© Yeni Arayış

Normalleşme üzerine

Normalleşme üzerine

Siyaset her ne kadar bir uzlaşı sanatı olsa da, kendi değerlerini bulamadığın bir normalin sürekliğini temin etmek için taviz vermek, yumuşamaya gitmek bizi zaten erozyona uğramış demokratik değerlerin mahvına götürür. Kaldı ki, ülkenin son yirmi yılda geldiği noktada normalleşen şey AKP iktidarının mevcut düzenidir. Bu sebeple uzlaşmamız gereken nokta burası değil. Türkiye belirli aralıklarla normale dönmeye çalışan bir ülke haline geldi. Normal, kimi zaman bir ihtiyaçla, kimi zaman da bir umutla birlikte aranıyor. Son günlerdeki normalleşme arayışından bir öncekini 6 Şubat depreminden sonra yaşamıştık. Bu deprem geçirmeyen bölgelerde ortaya çıkan bir arayıştı. O gün bu normalleşme ile taşınan anlam, daha çok insanların kendi küçük hayatlarının normaline dönme arzusu üzerine kurulmuştu. Haber bültenlerinin normalleşmesi, sosyal medya akışlarının normalleşmesi, günlük sohbetlerin normalleşmesi gibi kaba, basit ve bencil bir arayıştı. Bir yanıyla büyük bir yıkıma daha fazla bakmamaktan, benzersiz acının daha fazla taşınamamasından gelen bir çaresizliğin üstü örtük beyanıydı. Bencil miydi? Evet. Ancak anlaşılırdı. Zira insan, en kıymetlisini toprağa verdikten sonra karnının acıktığı ilk an normali yakalama çabasına tutunmuştur. Uykusunun gelmesine şaşırır, bir şeye gülecek olsa utanır.  Ne var ki bu anlaşılırdır. Hayatın olağan akışına uygundur. Oysa yaşam hızla akarken bizi yeni bir normale, yeni bir bize taşır. Çoğu zaman içinden çıkamadığımız acılarda kendimizden bir parça bırakıp açılan boşluğa yeni bir huy koyar, kendimizden yeni bir ben yaparız. Başka biri olup çıkmak bile normaldir. Ancak son günlerde adı geçen normalleşme böyle bir şey değil. Şimdi geri dönüp bu umutlu havayı kaç gün soluduğumuzu saymayacağım zira dün itibarı ile hiçbir anlamı kalmadı. Bir kez daha umutlu olma hali bizi negatif bir sonuca çıkardı. Bana kalırsa denklemin bu kısmında bir hata yok ancak teşhiste bir hata var. Sözü edilen normalleşme, kelime olarak, yanlıştı. O umutlu arayışın yanlış teşhisinin adıydı.

TEŞHİS HATASI

Bu son normalleşme arayışı ülkenin daha demokratik bir zemine getirilme umudu üzerinde şekillendi. Umut kelimesini özellikle kullanıyorum zira daha demokratik olana ihtiyacımız hep ve sürekli olarak var. Ancak kabul edelim ki umudumuz pek yoktu. Her ne kadar olumlu bir kelime gibi görünse de çoğu zaman insanı negatif bir sonuca taşıyan bu umut meselesinin başrolünde seçimden birinci parti olarak çıkan CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel var. Şimdi geri dönüp bu umutlu havayı kaç gün soluduğumuzu saymayacağım zira dün itibarı ile hiçbir anlamı kalmadı. Bir kez daha umutlu olma hali bizi negatif bir sonuca çıkardı. Bana kalırsa denklemin bu kısmında bir hata yok ancak teşhiste bir hata var. Sözü edilen normalleşme, kelime olarak, yanlıştı. O umutlu arayışın yanlış teşhisinin adıydı. İnsan durduğu yeri doğru olarak tanımlayamazsa ne yöne gideceğini de bilemez. Bu yazıda bu tanım hatası üzerine düşünmek istiyorum. 1969-1973 yılları arasında Stanford Üniversitesi’nde görev yapan Rosenhan, bir insanın herhangi bir tanımla etiketlendirildiğinde her ne yaparsa yapsın o etiketten kurtulmasının imkansız olduğunu ileri sürer. Amacı o dönem bir furyaya dönüşen sayıca yüksek şizofreni tanılarına dikkat çekmektir.

BİRİ ANLATSIN HEMEN, NEDİR BU NORMAL?

Normal, her ne kadar üzerinde fikir birliğine varılmış optimum bir durumu tarif eder gibi algılansa da bu yanlış bir çıkarımdır. Normal, doğası gereği değişken durumlar içinde, her bir durum için birbirinden farklı olarak yeniden ve yeniden tanımlanan bir durumu işaret eder. Bu durumu en iyi anlatan Amerikalı Psikolog Dr. David Rosenhan. 1969-1973 yılları arasında Stanford Üniversitesi’nde görev yapan Rosenhan, bir insanın herhangi bir tanımla etiketlendirildiğinde her ne yaparsa yapsın o etiketten kurtulmasının imkansız olduğunu ileri sürer. Amacı o dönem bir furyaya dönüşen sayıca yüksek şizofreni tanılarına dikkat çekmektir. Zira şizofreni ile etiketlenen bir insan bu kimliği yaşamının sonuna kadar taşır, kurtulamaz. Rosenhan bu savını ispat edecek bir sosyal deney tasarlar.

DENEY

Rosenhan kendisinin de aralarında olduğu sekiz sağlıklı kişiyi beş ayrı eyaletteki akıl hastanelerine gönderir. Bu sekiz kişinin hedefi, Rosenhan’ın kendilerine öğrettiği semptomları sıralayarak bir akıl hastalığı teşhisi alıp hastaneye yatmaktır. Sahte hastaların hemen hepsi paranoid şizofreni ve manik-depresif psikoz teşhisleri alarak akıl hastanesine yatırılır. Ancak deneyin koşulları gereği, akıl hastanesine yatar yatmaz normal yaşantılarına geri dönerler. Günlükler tutup, yanlarında getirdikleri kitapları okuyarak dışarıdaki yaşantılarını mevcut imkanlar içinde devam ettirmeye çalışırlar. Günlük doktor kontrollerinde şikayetlerinin ortadan kalktığını belirtseler de bu durum hasta dosyalarına yansımaz. Dahası, giderek içe kapandıkları, kötüleştikleri notu düşülür. Herhangi bir psikolojik rahatsızlığı olmayan bu insanlar, içeride ne kadar normal davranırlarsa davransınlar, üzerlerine yapıştırılan etiketlerden kurtulamazlar. En kısası yedi, en uzunu 52 gün olmak üzere akıl hastanesinde kalır. Taburcu edilirken dosyalarına ‘semptomların gerilediği’ notu düşülür. Hastaneye göre onlar hala birer şizofren, manik-depresiftir. Rosenhan bu durumu “Normalin algılanması konusunda ortak bir hata” olarak tanımlar. Burada hata yapmayan bir grup vardır. Durumdan şüphelenen tek kesim gerçek akıl hastaları olur. Kendi normallerinden farklı olan bu insanların sağlıklı bireyler olduklarını hemen anlarlar. Zira sağlıklı olanlar bu insanlar için anormaldir. Sahte hastaların temas halinde olduğu 118 akıl hastasından 35’i onların hasta olduklarına inanmaz. Profesör ya da gazeteci olduklarını düşünürler. Hatta içlerinden bazıları Sağlık Bakanlığı tarafından hastaneleri teftiş etmek için gönderdiği görevliler olduklarından şüphelenir. Düşüncemi temellendirdiğim sonuç tam da burası: Normal ve anormal olanın birbirine göre değiş tokuş yapan anlamı. Ancak merak edenler için deneyin sonucunu da yazalım. Sonra buradan devam ederiz. Rosenhan deney sonucunu açıkladığında ortalık karışır. Doktorlar deneyi etik bulmazlar ve tekrarlanmasını isterler. Bunun üzerine Rosenhan üç aylık bir süre için deneyi tekrarlamayı kabul eder. Üç ayın sonunda taraflar yeniden toplanır. Aradan geçen zaman zarfında Rosenhan hiç sahte hasta göndermediğini açıkladığında salon buz keser. Zira bu süreçte paranoid şizofreni ve manik depresif psikoz teşhisi alan hasta sayısı sıfırdır. Hastanelere başvuran tüm akıl hastaları herhangi bir teşhis konulmadan evlerine geri gönderilmiştir. Rosenhan’ın deneyinde akıl hastaları ile sahte hastalar arasındaki birbirlerine göre normal/anormal olma durumunu iktidar ve muhalefet arasına kurmamız mümkün. Temel siyasi diskurları birbirinden farklı olan bu iki küme tek bir normalleşme kelimesi altına toplanamaz.

ANLAM GEÇİŞKENLİĞİ, DOĞRU TANIM, DOĞRU KONUMLANMA

Rosenhan’ın deneyinde akıl hastaları ile sahte hastalar arasındaki birbirlerine göre normal/anormal olma durumunu iktidar ve muhalefet arasına kurmamız mümkün. Temel siyasi diskurları birbirinden farklı olan bu iki küme tek bir normalleşme kelimesi altına toplanamaz. Kendi bulundukları nokta onlara göre normal, kendi merkezlerinden birbirlerine baktıklarında gördükleri anormaldir. Dolayısı ile normalleşme hali hazırda üzerinde anlaşılması mümkün olmayan bir zemindir. Haliyle imkansızdır. Hal böyle olunca muhalefet kanadı nerede durduğunu ve nasıl aksiyonlar alması gerektiğini iktidara göre değil, olduğu yeri normal kabul ederek, kendi alanını kati bir anlayışla koruyarak yapabilir. Siyaset her ne kadar bir uzlaşı sanatı olsa da, kendi değerlerini bulamadığın bir normalin sürekliğini temin etmek için taviz vermek, yumuşamaya gitmek bizi zaten erozyona uğramış demokratik değerlerin mahvına götürür. Kaldı ki, ülkenin son yirmi yılda geldiği noktada normalleşen şey AKP iktidarının mevcut düzenidir. Bu sebeple uzlaşmamız gereken nokta burası değil. Umutla oyalanacak halimiz kalmadığına göre bu acil ihtiyaç için akılcı adımların atılmasını, yer konumunun doğrulanmasını dilerim. Son olarak, zincir bir restoranda motokurye olarak çalışırken vahşice katledilen Ata Emre Akman’ın ölümünden duyduğum derin üzüntüyü belirtmek istiyorum. Bu satırlardan ailesine, arkadaşlarına ve onu tanıyanlara başsağlığı ve sabır dileklerimi iletiyorum. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nın hemen öncesinde kaleme aldığım bu yazıyı Ata Emre’ye adıyorum. Normalin geniş karnında birikenlerden biri de bu cinayetler. Bu ülke, insanlarını korumak, kollamak, onlara sahip çıkmak zorunda.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER