© Yeni Arayış

Ortadoğu’daki mezhep çatışmalarının Türkiye’ye etkileri: Suriye’deki Arap Alevilere yönelik şiddetin bölgesel yansımaları

Çorum ve Maraş olaylarında, radikal sağcı grupların Alevi mahallelerine saldırması, Soğuk Savaş döneminin siyasi kutuplaşmalarıyla tetiklenmiş olsa da mezhepsel ayrımcılık ve nefretin önemli bir rolü olduğu bilinmektedir. Benzer şekilde, “Sivas Katliamı”nda Madımak Oteli’nde 35 kişinin diri diri yakılması, Alevilere yönelik dışlayıcı söylemlerin nasıl kitlesel bir linç hareketine dönüşebileceğini göstermiştir.

Ortadoğu’da kalıcı barışın sağlanabilmesi için mezhep temelli şiddetin ve nefret söyleminin önüne geçilmesi, kapsayıcı ve adil bir siyasi düzenin kurulması gerekmektedir. Suriye’de Arap Alevilere yönelik saldırılar, yalnızca Suriye’nin iç meselesi olarak değerlendirilemez; bölgesel çapta mezhep savaşlarını tetikleyebilecek tehlikeli bir sürecin parçasıdır.

Suriye’deki iç savaş, yalnızca bir iç sorun olmanın ötesine geçerek, bölgesel ve küresel güçlerin vekâlet savaşlarına dönüştüğü ve mezhepsel gerilimlerin Ortadoğu’nun tarihsel kırılganlıklarını derinleştirdiği bir krizi temsil etmektedir. Bu bağlamda, Suriye’deki Nusayri olarak ifade edilen Arap Alevilere karşı işlenen şiddet eylemleri ve katliamlar, mezhepsel ayrışmanın en tehlikeli sonuçlarından biri olarak değerlendirilmelidir.

Arap Aleviler, Suriye’de tarihsel olarak bir bölgedeki “sosyal bölünme” hattının tarafı olan bir topluluk olarak, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Baba Esad döneminde başlayan ve Oğul Esad döneminde devam eden süreçte siyasi ve askeri elit içinde etkili konumlara gelmişlerdir. Bu durum, 2011’de başlayan iç savaşla birlikte Alevi toplumunun rejimin bir parçası olarak algılanmasına ve kolektif bir suçluluk yüklenilerek hedef haline getirilmesine yol açmıştır.

Suriye iç savaşı sırasında El Kaide bağlantılı gruplar, IŞİD ve diğer radikal cihatçı örgütler, Suriye’deki Alevi topluluklarını dini gerekçelerle “düşman” ilan ederek mezhepçi bir söylemi yaygınlaştırmışlardır. Bu yaklaşım, yalnızca askeri çatışmalarda değil, doğrudan sivillere yönelik toplu katliamlarla da kendini göstermiştir. Banyas, Hama ve Lazkiye kırsalındaki Alevi köylerinde yaşanan saldırılar, mezhepçi şiddetin en acı örneklerindendir.

Ortadoğu’daki mezhep çatışmalarının Türkiye üzerindeki olası etkileri, ülkenin tarihsel deneyimleri ve sosyo-politik yapısı göz önüne alındığında dikkatle incelenmelidir. Ortadoğu’daki mezhepçilik, bölgedeki siyasi ve toplumsal istikrarsızlığın temel nedenlerinden biri olarak emperyalizmin en etkili oyun alanlarındandır. Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yana Anadolu’daki Alevi toplulukları zaman zaman baskıya maruz kalmış ve özellikle 20. yüzyılda mezhepsel nedenli şiddet olaylarının hedefi olmuştur. Türkiye’nin yakın tarihindeki Çorum, Maraş ve Sivas olayları, Türkiye’de Alevilere yönelik mezhepsel gerginliğin kitlesel şiddete ve katliama nasıl dönüşebileceğini gösteren trajik örneklerdir.

Çorum ve Maraş olaylarında, radikal sağcı grupların Alevi mahallelerine saldırması, Soğuk Savaş döneminin siyasi kutuplaşmalarıyla tetiklenmiş olsa da mezhepsel ayrımcılık ve nefretin önemli bir rolü olduğu bilinmektedir. Benzer şekilde, “Sivas Katliamı”nda Madımak Oteli’nde 35 kişinin diri diri yakılması, Alevilere yönelik dışlayıcı söylemlerin nasıl kitlesel bir linç hareketine dönüşebileceğini göstermiştir. Foucault’nun “iktidar ve bilgi” kavramından hareketle, dışlayıcı söylemlerin üretilmiş söylemler bütünü olarak ötekileştirmenin şiddetin meşrulaştırılmasında oynadığı rolü açıkça ortaya koymaktadır.

Suriye’deki mezhep temelli saldırılar, Türkiye’nin de mezhepsel gerginlikler üzerinden istikrarsızlaştırılabileceği ihtimalini artırmaktadır. Ayrıca, Türkiye’nin yakın tarihindeki yaşanmışlıklar dikkate alındığında, uzun zamandır var olan Alevi-Sünni bölünmesi, dış aktörler tarafından manipüle edilmeye açık bir ortam yaratmaktadır.

Suriye’deki mezhep temelli saldırılar, Türkiye’nin de mezhepsel gerginlikler üzerinden istikrarsızlaştırılabileceği ihtimalini artırmaktadır. Suriye’den Türkiye’ye gelen sığınmacılar arasındaki mezhepsel farklılıklar, toplumsal gerilimi yükseltebilecek bir faktör olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca, Türkiye’nin yakın tarihindeki yaşanmışlıklar dikkate alındığında, uzun zamandır var olan Alevi-Sünni bölünmesi, dış aktörler tarafından manipüle edilmeye açık bir ortam yaratmaktadır.

Ortadoğu’da kalıcı barışın sağlanabilmesi için mezhep temelli şiddetin ve nefret söyleminin önüne geçilmesi, kapsayıcı ve adil bir siyasi düzenin kurulması gerekmektedir. Suriye’de Arap Alevilere yönelik saldırılar, yalnızca Suriye’nin iç meselesi olarak değerlendirilemez; bölgesel çapta mezhep savaşlarını tetikleyebilecek tehlikeli bir sürecin parçasıdır. Bu bağlamda, Said’in “oryantalizm” eleştirisinde vurguladığı gibi, bölgeye yönelik önyargılı yaklaşımlardan kaçınmak ve farklı kimliklere saygı duyan bir söylem benimsemek büyük önem taşımaktadır. Aksi takdirde, Suriye’den yayılan mezhepçi şiddet dalgası, Türkiye’nin de toplumsal barışını tehdit edebilir. Ayrıca, geçtiğimiz günlerde bir gazete köşesinde yer aldığı gibi, zorlama bir yorumla değil de gerçek anlamda “toplumu kin ve düşmanlığa tahrik” edecek açıklamaların önüne geçilmelidir.

Türkiye’nin bölgesel istikrarın sağlanmasında yapıcı bir rol oynaması için, öncelikle kendi içindeki mezhepsel gerilimleri yönetmesi ve tüm vatandaşlarını eşit gören bir anlayışla hareket etmesi gerekmektedir. Türkiye’deki siyasal iktidarın, ülkedeki toplumsal barışın geleceği için, geçmişte yaşadığı acı deneyimlerden ders çıkararak, mezhepler arası gerginliği azaltacak, kapsayıcı ve barışçıl politikaların Orta Doğu’da geliştirilmesini sağlamak amacıyla, mevcut Suriye yönetiminin hamisi niteliğinde olduğuna işaret eden görüntüleri ve açıklamalarının da hakkını vererek, ivedi bir şekilde, Türkiye ve Orta Doğu’nun barışı için Suriye’deki katliama dur demeli ve sorunun diplomatik yollar ile çözümü için adım atmalıdır.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER