© Yeni Arayış

Narin’in yaşama hakkını neden koruyamadık?

Uzun yıllardan beri aile içi şiddete kurban verdiğimiz kadınları ve çocukları koruyabilmek için onların hayatlarını yok eden sebeplere odaklanmış olsaydık, bu sebepleri ortadan kaldıracak politikaları izleyebilseydik 8 yaşındaki Narin’i toprağa vermiş olmayabilirdik.

Teknolojik olanakların geliştiği ve çeşitlendiği yüzyılımızda hükümet aktörlerinin sosyal medya mecralarında yaptıkları paylaşımların bir ölçüde önemi olduğunu kabul etmek gerekir. Nitekim vicdan sahibi herkesin yüreğini yaralayan 8 yaşındaki Narin’in bir cinayete kurban gittiğinin belirlendiği 8 Eylül 2024’te İçişleri Bakanı Sayın Ali Yerlikaya’nın, Adalet Bakanı Sayın Yılmaz Tunç’un ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Sayın Mahinur Özdemir Göktaş’ın X hesaplarından yaptıkları açıklamalarda, Narin’in ailesine başsağlığı dilememeleri, kamuoyunun dikkatini çekti ve aileyle ilgili şüpheler de derinleşti.

Ne var ki 8 yaşındaki bir kız çocuğunun hunharca katledilmesi ve bu cinayetin 18 gün boyunca yapılan araştırmalarda tespit edilememesi, zihinlerde ülke yönetimiyle ilgili soru işaretleri uyandırdı. AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun yaptığı şu açıklama ise zihinlerdeki soru işaretlerini derinleştirdi: “Bizlerin bazen bilmediği, bazen de bilip söylemememiz gereken şeyler var. Çünkü aile de bizim dostlarımız.”[1]

Böylece kamuoyu Narin’in can güvenliğinin neden sağlanamadığını, 18 gün boyunca güvenlik görevlilerinin Narin’i veya onun cansız bedenini neden bulamadıklarını, 120 haneden oluşan Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinin Tavşantepe Mahallesi’nde yaşayanların bu cinayete karşı neden suskun kaldıklarını, bu mahallede evvelce ortaya çıkan şüpheli ölümler olduğu halde bu ölümlerin sebeplerinin neden ortaya konmamış olduğunu ve kamu makamlarının bu mahalledeki suç fiillerine neden seyirci kaldığı gibi konuları tartışmaya başladı.

Türkiye’nin günlerden beri tartıştığı bu sorunlar, elbette tek bir faktörle açıklanamayacaktır. Bu problemleri tetikleyen, derinleştiren ve yaygın hale getirenin iç içe geçen birçok faktör olduğu açıktır. Bu faktörlerden biri Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişle beraber Türkiye’de ortaya çıkan hukuk devleti zafiyetinin yarattığı cezasızlık kültürü ve ceza normlarının caydırıcılığını kaybetmesidir. Ne var ki sorunun bu boyutu, ceza hukukçuları ve kriminologlar tarafından incelenmelidir.

Bu çerçevede vurgulanması gereken diğer bir husus ise gene Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişle beraber fren ve denge mekanizmalarının ortadan kalkması, yürütme ve idare fonksiyonunun denetimsiz hale gelmesidir. Bu yazıda bu anayasal faktörler ele alınacaktır.

Türkiye, 9 Temmuz 2018’den bu yana Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen, özü itibarıyla fren ve denge mekanizmalarını ortadan kaldırdığı ve aşındırdığı için keyfîliğe yol açan bu sistemle yönetilmektedir. Bu hükümet sistemine geçişle birlikte yukarıda değindiğim hükümeti denetim vasıtalarından sözlü soru ve gensoru ilga edildi

BU DENETİMSİZLİĞE YOL AÇAN HUKUKÎ VE FİİLÎ FAKTÖRLER NELERDİR?

1982 Anayasasının ilk metni, 98, 99 ve 100’üncü maddelerinde TBMM’nin hükümeti denetim vasıtaları arasında sözlü ve yazılı soru, genel görüşme, meclis araştırması, meclis soruşturması ve gensoru mekanizmalarına yer vermişti.

21 Ocak 2017’de Mecliste kabul edilerek kanunlaşan ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişi sağlayan anayasa değişikliği, 16 Nisan 2017’de halkoylamasında kabul edildi ve bu değişikliğin hükümleri tedricen yürürlüğe girdi. Söz konusu anayasa değişikliği, Anayasanın pek çok hükmünde köklü değişikliklere yol açtı. Değişikliğin tüm hükümleri, 9 Temmuz 2018’de yürürlüğe girmiş oldu. Böylece Türkiye, 9 Temmuz 2018’den bu yana Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen, özü itibarıyla fren ve denge mekanizmalarını ortadan kaldırdığı ve aşındırdığı için keyfîliğe yol açan bu sistemle yönetilmektedir.

Bu hükümet sistemine geçişle birlikte yukarıda değindiğim hükümeti denetim vasıtalarından sözlü soru ve gensoru ilga edildi. Önceki yazılarımda ayrıntısıyla açıkladığım gibi yazılı soru fiilen işletilemez hale getirildi. Meclis soruşturması ise bunu düzenleyen anayasa hükmünün öngördüğü karar nisaplarının erişilmezliği nedeniyle uygulanması mümkün olmayan bir yönteme dönüştürüldü.

Kamuoyunu bilgilendirmek maksadıyla Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’a 11 Haziran 2024’te yönelttiğim, aradan geçen üç aya rağmen cevabı verilmeyen soru metnimi paylaşıyorum.

YAZILI SORUNUN İŞLETİLEMEZ HALE GETİRİLMESİNİN ÖNEMLİ SONUÇLARI VAR MI?

Anayasamızın 98’inci maddesinin 5’inci fıkrasına göre “Yazılı soru, yazılı olarak en geç onbeş gün içinde cevaplanmak üzere milletvekillerinin, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlara yazılı olarak soru sormalarından ibarettir.” Bu anayasa hükmünden açıkça anlaşılacağı gibi milletvekilleri, ülke yönetimiyle ilgili herhangi bir konuda Cumhurbaşkanı yardımcılarıyla bakanlara yazılı olarak sorularını yöneltebilmektedir. Sorunun yöneltildiği hükümet aktörünün bu soruları en geç 15 gün içinde cevaplaması gerekmektedir.

Uygulamada soruların yöneltildiği aktörlerin bu soruları süresi içinde cevaplamadıkları açıkça görülmektedir. Anayasa hükmünde tereddüt uyandırmayan bir açıklıkla ifade edildiği halde sorular, 15 gün içinde değil, aylar sonra cevaplanmaktadır.

Bu bağlamda ortaya çıkan bir başka sorun ise sorulara verilen cevapların soruyla örtüşmemesi, ustalıklı demagojilerle geçiştirilmesidir. Bir diğer sorun ise bu sorulara hiç cevap verilmemiş olmasıdır.

Kamuoyunu bilgilendirmek maksadıyla Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’a 11 Haziran 2024’te yönelttiğim, aradan geçen üç aya rağmen cevabı verilmeyen soru metnimi paylaşıyorum.

 

Bu soru metnini paylaşmaktaki asıl maksadım, Narin cinayeti sonrasında dikkatlerin odaklandığı Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın kendisinden beklenen rolü ne ölçüde yerine getirdiğini sorgulayabilmektir. Sayın Bakan ve bürokratları, 11 Haziran 2024’te yönelttiğim soruları önemseyerek cevaplamış olsalardı Türkiye’de çocukların hangi tehditlerle karşı karşıya olduklarını görme imkânı bulacak, belki bu sorunları çözmek için çaba sarf edeceklerdi.

Elbette 8 yaşındaki Narin’in hunharca katline benzer olayların ortaya çıkmasını önlemek için sadece Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın fonksiyonlarını ne ölçüde yerine getirebildiğinin sorgulanması yeterli değildir. Yargının bağımsızlığını kaybetmesinin hukukî ve fiilî nedenleri, yargı kuruluşlarının adalet dağıtmaktaki yetersizlikleriyle cezasızlık kültürünün yerleşmesinin nedenleri, başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere bireyleri aile içi şiddete karşı koruyamamamızın hukukî ve sosyolojik sebepleri, titizlikle araştırılması gereken konular arasındadır.

Ancak burada bir anayasa hukukçusu olarak vurgulamak istediğim asıl husus, karar organlarını hesap verir ve sorumlu kılacak mekanizmaların yok edilmesiyle ortaya çıkan keyfîliğin, bir toplumun bugününü ve yarınını tehdit eden en tehlikeli faktörlerden biri olduğu gerçeğidir. Uzun yıllardan beri aile içi şiddete kurban verdiğimiz kadınları ve çocukları koruyabilmek için onların hayatlarını yok eden sebeplere odaklanmış olsaydık, bu sebepleri ortadan kaldıracak politikaları izleyebilseydik 8 yaşındaki Narin’i toprağa vermiş olmayabilirdik.

Bugün Narin arkadaşlarıyla birlikte okula gitmenin, gelecek için hayâl kurabilmenin mutluluğunu yaşıyor olabilirdi.

 

---

[1] https://t24.com.tr/haber/akp-diyarbakir-milletvekili-ensarioglu-narin-in-ailesiyle-benim-40-yillik-dostlugum-var-varsa-bir-suc-herkes-suclu-degil-hizbullahci-deniliyor-ancak-iyi-parti-ve-ak-parti-ilce-yonetiminde-olan-aile-uyeleri-var,1183164

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER