© Yeni Arayış

Öcalan'a yapılan çağrının anlamı ne?

Devletin Cumhur İttifakı liderleri üzerinden attığı tüm adımlar esas olarak dış tehdit algısına dayanırken, Öcalan’a yapılan çağrıdan anlıyoruz ki, Suriye’nin kuzeyindeki otonom yapılar, İsrail’den daha gerçekçi tehditler olarak algılanmaktadır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli’nin peş peşe yaptığı konuşma ve açıklamalar adı bu olmasa da, “yeni bir çözüm süreci mi başlıyor?” sorusunun sorulmasına yol açtı.

İlk denemesi 2009’da yapılan ama başarısızlığa uğrayan, ikinci denemesi 2012’de cezaevinde bulunan Kürt tutukluların açık grevlerini bitirmek için Öcalan ile yapılan ikili görüşmelerden sonuç alınması sonrasında 3 Ocak 2013’te dönemin BDP Batman milletvekili Ayla Akat Ata ile Mardin bağımsız milletvekili ve DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk’ün İmralı’ya gidişiyle başlayan ve adına “çözüm süreci” denilen süreç başladı. Süreç ne yazık ki başarılı olamadı.

O günlerde köşe yazdığım Yeni Şafak’ta bu konu bağlamında en çok tartıştığım mesele, bu sürecin hedefinin ne olduğu konusunda yeterince açıklık olmaması ya da daha açık ifade ile hedeflenenler konusunda somut adımların atılmaması idi. Başarısızlığın temel nedenlerinden birisi de buydu muhtemelen.

Şu gerçeği bir kez daha ifade edelim. Devlet/iktidar bloku çok da gerçekçi olmayan bir İsrail tehdidi üzerinden iç cepheyi tahkim etme söylemiyle DEM Parti’ye yönelik bazı adımlar attı. Bu adımlar Kürt siyasi hareketi başta olmak üzere temkinli bir iyimserlikle karşılandı.

Ancak çok geçmeden hedefin Kürt sorununun çözmek olmadığını gördük. Nitekim Erdoğan Türkiye’de Kürt sorunu olmadığını, Bahçeli ise Türkiye’de terör sorununun bittiğini söylemişti

O zaman geriye bir seçenek kalıyor PKK’nın silahsızlandırılması.

Bu ne kadar mümkün?

Kabul etmemiz gereken konu, Türkiye’nin siyasi sistemi de, yönetim zihniyeti de, liderlerin açıklamaları da bu konuda yol almanın zorluğuna işaret ediyor.

KÜRT SORUNU AYRI PKK’NIN SİLAHSIZLANDIRILMASI AYRI

Bu gerçeğe rağmen geçmişte de bugün de çözüm süreci bağlamında karşımızda iki düzlemde aynı anda çözüm adımları atılması gereken iki büyük sorun var.

İlki, ana dilden kültüre, kimliğin kabulüne kadar temel hak ve özgürlükleri içine alan eşit vatandaşlık sorunu olarak tanımlayabileceğimiz demokratikleşme sorunudur ki, bu uzun yıllardır konuştuğumuz Kürt Sorunu’dur.

İkincisi ise varsa PKK’nın ülke içindeki silahlı unsurların sınır dışına çıkması, yurt dışındakilerin silah bırakması ve silah bırakanlardan dönmek isteyenlerin ve dönebilecek koşullarda olanların Türkiye'ye dönüşlerinin yolunun açılmasıdır. Bu da bunu sağlayacak yasal düzenleme ve sosyal entegrasyon süreçlerinin hayata geçirilmesidir. Bu da bir bütün olarak PKK’nın silahsızlandırılmasıdır.

Çözüm sürecinin başarısı bu iki sürecin birlikte yürütülmesi ile mümkün olabilirdi.

Olmadı.

ÇÖZÜM İÇİN KOŞULLAR ÇOK DAHA AĞIR

Açıkçası bugünkü koşullar geçmişten çok daha ağırdır. Bu zorluğun temelinde devlet/iktidar blokunun siyaset yapma zihniyeti ve yeni yönetim sisteminden kaynaklanmaktadır. Bugün devlet-toplum ilişkisi eskisinde daha ağır biçimde devlet ağırlıklıdır ve devlet siyaseti yeniden tekeline almıştır.

Ve bu anlayışa göre Kürt Sorunu yoktur, çözülmüştür. Devlet/iktidar bloku Kürtleri, kamusal alanda etnik Kürt üst kimliği ile değil kültürel kimlikleri olarak Müslüman üst kimliği ile kabul etmektedir.

Oysa Kürt Sorunu’nun çözümü, tüm diğer kültürel, dinsel ve etnik farklılıkların yaşadıkları sorunların çözülmesini de sağlayacak olan ülkenin demokratikleşmesinden geçmektedir.

Bugün iktidar blokunda bu anlayış söz konusu değildir.

Bu bağlamda sürecin ikinci düzlemi olan PKK’nın silahsızlandırılması geçmişe göre çok daha zordur.

Bunun temel nedeni de 2012’den bu yana Suriye’nin kuzeyinde oluşan, kurumsallaşan otonom Kürt bölgeleridir.

Devlet/iktidar bloku Öcalan’ın elinde mahkum olmasını kendisi için imkan görse de, onun PKK’nın silah bırakmasını sağlaması olası olsa da; Suriye’deki otonom bölgelerin kendilerini lağvetmesini beklemek açıkçası iyimser bir beklentidir.

Çünkü Suriye’nin kuzeyindeki durum sadece ABD değil, Rusya ve İran’ın sözünün olacağı uluslararası tartışmadır. Ve burada Türkiye, ne yazık ki, izlediği dış politika nedeniyle sözü en zayıf olandır.

BAHÇELİ DEVLETİN POZİSYONUNU SESLENDİRDİ

Şimdi gelelim içerde gerçekten ne olduğuna. Gerçekten ifade edildiği gibi yeni bir çözüm süreci mi başlıyor?

Bahçeli’nin önceki gün Meclis’te yaptığı konuşmaya baktığımızda karşımızda bir çözüm süreci olmadığını anlıyoruz.

Neden mi?

Bahçeli elini yeni bir çözüm süreci için uzatmadığını,

“Devlet terörle masaya oturmaz” sözleriyle anlıyoruz. Nitekim Bahçeli DEM Parti’ye aynı konuşmasında; “Uzattığım eli sabote etmeyin, aklınızı başınıza alın” mesajı vermiştir.

Yine Bahçeli isim vermedin PKK lideri Öcalan’a da; “Türkiye’ye getirilirken, ‘her türlü hizmete hazırım’ diyen teröristbaşı, buyursun terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin.” çağrısı, Kürt sorununun çözülmesi değil, PKK’nın silahsızlandırılması talebidir.

Bahçeli’nin bu konuşmasından anlıyoruz ki, Erdoğan’ın daha önce ifade ettiği gibi “Kürt sorunu” yok. Bu bağlamda Kürt siyasi hareketi ile diyaloğa da ihtiyaç yok.

Tam tersine Kürt siyasi hareketinden düzen bozucu olmamaları talep edilmektedir.

Bu gerçeğe rağmen Kürt siyasi hareketi temkinli bir iyimserlik söz konusu. Nitekim Bahçeli’nin Öcalan’dan talebine karşı DEM Parti grup toplantısında Eş Eş Genel Başkan Tuncer Bakırhan, “Bir elinizi uzatırken diğer elinizle tehdit savurmayın” sözleri sonrası “Madem Öcalan’a çağrı yapıyorsunuz o zaman tecridi kaldırın, ne dediğini duyalım” karşılığını verdi.

Özetle ortada Kürt sorunun çözülmesi yolunda atılmış bir adım yoktur. Söylendiği gibi Yeni Anayasa ile de, bu yönetim zihniyeti ve sistem değişmediği sürece de olumlu adım atılması mümkün değildir. Ancak makyaj sayılabilecek bazı adımlar ve değişiklikler olabilir.

Peki devlet/iktidar blokunun hedeflediği PKK’nın silahsızlandırılması gerçekçi midir?

Açıkçası buna da evet demek mümkün değildir. Çünkü bugün, PKK’nın Öcalan’ı dinleme ihtimali olsa bile; Suriye’nin kuzeyindeki otonom yapıların geleceğini belirleme, onları Suriye’ye entegrasyonu konusunda adım atması sağlaması kolay değildir. Çünkü bugün sorun, sadece Türkiye’nin isteğiyle çözülmekten uzaklaşmıştır.

İSRAİL TEHDİDİ GERÇEKÇİ Mİ?

Devletin Cumhur İttifakı liderleri üzerinden attığı tüm adımlar esas olarak dış tehdit algısına dayanırken, Öcalan’a yapılan çağrıdan anlıyoruz ki, Suriye’nin kuzeyindeki otonom yapılar, İsrail’den daha gerçekçi tehditler olarak algılanmaktadır.

Nitekim, Kürt sorununun çözülmesi değil, Öcalan’dan PKK’nın silah bırakması yönünde talep bunu göstermektedir.

Devlet/iktidar bloku dış tehdit algısı üzerinden bir kez daha kendini dokunulmaz kılmak istemektedir. İç cephe vurgusunun dayanağı budur.

Türkiye’nin dış tehdidleri bertaraf etmesinin yolu sınırı olan tüm ülkelerle etnik ve kültürel kimliklerinden bağımsız olarak dost olmaktan geçiyor. Suriye ya da Irak’ın kuzeyinde olan Kürtlerle dost olmanın yolu içerdeki Kürtleri kazanmakla yeni Kürt sorununu çözmekle mümkündür.

Bu durumda başta ana muhalefet partisi CHP başta olmak üzere DEM Parti ve diğer toplumsal muhalefet unsurlarına düşen, barışı savunmak kadar, ülkeyi dış tehditten koruyacak olanının devletin demokratikleşmesi olduğu gerçeğini yüksek sesle dillendirmeleri olacaktır.

Ve Türkiye’nin barış adası olmasının temel koşulu da var olan siyasi zihniyet ve yönetim sistemin değişmesi ile mümkün olabileceğini toplum anlatmaları gerekiyor.

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER