© Yeni Arayış

Natanyahu’nun macera hevesi, Ortadoğu’da cehennemin kapılarını açar mı?

Natanyahu’nun macera hevesi, Ortadoğu’da cehennemin kapılarını açar mı?

Genel olarak baktığımızda suikastlar ve nokta saldırılar, devletler için kısa vadeli stratejik kazançlar sağlayabilir. Ancak bu tür eylemler, uzun vadede hem uluslararası hukuki çerçeveler açısında bir ihlal oluşturur ve bu tür saldırıları yapan devletlerin meşruiyetini örseler. Başkent Tahran'da Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye'nin yönelik suikast, Lübnan’da Hizbullah’ın üst düzey komutanı Fuad Şükr’e yönelik saldırı, yaşanan gerilimi bir üst aşamaya taşıyacak iki eylem. İsrail’in büyük bir özgüven ve şımarıklıkla hareket ettiği çok açık. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun ABD Kongresinde büyük bir coşku ve alkış tufanıyla karşılanmasında da gösterdiği gibi, İsrail’in bu özgüven ve küstahlığının arkasında ABD’nin askeri, siyasi, diplomatik ve ekonomik alanda verdiği sınırsız desteği olduğu çok açık. Uluslararası ilişkilerde, devletlerin güvenliklerini sağlamak ve tehditleri bertaraf etmek için çeşitli stratejiler geliştirdiklerini biliyoruz. Bunlardan biri de suikastlar ve nokta saldırılar. Peki, bu tür eylemler bir devlet için ne anlama geliyor?

Suikastların Uluslararası İlişkiler Boyutu

İsrail’in Hamas liderlerini hedef alarak gerçekleştirdiği suikastlarla Hamas’ın lider kadrosunu zayıflatmayı ve böylece bu örgütün operasyonel kapasitesini düşürmeyi amaçlıyor. Bu, aynı zamanda diğer düşmanlara da güçlü bir mesaj gönderiyor: "Liderleriniz güvende değil." Ancak, bu tür eylemler uluslararası hukuka aykırı ve uzun vadede bir devletin uluslararası itibarını zedeleyebilir. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nin terörle mücadele kapsamında insansız hava araçlarıyla düzenlediği nokta saldırılar, bir yandan kısa vadede sonuç alıcı olurken, diğer yandan uluslararası alanda ciddi eleştiriler aldı. Bu tür saldırılar, sivil kayıplara neden olabildiği için insan hakları ihlalleri olarak değerlendiriliyor ve bu da devletin uluslararası ilişkilerdeki itibarını zayıflatıyor. Bu tür saldırılar caydırıcılık kapasitesini artıran bir niteliğe sahip elbette. Örneğin, İran’ın nükleer programını yavaşlatmak amacıyla yapılan suikastlar, diğer ülkeleri de benzer programlardan caydırmayı amaçlamakta. Buradaki düşünce basit: Eğer bir ülke nükleer programını ilerletirse, liderleri ya da bilim insanları hedef alınabilir. Bu da ülkeleri bu tür projelerden vazgeçmeye zorlayabilir. Bu tür saldırıların aslında sadece dış tehditlere değil, aynı zamanda iç muhalefete karşı da bir kontrol aracıdır. Örneğin, otoriter rejimlerin kendi muhaliflerini susturmak için suikastlara başvurması, bu yaklaşımın bir yansımasıdır. Bu, liderlerin gücünü pekiştirmek ve muhalefeti sindirmek için kullanılan bir yöntemdir. Heniye ve Şükr suikastları aslında İsrail’in en aşırı sağcı kabinesine liderlik eden Netanyahu’nun bölünmüş İsrail toplumuna bir zafer hediye etme ihtiyacını karşılamayı amaçlıyor. Genel olarak baktığımızda Suikastlar ve nokta saldırılar, devletler için kısa vadeli stratejik kazançlar sağlayabilir. Ancak bu tür eylemler, uzun vadede hem uluslararası hukuki çerçeveler açısında bir ihlal oluşturur ve bu tür saldırıları yapan devletlerin meşruiyetini örseler.

ABD’nin desteği

Gerek Lübnan gerekse Tahran’daki suikastla ilgili olarak İsrail’in bu eylemlerinin arkasında ABD’nin çok ciddi istihbarat desteği olduğu yönünde güçlü bir kanaat var.  Bu kanaat temelsiz değil, 2008’de Suriye’de düzenlenen Hizbullah komutanı İmad Muğniye suikastı da büyük ölçüde Amerika’nın istihbarat desteğiyle gerçekleşmişti. Kaldı ki ABD’nin doğrudan bu operasyonla ilgili bir istihbarat desteğinin olması gerekmez, verdiği genel destek İsrail’in bu tür suikastları elde etmesi için zaten uzun vadede bu tür suikastların düzenlenmesi için yeterli altyapıyı sağlıyor. Öte yandan Bizzat İran’ın kendi topraklarında bir saldırıya maruz kalması, yine bizzat kendisinin misilleme yapmasını gerektirir, müttefiklerinin yanıtı bile yeterli olmaz. Zaten İran Devrim Lideri Ayetullah Hamaney’in açıklamaları da bu doğrultuda. Ayrıca İran bu kez caydırıcılığını korumak için bir öncekinden çok daha sert yanıt vermek durumunda. Tahran’ın gerek Kasım Süleymani suikastına yaptığı misilleme gerekse Nisan ayındaki misillemesi oldukça zayıf ve bu saldırıların tekrar etmesini engelleyecek kapasiteye sahip değil. Ancak bu kez konjonktür, İran ve Hizbullah’ı çok daha sert ve acıtıcı bir darbe vurmasını bu iki aktöre dayatıyor. Tahran yönetiminin caydırıcılık dengesini yeniden kurması, gerek ABD gerekse İsrail’den komutanlarına ve üst düzey yetkililerine yönelik suikastların tekrar etmemesi için acıtıcı ve caydırıcı bir misilleme yapmasını gerektiriyor. Ancak elbette acele ve düşünülmeden verilecek bir yanıt, kendisini ve müttefiklerini zor durumda bırakabilir. İsrail açıkça bu saldırıyı üslenmedi, çünkü suikast, egemen bir devletin topraklarında gerçekleşti. Ayrıca suikast, Başbakanlık yapan ve uluslar arası toplumda belirli ölçülerde meşruiyete sahip siyasi bir aktöre karşı yapıldı. Bunun uluslar arası hukukta bir karşılığı olmasından çekiniyor.

Netanyahu’nun Hedefleri

İsrail’in bu suikastlarının ateşkes görüşmelerini zora sokmak için yapıldığı da çok açık. Netanyahu ne ateşkes ne barış hiçbir şey istemiyor. Amacı, ateşkesi olabildiğince erteletip Gazze’deki saldırılarını seçim sonrasına kadar sürdürmek. Trump’ın seçimleri kazanmasına yatırım yapan Netanyahu, daha Hamas’ın burnunu sürtecek avantajlı bir anlaşmaya imza atmak arzusunda. İran, İsrail’in geçtiğimiz Nisan ayında Şam’daki büyükelçilik saldırısına misillime olarak gerçekleştirdiği eylemle bir denklem kurmuş, bir angajman oluşturmuştu. Heniyye suikastıyla bu angajmanı kırmak ve oluşan denklemi bozmayı amaçlıyor olabilir. Ayrıca, Heniye suikastı İran’ın Pezeşkiyan döneminde ABD ile yumuşama eğilimini baltalamayı amaçlıyor mu bilmiyoruz ama bu saldırı Pezeşkiyan’ın iç ve dış politikada sertlik yanlıları karşısındaki elini zayıflatacak, ülke içindeki yumuşama eğilimlerini de berhava edecek bir potansiyeli içeriyor. İsrail’in bu saldırısı taktiksel bir başarı olabilir ama büyük resme baktığımızda bu, aslında genel anlamda Gazze’de yaşadığı başarısızlık ve fiyaskoyu dışarıda bir suikastla kamufle etme çabası olarak görülmelidir. Madem İsrail, o kadar geniş bir istihbarat ağına sahip avuç içi kadar Gazze’de Yahya Sinvar’a neden ulaşamadı? Muhammed Dayfı öldürdüğünü söylüyor ama bu henüz Hamas tarafından teyit edilmedi. Aslında burada asıl amacın Gazze’de fiyasko yaşayan ve bir türlü rehineleri kurtaramayan, Hamas’ın altyapısını yok edemeyen, tünelleri yok etme hedefini bir türlü gerçekleştiremeyen İsrail’in, kendi kamuoyuna parlak bir “zafer” sunma gayretinden başka bir şey değil. İsrail açıkça bu saldırıyı üslenmedi, çünkü suikast, egemen bir devletin topraklarında gerçekleşti. Ayrıca suikast, Başbakanlık yapan ve uluslar arası toplumda belirli ölçülerde meşruiyete sahip siyasi bir aktöre karşı yapıldı. Bunun uluslar arası hukukta bir karşılığı olmasından çekiniyor. Başka bir boyut, İsrail bu saldırıyla İran ve müttefikleri üzerinde baskı yapıp Gazze’de İsrail’le savaşan Hamas ve diğer Filistinli grupları yalnızlaştırıp izole etmek. Son olarak İran’ın bizatihi kendisinin bu süreçte ciddi bir güvenlik açığıyla karşı karşıya olduğunu kabul etmesi gerekiyor. Bu olay, İran'ı en üst düzeyde bir soruşturma başlatmaya ve istihbarat boşluklarını bulmaya zorlayacaktır. Bu suikast nasıl gerçekleşmiş olursa olsun İsrail’in devlet kurumlarına sızmış bir ajanını bulmak için ciddi bir çaba sarf edilmesi gerekecek. Nitekim Trump’ın başkanlık döneminde ABD yönetimi ile işbirliği yaparak Kasım Süleymani suikastına yardım ve yabancı istihbarat örgütlerine bilgi aktardığı gerekçesiyle bir Devrim Muhafızları yetkilisi infaz edilmişti. İran’ın kendi içinde yaptığı soruşturma, benzeri bir süreçle sonuçlanabilir.  

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER