Nietzsche Ağladığında veya amor fati (yazgını sev)
FELSEFENietzsche Ağladığında veya amor fati (yazgını sev)
NIETZSCHE AĞLADIĞINDA NE OLUR?
Bu satırları, geçtiğimiz günlerde okuduğum Nietzsche Ağladığında kitabının üzerimde yarattığı iklimde yazıyorum. Nietzsche’nin fikirlerinden ve kişisel hayatındaki istikrarsız duygu durumundan hareketle kaleme alınan bu roman, ünlü psikoterapist Amerikalı Prof. Irvin Yalom’un (d. 1931) kült eseri. Ailesi Belarus Yahudi cemaatine mensup olup, I. Dünya Savaşı sonrası ABD’ye yerleşen Yalom da tıpkı Amerikan sosyolojisinin gelişimine önemli katkılar sunan Pitirim Sorokin ve ABD’deki sanat, bilim ve edebiyat dünyasının önde gelen isimlerinden Vasili Leontief, Ayn Rand, Isaac Asimov, Chuck Palahniuk, Sergey Rahmaninof gibi eski Rus Çarlığı kökenli. Yalom’un dini kökeni, kitapta Sigmund Freud ve Josef Breuerile ailesinin Yahudi kökenlerini vurgularken pek çok detayı ustalıkla işlemesini de kuşkusuz kolaylaştırıyor. 1882’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun başkenti Viyana’daki Yahudi cemaati içerisinde geçen bu yarı-kurgusal öykü, Yahudilere karşı bu dönemdeki toplumsal baskı ortamını gözlemleme noktasında da genel bir çerçeve sunuyor. Psikanalizin doğum sancılarının görüldüğü XIX. yüzyılın bu netameli döneminde, Yalom’un psikiyatri/psikanaliz ihtisası, Nietzsche-Freud-Breuer üçgeninde bu sahanın ortaya çıkış dönemini yakından görebilmek açısından da ustaca işlenmiş bir tarihsel-kurgu ortaya çıkarmış. Çevirisi ve editoryal kontrolü iyi olmakla birlikte, okuması zor bir kitap bu. Üç nedenle zor. Öncelikle psikolojik roman okumanın verdiği zorluk ki bilhassa toplumsal ve tarihi roman okurlarının alışık olmayabileceği bir tarzı var kitabın. İkinci olarak bazı yerlerde derinlemesine bir felsefi analiz var ki felsefeyle aşina olmayan okurların metni ve argümanları takibini zorlayıp kitaptan uzaklaştırabilecek bir unsur bu. Ancak asıl zorluk, kitabın son beşte birlik bölümündeki sert ve agresif tarzdaki sorgulamaların insan ruhuna getirdiği ağır yük. Yukarıda da değindiğim gibi, kişiyi kendi nefis muhasebesi veya kişisel sorgulamasıyla baş başa bırakan zorlayıcı bir bölüm burası. Belki biraz da bu yüzden bu kitaba başlayıp da yarıda bırakanların sayısı da az değil. Sonunda Nietzsche’nin gözyaşları içinde kendi serüvenini itiraf ederek ondan kurtulmak ve Lou Salome’ye kendi zihninde atfettiği değeri yine kendi elleriyle parçalamak zorunda bırakılması, aslında bir argümanın diğerini yenmesinden ziyade, "sınırsız özgürlük ve düzeni bırakıp kaçma" fikrinin ehlileştirilmesi ve daha sürdürülebilir bir formata sokulması gibi de okunabilir. Yani özetle amor fati, yani yazgını sev, ondan kaçma, onunla barış ve onu severek, ona alışarak onunla yaşa.YAZGINI SEV, ONUNLA BARIŞ VE ONU SEVEREK ONUNLA YAŞA
Yalom kitabın argüman dengesini öyle ustalıkla kurgulamış ki metnin herhangi bir yerinde okuyucu durup da kitabın sonunu tahmin edemez. Çoğu tartışmada hem Nietzsche hem de Breuer öyle kuvvetle kendi argümanlarını savunuyor ki ilkinin ümitsizlik içindeki “özgürlüğünün peşinden git, kendin ol, önce kendini kurtar” feryadının mı, yoksa ikincisinin “önce zorunlu olanı istemek, sonra da istenileni sevmek” formülünün mü tartışmayı kazanacağını tahmin etmek çok zor. Metindeki Breuer’in Max’la satranç müsabakaları gibi bir taktik mücadele var bu münazaralarda hep Ancak Yalom, modern çağın insanının özgürlüğe düşkün yanına da rahatına ve düzene alışkın tarafına da çiçek atmayı ihmal etmiyor kitabın finalinde. “Ümitsizliğin Mehdi’si” Nietzsche’ye bile sonunda diz çöktürüyor. Bunu da Freud’un Breuer’e yaptığı hipnozterapisinin ardından tam bir kendinden eminlik hali içinde kendisini ziyaret eden Breauer’in argümanlarını Nietzsche’ye de kabul ve tasdik ettirerek, kendi kişisel serüvenini de itiraf ettirerek yapıyor. Sonunda Nietzsche’nin gözyaşları içinde kendi serüvenini itiraf ederek ondan kurtulmak ve Lou Salome’ye kendi zihninde atfettiği değeri yine kendi elleriyle parçalamak zorunda bırakılması, aslında bir argümanın diğerini yenmesinden ziyade, “sınırsız özgürlük ve düzeni bırakıp kaçma” fikrinin ehlileştirilmesi ve daha sürdürülebilir bir formata sokulması gibi de okunabilir. Yani özetle amor fati, yani yazgını sev, ondan kaçma, onunla barış ve onu severek, ona alışarak onunla yaşa. Ancak sonuçta “bedeviler ve yersiz-yurtsuzlar” değil “hadârîler ve düzen sahibi yerleşik hayat” bu mücadeleyi kazanıyor. Biraz muhafazakâr bir çözüm bu Yalom için, ama diğer türlü bir final kaosun kazanması olacaktı ki bunun tercih edilmediği görülüyor açıkça. Öyle ki meşhur Freud bile mutlu oluyor Breuer’in ulaştığı bu çözümden. *** Peki bu kadar önemli ve sarsıcı bir kitabı öncelikle kimler okumalı ve insan bunu hangi yaşta okumalı? Kitabı öncelikle kendini tanıma çabası, arayışı ve buna ihtiyacı olan kadın ve erkek tüm okuyuculara öneririm. Okuması zor ama bittiğinde alınan hazza değeceğini düşünüyorum. Kitabın son beşte birlik bölümüne geldiğimde, bunu sadece 40’ını geçmiş insanların okuması gerektiği kanaati bende hâsıl olmuştu. Zira hem olgunluğun hem de kendini sorgulamanın başlangıcı kabul edilir bu yaş aşağı yukarı. Ancak o son kısmı okuyunca fikrim değişti; bu kitabı mümkünse gençlerin de okumasında büyük fayda var, zira o yaşlarda dahi seçimler yaparken ve tercihlerde bulunurken bu büyük tecrübenin ve yönlendirmenin insanın hatırında bulunması bilhassa önemli. Bu yazıyı bitirirken Yalom’un bu kült eserinin sadece Türkçede ve Mayıs 2024 itibariyle tam 127 baskı yapmış olduğunu ekleyeyim. Çeviri bir eser, hele böylesi ağır bir metin için muazzam bir rakam bu. Her birinin iki binerlik baskılar olduğu düşünülürse, şimdiye kadar 250 bin kopya civarında basıldığı söylenebilir ki, çok büyük bir teveccüh bu ve kitap bu teveccühü fazlasıyla hak ediyor. Amor fati, yazgını sev.İlginizi Çekebilir