Ödünç alma çağı
KÖŞE YAZILARI
Belki de bu çağ, bizi kalıcılığın bedelinden kaçmaya yönlendiriyor. Sahip olmanın getirdiği yükümlülüklerden kaçınarak, ödünç almanın hafifliğine sığınıyoruz. Ancak bu geçici tatmin, uzun vadede derin bir boşluk hissi yaratıyor. Sürekli yenilik arayışımız, varoluşsal kaygılarımızı hafifletmek yerine, onları daha da derinleştiriyor sanki. Belki de hepimiz için kalıcı, sancılı, istikrarlı, tutarlı ve bu yönüyle de gerçek olanı yeniden keşfetmenin zamanı gelmiştir.
İçinde bulunduğumuz çağ, sanki hiçbir şeye gerçek anlamda sahip olmadığımız, ama her şeyden biraz biraz ödünç aldığımız bir zamana benziyor. Bir yerde kalıp emek verme, onu istikrarlı şekilde sürdürme fikrini benimseyen pek kişi kalmadı gibi. Sanki öyle bir arayış var ki, bulduğumuz şeyin hiçbir değeri yok gibi geliyor. İşlerden hemencecik çıkılıyor, ilişkilere isim bile konulmuyor, arkadaşlıkların ömrü ufak bir fikir ayrılığına bakıyor, eşyalar hemencecik eskiyor, tatillerden daha tatilin içindeyken sıkılınıyor, başlanılan diziler bitirilemiyor sanki.
İstikrarsızlık sinsice kanımıza girmiş gibi.
Sahip olmamanın, yalnızca ödünç almanın bedelsizliği insanı tatlı tatlı cezbediyor.
Fark etmişsinizdir, insanlar işlerinden artık kolayca vazgeçiyorlar, tatmin duygusu daha işin başındayken kayboluveriyor. İşler, sıkıcılıktan uzak ve değişken olmadıkça insanlar hemen başka arayışlara yöneliyorlar. Çalışanlar, bir işe başlayıp onu derinlemesine öğrenmek yerine, sık sık kariyer değiştirmeyi tercih ediyor.
İlişkiler de benzer bir belirsizlik içinde. Artık ilişkilere isim vermek bile zor hale gelmiş durumda. Anlam arayışı, derinlik yerine yüzeysellik üzerinde yoğunlaşıyor. İlişkiler, daha başlarındayken sanki son bulmak üzere yaşanıyor. İnsanlar birbirlerine zaman ayırmak, anlamak ve empatiyle yaklaşmak yerine, bir sonraki arkadaşı veya partneri bulmak için hızla yollarına devam ediyorlar.
İnsanlar, henüz aldıkları bir ürünün keyfini süremeden, yenisini aramaya başlıyorlar. Tüketim çılgınlığı, sahip olduklarımızın kıymetini bilmemize engel oluyor. Tatiller bile, daha içindeyken sıkıcı hale geliyor, bir sonraki tatil için planlar yapılıyor. Televizyon dizileri, filmler ve kitaplar da bu durumdan nasibini alıyor. Bir diziyi veya kitabı sonuna kadar takip etmek, artık sabır gerektiren bir eylem olarak görülüyor. Her şey yarım bırakılabilir hale gelmiş gibi.
HER ŞEY YARIM BIRAKILABİLİR HALE GELMİŞ GİBİ
Eşyalar da aynı kaderi paylaşıyor. Satın aldığımız eşyalar çabucak eskiyor ve yerini bir sonrakine bırakıyor. İnsanlar, henüz aldıkları bir ürünün keyfini süremeden, yenisini aramaya başlıyorlar. Tüketim çılgınlığı, sahip olduklarımızın kıymetini bilmemize engel oluyor. Tatiller bile, daha içindeyken sıkıcı hale geliyor, bir sonraki tatil için planlar yapılıyor.
Televizyon dizileri, filmler ve kitaplar da bu durumdan nasibini alıyor. Bir diziyi veya kitabı sonuna kadar takip etmek, artık sabır gerektiren bir eylem olarak görülüyor. Her şey yarım bırakılabilir hale gelmiş gibi. Kalıcılığın anlamını ve cazibesini yitiriyor, geçici olanın çekiciliği ve bedelsizliğiyle çeliniyoruz.
Belki de bu çağ, bizi kalıcılığın bedelinden kaçmaya yönlendiriyor. Sahip olmanın getirdiği yükümlülüklerden kaçınarak, ödünç almanın hafifliğine sığınıyoruz. Ancak bu geçici tatmin, uzun vadede derin bir boşluk hissi yaratıyor. Sürekli yenilik arayışımız, varoluşsal kaygılarımızı hafifletmek yerine, onları daha da derinleştiriyor sanki. Belki de hepimiz için kalıcı, sancılı, istikrarlı, tutarlı ve bu yönüyle de gerçek olanı yeniden keşfetmenin zamanı gelmiştir. Tercih ettiğimiz sonsuz alternatifler dünyasında sürükleniyor olmanın yüzeyselliğini fark edip, zor olsa da derinlik ve anlam arayışına yüzümüzü yeniden dönebiliriz. Kendi içimize dönüp, kendimize ve çevremize derin bir bağ geliştirmek, bu çağın meydan okumasına verilebilecek en anlamlı cevap olabilir.