© Yeni Arayış

NO Way Out (Çıkış Yok)

Bazen 1987 yılında çevrilen bir filmin (No Way Out) bana hatırlattığı gibi buradan çıkış yok duygusuna kapılıyorum. Bu sarmaldan çıkmak için geçmişte yapılan hataları tekrarlamamak ve popülizmden kaçınmak gerekiyor. Bu hafta açıklanan Ekim ayı bütçe gerçekleşmelerine biraz da bu gözle baktım.

İnsanoğlu büyük acıları, sıkıntıları, zulümleri çabuk unutuyor. Belki de bu özelliğimiz hayata tutunmamızı sağlıyor. Yoksa umudu yürekte taşımak ve sorunları çözmek için mücadele gücünü bulmak mümkün olmazdı. Türkiye yüksek enflasyon, ödemeler dengesi, cari açık, gelir dağılımı ve kalkınma problemlerini hep yaşıyor.

Bazen 1987 yılında çevrilen bir filmin (No Way Out) bana hatırlattığı gibi buradan çıkış yok duygusuna kapılıyorum. Bu sarmaldan çıkmak için geçmişte yapılan hataları tekrarlamamak ve popülizmden kaçınmak gerekiyor. Bu hafta açıklanan Ekim ayı bütçe gerçekleşmelerine biraz da bu gözle baktım.

2024 yılına ait bütçe verileri, maliye politikasının etkinliği ve ekonomik yönetimin başarısı üzerine önemli soruları gündeme getiriyor. Ekim ayı itibarıyla merkezi yönetim bütçe açığı 1 trilyon 260 milyar TL’ye ulaşmış durumda. Faiz harcamalarının 1 trilyon 48 milyar TL olduğu göz önüne alındığında, bütçe açığı üzerinde faiz ödemelerinin etkisini net bir şekilde görmek mümkün.

2024 yılının Ocak-Ekim döneminde merkezi yönetim bütçe giderleri 8,1 trilyon TL olarak gerçekleşmiş ve bunun 7 trilyon TL’lik kısmı faiz dışı giderlerden oluşmuş. Ancak faiz giderlerinin toplam bütçe içindeki payı %12,9 seviyesine ulaşmış durumda. Faiz dışı giderlerin artış oranı (%77,3), faiz harcamalarının artış oranının (%95,1) gerisinde kalırken, bu durum faiz ödemelerinin bütçe üzerindeki baskısını daha da artırmaktadır.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre yıllık Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) %48,58 seviyesinde. Aylık enflasyon oranı ise %2,88 olarak gerçekleşmiştir. Merkez Bankası’nın yıl sonu enflasyon tahmini ise %44 olarak revize edildi. Ancak, bu hedefe ulaşılması ciddi bir şüphe uyandırıyor. Çünkü maliye politikası, enflasyonun kontrolüne yardımcı olmak yerine, daha çok talep yönlü baskıları artırıcı bir rol oynamış gibi görünüyor.

Bütçe harcamalarının kompozisyonu, maliye politikasının enflasyon kontrolüne katkıda bulunup bulunmadığını değerlendirmek açısından kritik öneme sahip. Cari transferler, personel harcamaları ve sermaye giderleri gibi kalemler bütçe harcamalarının büyük bir kısmını oluşturuyor. Ancak bu harcamalar arasında en dikkat çekici olanı, cari transferlerin toplam bütçedeki %36,7’lik payıdır. Bu harcamalar genellikle doğrudan tüketim talebini artırdığı için, enflasyonist baskıların artmasına neden olur.

Buna karşın, sermaye harcamalarının payı yalnızca %10,9 seviyesindedir ve bu oran, üretken yatırımların düşük düzeyde olduğunu göstermektedir. Yani, maliye politikası uzun vadeli büyümeyi desteklemek yerine, kısa vadeli tüketim ve transfer harcamalarına öncelik vermiş. Bu durum, talep yönlü enflasyonun kontrolünü zorlaştırıyor.

1 trilyon 48 milyar TL’ye ulaşan faiz ödemeleri, bütçenin kırılganlığını artıran bir diğer önemli unsurdur. Faiz giderlerinin toplam bütçe harcamaları içindeki yüksek payı, kamu kaynaklarının etkin bir şekilde kullanılmadığını gösteriyor. Daha da önemlisi, yüksek faiz oranları ekonomik aktiviteyi kısıtlayarak büyümeyi olumsuz etkileyebilir. Maliye politikasının faiz yükünü hafifletici reformlar yerine, bu yükü artıran harcamalarla devam etmesi, bütçe açıklarının kronik bir sorun haline gelmesine neden olabilir.

