© Yeni Arayış

Neyi kutluyoruz? Futbol ve Türkiye’nin gerçeklikten uzaklaşan kitleleri

Büyük kara paraların aklandığı, yöneticilerinin git gide illegalleştiği ve uygunsuzlaştığı bir gerçekliğin tamamen sahipsiz kalması durumunu gözlemliyoruz. Düşmanla anlaşan bir rakip ve onların oyununu bozmaya çalışan ana karakterler anlatısı, ülkenin sessiz yığınlarını kontrol altına almaya devam ediyor. Oysa ki çözüm çok daha basit ve hızlı. Tribünlerdeki taraftarların kendileri adına konuşan insanlara sırt çevirmesi bu çürüyen sistemi protesto etmeleriyle sağlanabilir.                                                                    

Türkiye’de son bir yılda neden bu kadar kutlama ve bu kadar mutsuzluğu aynı anda gözlemliyoruz? Türkiye’deki kutuplaşma ortamında siyaset ve futbolda art arda yaşanan kutlama ve hayal kırıkları, duygu durumu hızlı değişen toplumumuza bir göz atılmasını gerektiriyor. Genellikle siyasi analizlerimiz doğrudan siyasetçilere yönelirken, gelin bir de futbol ile siyaseti paralel bir şekilde okuyalım ve futboldaki söylemlerin de toplumu değiştirdiğini kabul etmeye başlayalım.

Bilakis, Türkiye’de bağlamı incelemek için self-reflektif (kendini irdeleyen) bir bakış son derece önemli. İnsanın tüm ezilmişlik halet-i ruhiyesini bir gecede değiştiren bir şeydi seçim zaferi; üstelik bu kutlamalara katılmak için herhangi bir çabaya da gerek yoktu. Galatasaraylı olduğunuzda takımınız şampiyonsa, oy verdiğiniz parti seçimi kazandıysa kendinizi bu başarılarda aktif rol oynamış bireyler gibi kutlama alanında bulabilirdiniz.

KUTLANAN KİTLELER

Mayıs 2023 ayının muhtelif haftalarında Türkiye’de insanlar sokaklara çıkıp kutlamalar yaptı, bir yandan da sokağa kutlama yapmak için çıkamayan kitleler evlerinde mağrur bir şekilde oturdu. İlk fırsatta, futbol veya siyaset alanında herhangi bir rekabette galip gelirlerse sokağa çıkıp psikolojik üstünlüklerini diğer kitlelere yansıtacaklardı. Önce iktidar seçmenleri sokaklarda iki tur kutlamalar yaptı, şarkılar söylendi, baskı ve otoriterleşmeye rağmen kendiyle aynı gerçekliğe inanmayan insanlar üzerine psikolojik üstünlüklerini rahatlayarak gösterdiler. Bir yıl sonra, 31 Mart’ı 1 Nisan’a bağlayan gece İstanbul Anadolu yakası metrosundan bir anons geçildi: “Saraçhane metro seferlerimiz seçim kutlamaları nedeniyle uzatılmıştır.” Aynı sırada seçim sandıklarından eve dönmekte olan AKP’li sandık görevlileri kendilerini belki de uzun zaman sonra ilk kez hınç dolu hissederken, yılların açlığını gideren muhalif seçmenler kendilerini rahatlamış hissediyordu. Otoriter yönetim altında muhaliflerin seçim kazanması kutlanacak bir şeydi, ancak bu yıllar süren baskıdan kaynaklanan arkaplanındaki evrensel duyguları incelemeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Bilakis, Türkiye’de bağlamı incelemek için self-reflektif (kendini irdeleyen) bir bakış son derece önemli. İnsanın tüm ezilmişlik halet-i ruhiyesini bir gecede değiştiren bir şeydi seçim zaferi; üstelik bu kutlamalara katılmak için herhangi bir çabaya da gerek yoktu. Galatasaraylı olduğunuzda takımınız şampiyonsa, oy verdiğiniz parti seçimi kazandıysa kendinizi bu başarılarda aktif rol oynamış bireyler gibi kutlama alanında bulabilirdiniz.

Bir tarafın sevinci ve üstünlük duygusu, diğerinin hınç beslemesine sebep oluyor. Hınç, güçsüzlükten kaynaklanan, bir duruma/kişiye nefret duygusu oluşturan ve hakiki bir çatışma yerine kişiyi kaybın hayali bir telafisini sağlamaya iten duygu (Çiftçi, 2016). Hınç duyan insanlar bir sistemi daha iyisiyle değiştirmek yerine, üstünlük hissinin, toplumsal olarak anlam ifade etme hissinin kendi lehlerine tesis edilmesini ister. Toplumsal kutlama yapmak modernist dönemde nadir bir durumdan günden güne Türkiye’de sık gerçekleşen bir duruma evriliyor; hınç besleme hissi ve üstünlük hissi tüketilmeye başlanıyor. Gündelik yaşamda zamanın akmasını sağlayarak bireylerin tüketim araçlarına eklemleniyor. Böylece seçim veya futbol konularında durum herhangi bir şeklide rekabete yaslanınca, iki kitle arasındaki eşitlik isteği şartlarda değil, ancak hınç (ressentiment) duygusunun icra edilmesinde oluyor. Bugün hınçlanan kitle, yarın ilk fırsatta sokakta kutlama yapacak ve karşı tarafa psikolojik üstünlüğünü sergileyecekti.

Psikolojik üstünlük, Türkiye’de kitlelerin kamplaşırken hissettikleri doyum hissi, hınç duygusundan doğan üstünlük telafisinin tesis edilmesi için olayların düğüm noktasında bir grubu favori haline getiren bir atıf. Psikolojik üstünlüğün gerçek hayatla pratik ve kanıtlanabilir bir bağı yok, bir güç imgesi, ancak gerçek güç değil. Kişiye bir türlü rehavet veren, ancak içten içe kişiyi güvensiz hissettiren bir imge. Psikolojik üstünlük bir türlü kanıtlanamayan, gelip geçici, ancak kitlelerin inanmasıyla var olmuş gibi görünen bir his. Örneğin, 14 Mayıs akşamı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim ikinci tura kalmasına rağmen yaptığı balkon konuşması, izleyenlere psikolojik üstünlüğün kimde olduğunu göstermişti; kaybetme riskinin yüksek olduğu rekabeti kendine güvenerek yöneten, güçlü, favori taraf. 2017-2018 sezonundan itibaren sosyal medyanın futbol taraftarlarının meskeni haline gelmesiyle Galatasaraylı ve Fenerbahçeli taraftar kitlelerini art arda şampiyonluklarda psikolojik üstünlük sıfatını Fatih Terim’in hırslı oyununa atfetmişti. 2023-2024 sezonunda berabere biten ve rakiplerin birbirinden çekindiği derbi maçının sonunda Fenerbahçe antrenörü İsmail Kartal takımının psikolojik üstünlüğü elde ettiğini söyleyerek taraftarını rahatlatacaktı.

 Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası ülkede yirmi yıldır olduğu gibi kutlamalar düzenleyenler, daha sonra süper ligde şampiyon olan Galatasaray taraftarının kutlayışı, 2024 yılına gelindiğinde belediye seçimleri kazanıldıktan sonra hem sokakta hem de belediyelerin düzenlediği etkinliklerle kutlamalar yapıldı. Örneğin, Manisa’da meydanda sahne kuruldu ve CHP’li merkez ilçe başkanları müziğin de eşliğiyle halkla konuştu. Bu tip bir gösteri kitlenin siyasete pratik olarak değil tüketim olarak bağlanmasına yarayacak bir hareket olsa da nadir görülmesi bakımından ilginçti. Böylece CHP’nin de siyasetin bir tüketim aracı olduğunu, psikolojik üstünlük elde etmek istediği ve bunu sergilediğini görmüş olduk, ki, başarının arkasında yatanlardan biri de bağlamı anlamaktı.

Son iki sezonu şampiyon tamamlayan Galatasaray’ın aksine Fenerbahçe 2014’ten beri şampiyon olamıyor, başkan Ali Koç ise göreve geldiği 2018 yılından beri şampiyonluk için çeşitli formüller deniyor ve taraftarı çeşitli söylemlerle kenetlemeye çalışıyor. 2023-2024 sezonunda son haftalarda lider olan Galatasaray’ı bitime bir hafta kala Rams Park’ta mağlup eden Fenerbahçe yönetimi, teknik ekibi ve taraftarı, “gerçek şampiyonun” kendileri olduğunun açık olduğunu söyleyerek, sokakta kutlama yaptılar. Ertesi hafta Galatasaray taraftarı sokaklara dökülüp resmi olarak kazandıkları şampiyonluklarını kutladılar. Lig bitiminden yaklaşık bir buçuk ay sonra, milli takım tur atladığı için taraftarlar yine sokaklardaydı. Kimin güçlü (ya da en büyük) olduğunun tartışmaya açık olması, takımların rekabetten doğan tüketimlerinin artması anlamına geliyor. Kitlede dinmeyen ama asla da kesin olarak güvende olmayan bir umut hissi uyandırıyor. Gücün başarı ölçütüyle mi yoksa psikolojik üstünlük gösterisiyle mi sağlandığı ise bir muamma olduğundan Mayıs 2023’ten itibaren 365 gün içerisinde muhtelif futbol takımı ve partililer kutlama yapmaya çıkmış oldular. Ancak, Türkiye herkesin mutlu olduğu bir yer mi ki bu kadar kutlama yapıldı?

Psikolojik üstünlükten sonra “sportif gerçeklik,” “hayatın olağan akışı” gibi yeni üretilen terimler gerçekliğin tamamen kulüp başkanı tarafından belirlendiği, kriterlerinin olmadığı ve daha da kötüsü bütün bir ligi hep iki takım arasında süregelmiş bir rekabete indiren bir üst-gerçeklik. Yani gerçekmiş gibi görünen, duygular hissettiren ve insanların akıllarında referans noktası olan bir anlatı. Kitleler bu üst-gerçekliğe intisap ediyor.

MUTSUZ KİTLELER

Hikâyenin öteki yüzünde, aynı kitleler 2023 yılından beri daha görünür bir şekilde Türkiye’de iktidar ve yönetim sistemi tarafından haksızlığa uğradı, gelir adaletsizliğinden ve yüksek enflasyondan mustarip oldu. Cumhurbaşkanının bu geniş kitlelerin sıkıntılarına rağmen belli bir çoğunluğun desteğini almasına yarayan tahayyülü ve bunu yayma yöntemi, kulüp başkanları tarafından da kullanılmaya başlandı.

Erdoğan’ın 2014’ten sonra ağırlık kazanan II. Abdülhamid’in sembolüne bürünmesi, TRT’nin tarih dizileriyle yaygınlaştı (Carney, 2018; Grigoriadis & Karabıçak, 2022). İdeolojik mesajları bir kenara bırakarak, bu tip bir propagandanın asıl amacı kitlelere belli bir siyasi gerçekliği[1] özümsetmekti. Bu siyasi gerçeklik ise basitçe devleti ve onun hamisini merkeze alıp, samimi bir devlet adamının ülkesi ve ümmeti için giriştiği siyasi oyunları izleyicisine aktarıyor. Bu oyunlar hain (muhalif) işbirlikçiler ve onların birlikte iş tuttuğu haçlılar yani asıl düşmanlara karşı kuruluyor. Ana karakterlerin her hareketi, planlanmış bir karşı tuzağın parçası. İzleyeni değerli hissettiren bu görsel anlatıya göre Erdoğan’ı bir gün İsrail’le ticaret yaparken, öteki gün Filistin’in en yüksek sesli savunucusu olarak görmek “ince bir zekâ” ürünü olmalı; Rusya ve ABD arasında hızlı politika değişimleri ise Cumhurbaşkanı’nın tıpkı II. Abdülhamid gibi kıvrak bir diplomatik zekaya sahip olduğunu yansıması: Güçlü olana kadar düşmanla ittifak kurup, düşmanı zayıf anında sabırla yere çalmak, oyun bozan Erdoğan için esaslı bir devlet işi. Bu anlatıda tabi ki de gözlemlenebilir ve tayin edilebilir tek bir hakikat yok.[2]

Bu anlatı sayesinde insanlar seçim dönemi geldiğinde enflasyondan ziyade dış mihraklardan ve işbirlikçilerden daha çok çekinebiliyorlar. Zaten seçim döneminde değilken de muhalif partilerden beklentileri Erdoğan’ın kitlesinin Erdoğan’dan beklentileriyle aynı: Oyunları boşa çıkarmak, güçlü görünmek. Kitle Erdoğan’ın sunduğu tahayyüle güç atfettiği için, onun karşısına çıkanlar da güçlü addedilebilmek için benzer bir tahayyül üretmeye, benzer sınırlarda performans sergilemeye bir nevi mecbur kalıyorlar.

Benzer bir stratejiyi Ali Koç da yapıyor, ünlülerle anlaşıyor, film çektiriyor ve daha da önemlisi, sonucu çok da belirsiz olmayan başkanlık seçimini Kadıköy ilçesinde seçim ofisleri ve afişleri koyarak bir cumhurbaşkanlığı seçimi yarışı simüle ediyor. Koç’un anlatısına göre, TFF ve Galatasaray “lobisi,” “sportif gerçekliğe aykırı” ve “hayatın olağan akışına ters” şekillerde Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu elinden alıp Galatasaray’a hediye ediyor. Ali Koç yeri geldiğinde söylediklerinin taraftarı kenetlemek için ve TFF’ye baskı yapmak için bir söylemden ibaret olduğunu itiraf ediyor, yeri geliyor o söyleme geri dönüyor.

Fenerbahçe taraftarı, milyonları bulan ve kendilerince haklı bir hınç hisseden kitle Ali Koç’un tayin ettiği ve Fenerbahçeli futbol yorumcularının ekseriyetinin yeniden ürettiği gerçekliği tüketiyor. Taraftarlar futbol tüketimi esnasında hınç, hırs, haksızlığa uğrama, öz değersizlik, ekonominin zorlayıcı akışından futbol sayesinde de kurtulamama hislerine kapılıyor. Ali Koç kendi tüketimini kontrol altına alıyor, büyük düşmanlar ve işbirlikçileri gösteriyor, hınç duygusunu besliyor ve böylece milyonlarca taraftara nüfuz edebiliyor. Psikolojik üstünlükten sonra “sportif gerçeklik,” “hayatın olağan akışı” gibi yeni üretilen terimler gerçekliğin tamamen kulüp başkanı tarafından belirlendiği, kriterlerinin olmadığı ve daha da kötüsü bütün bir ligi hep iki takım arasında süregelmiş bir rekabete indiren bir üst-gerçeklik. Yani gerçekmiş gibi görünen, duygular hissettiren ve insanların akıllarında referans noktası olan bir anlatı. Kitleler bu üst-gerçekliğe intisap ediyor.

Ligi tüketen ve inşa eden ana unsur taraftar olmasına karşın, bu üst-gerçeklik biri mafyatik ve diğeri kötü ve atanmış bir yönetici olmasına karşın ülkenin en büyük kurumlarından birinde yer alması en kilit aktörleri sessiz yığınlar hâline çeviriyor.

SESSİZ YIĞINLAR

Tüm bu gerçeklik curcunası içinde TFF başkanlığına yıllar önce Trabzonspor başkanlığı yaptığı dönemde maç sonunda stattaki hakem odasını kilitleyen ve hakemleri tehdit eden İbrahim Hacıosmanoğlu geliyor. Fenerbahçe taraftarı ve AKP seçmeninin inandığı üst-gerçeklikleri Beşiktaş, Trabzon ve Galatasaray taraftarları da farklı versiyonlarda evirip kendilerine uyarlıyor, aksi takdirde ahlaki ya da psikolojik üstünlüklerini sürdürmeleri zor. Fakat asıl soruna, yani çeşitli liyakatsizliklere imza atan ve Erdoğan’ın desteklediği TFF başkanı Mehmet Büyükekşi ve Hacıosmanoğlu arasında geçen bir başkanlık yarışının gayrimeşruluğuna hiçbir kulüp taraftarı organize bir yanıt veremiyor. Ligi tüketen ve inşa eden ana unsur taraftar olmasına karşın, bu üst-gerçeklik biri mafyatik ve diğeri kötü ve atanmış bir yönetici olmasına karşın ülkenin en büyük kurumlarından birinde yer alması en kilit aktörleri sessiz yığınlar hâline çeviriyor.

Hiç kimse maçları protesto edemiyor, dört büyük takım taraftarı ve ligin diğer takımlarının müşterek yakındıkları husus TFF ve hakem yönetimi. Tüketiciler ortak bir tepki göstermekten ziyade hakemlerin hangi takımı kolladığı yönünde sonsuz bir tartışmaya giriyorlar. Cevabı üzerinde anlaşılması mümkün olmayan bu tartışma, en az dört farklı üst-gerçeklik yaratıyor. Üst kelimesini kullanmak çok doğru değil, çünkü artık bu kitleselleşmiş bir aşırılık. Büyük kara paraların aklandığı, yöneticilerinin git gide illegalleştiği ve uygunsuzlaştığı bir gerçekliğin tamamen sahipsiz kalması durumunu gözlemliyoruz. Düşmanla anlaşan bir rakip ve onların oyununu bozmaya çalışan ana karakterler anlatısı, ülkenin sessiz yığınlarını kontrol altına almaya devam ediyor. Oysa ki çözüm çok daha basit ve hızlı. Tribünlerdeki taraftarların kendileri adına konuşan insanlara sırt çevirmesi bu çürüyen sistemi protesto etmeleriyle sağlanabilir. Hakemlerin kötü olması, TFF’nin yetersizliği ve çürümüşlüğünün illa bir takımla alakası olmadığını makul bir diyalogla insanlara anlatabileceğimizi düşünüyorum. Çoğu aynı zamanda seçmen de olan taraftarlar bu binanın tuğlaları, isterlerse bu binayı çıplak demirleriyle dımdızlak bırakabilirler.

Türkiye’nin hatırı sayılır kitlelerinin futbol ve siyaset ekseninde benzer üst-gerçeklikleri yaşaması dikkate değer, üzerinde düşünülmesi gereken bir mesele.

--- 

Referanslar

Carney, J. (2018). Resur (e) recting a spectacular hero: Diriliş Ertuğrul, necropolitics, and popular culture in Turkey. Review of Middle East Studies, 52(1), 93-114.

Çiftçi, E. (2016). Nietzsche’nin Hınç Çözümlemesi ve Hümanist Psikoterapi. Beytulhikme: An International Journal of Philosophy, 6(1).

Grigoriadis, I. N., & Karabıçak, O. T. (2022). Baudrillard in Ankara: mainstream media and the production of simulacra in the Turkish public sphere. British Journal of Middle Eastern Studies, 49(5), 1037-1051. https://doi.org/10.1080/13530194.2021.1900781

 

[1] Gerçeklikmiş gibi davranılan ve kaynakların ona göre harcandığı bir siyasi anlatı. Bu anlatı, siyasi aktörlerin nasıl davrandığına dair, imaja, söyleme ve kimliğe dayalı anlatılar içerir ve yalan ya da doğru olarak kıyaslanamaz.

[2] Bu bakımdan Erdoğan’ın politik anlatısı ve bunu dizilere pastiş etmesi son derece post-modern bir yöntem.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER