OLİGARŞİNİN tunç yasası ve Türkiye 2025
SİYASETSeçimle geldiği varsayılan başkanlar Türkiye esnaf örgütlerinde, sendikalarında ve benzer sivil toplum kuruluşlarında neredeyse hayatlarının tüm mevsimini geçirebilirler.
Devleti tek ve devasa bir kurum olarak düşündüğümüzde bugün AKP bileşeni olmayan herkesi endişelendiren güç temerküzünün arkasındaki sürecin Tunç Yasasıyla belirginleşen bir Oligarşik yapı olduğuna kuşku duymak için çok az sebebimiz var.
“Kayıtlı tarih boyunca ve muhtemelen Neolitik Çağ'ın sonundan bu yana, dünyada Yüksek, Orta ve Alçak olmak üzere üç tür insan olmuştur. Birçok yönden alt bölümlere ayrıldılar, sayısız farklı isim taşıdılar ve göreceli sayıları ve birbirlerine karşı tutumları çağdan çağa değişti: ancak toplumun temel yapısı hiçbir zaman değişmedi. Muazzam ayaklanmalardan ve görünüşte geri alınamaz değişikliklerden sonra bile, aynı model, bir jiroskopun şu ya da bu şekilde ne kadar itilirse itilsin, her zaman dengeye döneceği gibi, her zaman kendini yeniden ortaya koymuştur”(*) (James Burnham’ın Yönetimsel Devrim kitabına George Orwell’in yazdığı değerlendirmeden)
Sırf radikal düşüncelerini ifşa ettiği için kısa bir gözaltı deneyimi geçiren Rasim Ozan Kütahyalı bundan bir süre önce AKP iktidarına dair tasavvurunu şu cümlelerle ifade etmişti:
“Kurulan sistemi anlamadılar. Seçim kazanıp iktidara geleceklerini sanıyorlar”
Cem Küçük’ün de kervanına katıldığı bu tezlerin iktidarın mutlak gücüne tabi olmamanın imkansızlığını dile getiriyor. Yönetimin omnipotent yani gücünü kendinden alan sonsuz bir varlık haline geldiğini öngörüyor. Tıpkı Orwell’in tarif ettiği “Yüksek” insanları işaret ediyorlar. Her şeyi bilen. Her şeye kadir.
Bu güç sarhoşluğu karşılığını gerçek hayatta da politik, hukuki ve güvenlik aygıtlarının kullanımı ile bulunca bir süre sonra fantezi politik önermelerin ötesine geçen bir güç gösterisine dönüşüyor. Bu gösterinin oligarşik bir çerçeveyle çok yakın ilişkisi olmadığını düşünmek iyimserlik olur. Oligarşi yani gücün tek elde toplanması bir de yasayı gerektirir : Oligarşinin tunç yasasını.
Siyaset bilimi okumuş herkesin karşılaştığı bir kavramdır: Oligarşinin Tunç Yasası. Tezi ortaya atan İtalyan kökenli Alman siyaset bilimci Robert Michels’dir.
20. Yüzyıl başlarında ortaya atılan teori demokrasinin en yumuşak karnının güç olduğunu ifade eder. Gücü ele geçiren onu muhafaza etmek için hiçbir şeyden kaçınmaz.
Türkiye’de sivil toplum kurumu görünümündeki yapıların neredeyse tamamı 10larca yıldır bizzat aynı kişiler tarafından yönetilmektedir.
Seçimle geldiği varsayılan başkanlar Türkiye esnaf örgütlerinde, sendikalarında ve benzer sivil toplum kuruluşlarında neredeyse hayatlarının tüm mevsimini geçirebilirler.
AK Parti’nin ve lideri Erdoğan’ın 2002’den beri ülkeyi aralıksız yönetmesi ve bu yönetimi muhalif kesimlerde giderek endişe verici bir devamlılık hissi uyandırması da pek çok izahın yanında Robert Michels’in tezlerinin de gerçekliğe dönüşmüş olduğunu gösteriyor.
“İktidardakiler, bilgiye kimin erişebileceğini kontrol ederek, çoğu sıradan üyenin karar alma süreçleriyle ilgili ilgisizliği, apatisi ve katılımsızlığı nedeniyle güçlerini genellikle çok az hesap verebilirlikle merkezileştirebilirler. Liderlik pozisyonlarını sorumlu tutmaya yönelik demokratik girişimler başarısız kalır. Çünkü güçle beraber
- sadakati ödüllendirme yeteneği,
- organizasyon hakkındaki bilgileri kontrol etme yeteneği
- organizasyonun karar verirken hangi prosedürleri izlediğini kontrol etme yeteneği”
oluşur.
Son derece teorik görünen bu açıklamayı bugünün AKP iktidarına uyguladığımızda açık pek bir nokta da kalmıyor.
Türkiye’yi güç oligarşisinden kurtarmanın yolu uzun görünse de ulaşıldığında kazanılacak kollektif ödüle değecek hedef olduğu konusunda mutabık olmak zorundayız.
Devleti tek ve devasa bir kurum olarak düşündüğümüzde bugün AKP bileşeni olmayan herkesi endişelendiren güç temerküzünün arkasındaki sürecin Tunç Yasasıyla belirginleşen bir Oligarşik yapı olduğuna kuşku duymak için çok az sebebimiz var.
Türkiye’de Rusya ya da İran gibi enerji kaynakları zenginliği olmamasına karşın bu denli yoğun bir iktidar gücünü tekeline alan bir iktidarın aslında sisteme demokrasi adına eklenmiş tüm imkanları kendi adına ve kimseyle paylaşmadan kullanma gücünü haiz olduğunu ifade etmek yanlış olmaz.
Bir esnaf kurumunun başında neredeyse 50 yıl sorgusuz durabilen bir başkanın varlığı siyaset alanında da benzerinin kolayca olmasa da biraz çabayla başarılabileceğine delalet etmiyor mu?
Michels’in tezlerinin esasen demokrasiyi oluşturan temel aktörler olan siyasi partiler üzerinde geçerli olduğunu biliyoruz. Türkiye’de sistemin teknik terimle bugunu çözerek tek bir parti için değil ülkenin tamamı için Oligarşik bir hat oluşturmak ise aslında sosyolojiye dair konularda da kafa yormayı zorunlu kılıyor.
Oligarşinin Tunç Yasasını aşmaya dair ortaya konulan reçeteye baktığımızda durum daha da net biçimde anlaşılacaktır .
Buna göre Oligarşik yapıdan kaçınmak için asgari şartlar şunlardır :
“Toplum aşağıdan yukarıya doğru inşa edilmelidir.
Toplum, özgür ve kendilerini savunma gücüne sahip insanlar tarafından kurulur.
Bu özgür insanlar yerel topluluklara katılır veya yerel topluluklar oluşturur.
Bu yerel topluluklar, finansal manada bağımsızdır ve kendi kurallarını belirlemekte özgürdürler.
Yerel topluluklar, daha yüksek bir sivil oluşuma katılır.
Hiyerarşik bürokrasi yoktur.
Yerel topluluklar arasında, örneğin verilen hizmetler veya vergiler konusunda rekabet vardır.”
Oligarşinin egemenliğini sınırlayabilecek bir toplumun olmazsa olmazları olarak bu maddelerle belirlenmiştir.
Türkiye’yi İdris Küçükömer’den Doğan Avcıoğlu’na Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Oğuz Atay’a kadar anlamaya ve anlatmaya çalışan her aydının cevaplarını aradığı bu başlıkların karşımıza burada çıkmasına şaşmamak gerekiyor.
Türkiye’yi güç oligarşisinden kurtarmanın yolu uzun görünse de ulaşıldığında kazanılacak kollektif ödüle değecek hedef olduğu konusunda mutabık olmak zorundayız.
(*)(James Burnham’ın Yönetimsel Devrim kitabına George Orwell’in yazdığı değerlendirmeden)
İlginizi Çekebilir