2024 yılı Ocak-Ekim dönemi vergi gelirleri ise 5,8 trilyon TL ile geçen yılın aynı dönemine göre %70,4 oranında artış göstermiştir. Bu, nominal olarak etkileyici bir büyüme gibi görünse de, gerçek değerler açısından değerlendirildiğinde enflasyonun temel nedenlerinden olduğu söylenebilir. Ancak, bu artışın dağılımı ve sürdürülebilirliği üzerine yapılan bir inceleme, gelirlerin yapısal sorunlarına işaret ediyor.

Vergi gelirlerinin büyük bir kısmı KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerden elde edilmektedir. Bu, vergi sisteminin gelir dağılımı üzerindeki olumsuz etkilerini artırmaktadır. Özellikle düşük gelirli haneler, tüketim üzerinden alınan bu vergilerden orantısız bir şekilde etkilenmektedir.

* Katma Değer Vergisi (Dahilde ve İthalde Toplam %32,7): KDV gelirleri toplamda yaklaşık 1,89 trilyon TL’ye ulaşmıştır. Tüketim vergilerindeki bu artış, enflasyonun fiyatlar üzerindeki etkisini açıkça yansıtmaktadır.

*  Özel Tüketim Vergisi (ÖTV, %19,7): 1,14 trilyon TL’ye ulaşmıştır. ÖTV artış oranının %81 olmasına, özellikle akaryakıt, alkol ve tütün gibi ürünlere yapılan zamlardan kaynaklanıyor.

* Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi (BSMV, %4,8): 275 milyar TL ile tahsilat oranındaki %173,8’lik artış dikkat çekicidir. Bu artış, yüksek faiz ortamının etkilerini gösteriyor.

Türkiye’nin içinde bulunduğu bu sarmaldan çıkması için maliye politikasının tasarımında köklü bir değişiklik gereklidir. İlk olarak, üretken sermaye yatırımları artırılarak uzun vadeli büyümeye odaklanılmalıdır. İkinci olarak, cari transferlerin kontrol altına alınması ve harcama disiplininin sağlanması kritik öneme sahiptir.

ÜRETKEN SERMAYE YATIRIMLARI ARTIRILMALI

Vergi gelirlerindeki artış, ekonomik aktivitenin canlanması ya da vergi tabanının genişlemesi yerine, enflasyonist etkilerden kaynaklanmaktadır. Fiyat artışları vergi gelirlerini artırsa da, reel büyüme oranlarının düşük kalması, bu gelir artışlarının sürdürülebilir olmadığını gösteriyor.

Türkiye’nin içinde bulunduğu bu sarmaldan çıkması için maliye politikasının tasarımında köklü bir değişiklik gereklidir. İlk olarak, üretken sermaye yatırımları artırılarak uzun vadeli büyümeye odaklanılmalıdır. İkinci olarak, cari transferlerin kontrol altına alınması ve harcama disiplininin sağlanması kritik öneme sahiptir. Ayrıca, faiz ödemelerini azaltmak için daha düşük risk primi sağlayacak bir ekonomik güven ortamı oluşturulmalı.

Enflasyonun kontrol altına alınması için ise maliye politikası, Merkez Bankası’nın hedefleri ile uyumlu bir şekilde tasarlanmalı. Vergi gelirlerinin artırılması, daha verimli bir kamu harcama politikası ve borçlanma gereksiniminin azaltılması bu uyumun temel taşlarını oluşturabilir.

2024 yılı bütçe verileri, Türkiye’nin ekonomik yönetiminde ciddi bir yeniden yapılanma ihtiyacını ortaya koyuyor. Faiz ödemelerinin baskısı ve yüksek enflasyon, sürdürülebilir bir büyüme için tehdit oluşturmaktadır. Maliye politikası, enflasyonun kontrolüne katkı sağlayacak şekilde yeniden tasarlanmadıkça, bütçe açıkları ve ekonomik kırılganlıklar artarak devam edecektir. Bu koşullar altında, yapısal reformların aciliyeti her zamankinden daha fazladır.

Unutmayalım, "Çıkış Yok" demek, mücadeleden vazgeçmek demektir. Ancak biz, kararlı adımlarla bu ekonomik sarmaldan çıkabiliriz. Yapılması gereken, geçmişin hatalarından ders alarak, popülizmden uzak, akılcı ve kararlı politikalar izlemek. Türkiye'nin geleceği, bu kararları ne kadar hızlı ve etkin alacağımıza bağlı.

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER