Erkek Lisesi gibi istisnai devlet okulları da bulunabiliyor.

İkinci bir grup okul, vakıflar tarafından yürütülen, öğrencisini iyi yetiştiren yerleşik kurumlar. Genellikle bunların da uzun bir geçmişi var. Mesela Şişli Terakki ve Işık Liseleri gibi kurumlar Osmanlı modernleşmesinin bir parçası olarak Selanik’te kurulmuş, bilahare mecburen faaliyetlerini İstanbul’a nakletmişler.  Saygı duyulan, iyi öğrenci yetiştiren kurumlardır. Yine günümüzde Türk Eğitim Derneği adlı kuruluşun kurduğu kolejler var. İlki Ankara’da (doğru biliyorsam) Atatürk’ün teşvikleri ile açılan bu okullar, mezunlarının da gayretleriyle, belirli bir gelişme göstermişler ve bunun sonucunda başlıca Anadolu kentlerinde “Maarif Kolejleri” açılmıştır.

Üçüncü bir grup esas mesleği öğretmenlik olan girişimcilerin açtığı okullardır. Bunların bir bölümü üniversiteye hazırlık kursu olarak başlamış, bilahare ilk ve orta öğretim kurumlarına dönüşmüştür. Zaman içinde işlerini iyi yaptıkça yerleşiklik kazanmışlardır. Bazıları tek veya az sayıda kalmayı tercih ederken, bir bölümü de ülkede yayılmayı öngörmüştür. Aralarında ülke çapındaki varlıklarını franchise sistemiyle yaygınlaştıranlar da bulunmaktadır. Bu kurumlar daha ziyade öğrencilerini Türk üniversitelerine sokmakla övünmekte, ülke çapında nispeten nitelikli bir öğretim vermeye gayret etmektedirler.

Nereden başlayalım derseniz, öncelikle öğretimin bir parti sorunu değil, bir ülke sorunu olduğunu, eğitimin esas amacının da kişiyi çağdaş bilgi ve becerilerle donatmak olduğunu benimsemek lazım.

Dördüncü bir grup var ki, bunlara tarihi olarak palas mektep tabir edilmekteydi. Bugün varlıklarını sürdürmedikleri için adlarını anarak örnek vermenin sakıncası yok, benim çocukluğumda Boğaziçi Lisesi ve İstiklal Lisesi diye iki okul vardı. Diğer liselerde okuyamayanlar ya da muhtelif nedenlerle oralardan “tasdikname” alanlar, bu okullara gelir ve liseyi orada bitirirlerdi. Pekiyi lise bitirmek çok mu önemliydi? Evet, çünkü 1960’a kadar lise mezunları yedek subay oluyorlardı. Böyle bir ayrıcalığı mümkünse kaçırmamak lazımdı.

Şu ana kadar saydığımız okul tipleri istikrarlı bir ilk ve ortaöğretim sisteminin bir parçasıydılar. Ancak, bu sistem varlığını sürdürürken, devlet kurumları da nitelikli ve tatmin edici bir öğretim yapıyorlardı. Zaman içinde devlet kurumlarının niteliği zayıfladıkça, özel kurumların sistemdeki yeri ve önemi arttı. Bu durumun tabii bir sonucu olarak da bir dizi yeni özel ilk ve özellikle ortaöğretim kurumu gelişti. Bunların bazıları iyi öğrenci yetiştirmek, kurumsallaşmak gibi amaçlar güderken, bir bölümü de özel okullara yönelişin kendileri için iyi bir kazanç imkanı sunduğunu düşündüler. Devlet kurumlarında ortaya çıkan ve ilerleyen yozlaşma ya da Sayın Bakanın ifadesini hatırlarsak “çürüklük” sorunu sonunda özel kurumlara da musallat oldu.

Bir çözüm aranması ve gerçekleştirilmesi zorunlu. Bir öğretim sistemini kurmak ve geliştirmek pek kolay bir iş olmasa gerek.

Nereden başlayalım derseniz, öncelikle öğretimin bir parti sorunu değil, bir ülke sorunu olduğunu, eğitimin esas amacının da kişiyi çağdaş bilgi ve becerilerle donatmak olduğunu benimsemek lazım. Eğer, iktidar gençleri manevi değerlerle donatmak istiyorsa, bunu devlet okulları aracılığıyla değil, başka kurumların düzenlediği ve isteyenin katıldığı gönüllü faaliyetle yapabilir. Sonra, okulların öğretmen açığının uzman hocalarla kapatılması lazım. Fizik, kimya veya matematik gibi derslere o konuda yetişmiş hocaların girmesini sağlamamız, hoca açığı varsa hızla kapamamız lazım. Öğretmen adaylarının sınav sonucu belirlenmesi, mülakat gibi amacına uygun olarak kullanılmadığı artık tartışılmaz olan yöntemlerin terk edilmesi lazım. İsterseniz devam etmeyeyim, ciddi bir reforma ihtiyaç duyulduğunu şu ana kadar söylediklerimle göstermiş olduğumu ümit ediyorum.

Pekiyi mevcut iktidar bu tür bir reformu yapabilir mi? Görünüşe göre yapmaz, başka konularla ilgileniyor. Öğretimi de kendi fikriyatı çerçevesinde şekillendiriyor. O zaman böyle yazılar yazmak zahmetine neden katlanıyorsun diye sorarsanız, haklısınız ama biz doğru bildiğimizi açıklamakla mükellefiz derim. Belki iktidara yakın olan birkaç kişiyi konuda düşünmeye sevk edebiliriz. Tabii, zaman içinde iktidarlar da değişiyor. Belki farklı bir iktidarın yapacağı ilk işler arasında eğitim reformu da yer alabilir.  Ümidinizi her zaman canlı tutmanız gerekiyor.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER