© Yeni Arayış

Narin cinayeti: İnanç mı, vicdan mı?  

“Din/dar”lık üzerinden siyasetten uzak durmalı, siyasetin seküler bir uğraş olduğunu kabul etmeliyiz. Ve yine kabul etmeliyiz ki, dindar ya da inançlı olmak bizi tek başına kimseyi “iyi” insan yapmaz. Bizi iyi insan yapacak olan “vicdan” ve insanlar arası iletişimden üreteceğimiz ”ahlak” olacaktır. Narin cinayeti bunu bize bir kez daha göstermiştir.

Tüm Türkiye Diyarbakır’da öldürülen Narin için ayakta.

Neredeyse 3 hafta sonra bulunan Narin’in küçük bedeni, Adli Tıp’ın ilk bulgularına göre cinayet izleri kaybolsun diye özellikle saklanmış, bir yerden bir yere taşınmış, bulunması için köyde yaşayan hiç kimse görevlilere yardımcı olmamış.

Narin neden öldürüldü?

Narin bilmemesi/görmemesi gereken bir olayı öğrendiği/gördüğü için mi öldürüldü?

Narin’i kim/ler öldürdü?

Dahası ne olursa olsun 8 yaşındaki küçük bir kız nasıl öldürülebilir ki?

Nasıl, nasıl?

Dahası bu cinayet üzerine nasıl susulur?

Nasıl?

Artık biliyoruz ki, cinayetten sonra aile üyeleri, aile yakınları, köylüler, küçük Narin’in akıbetini, nasıl kaybolduğunu, köyde neler yaşandığını bilmek ve kamuoyuna paylaşmak için köye giden gazetecilere yalan söylüyormuş. Bizler onun nasıl kaybolduğunu sorgularken, kameralar önünde dökülen gözyaşları timsah gözyaşından başka bir şey değilmiş.

19-20 gün boyunca neredeyse tüm köy, küçük Narin’in başına geleni bildiği halde kimseye bir şey demediği gibi, kendilerine uzatılan mikrofonlara hiç utanmadan, hiç sıkılmadan yalan söylemiş, timsah gözyaşları dökmüşler. 

Ve bunları yapan insanlar, kendilerini Müslüman olarak tanımlamaktan geri durmuyorlar. Günde 5 vakit namaz kılıp, dua ediyorlar. Ve bütün bunları gündelik günahlardan çok daha büyük günah olan, 8 yaşındaki bir kız çocuğunun ölümünden sorumlu oldukları hale yaptılar. Aralarında imam dahi var.

Öğreniliyor ki, köy çoğunluk olarak HüdaPar ve AKP’ye yakınlar. Köylülerden kimileri bu siyasi partilerde siyaset yapıyor.

Hatta bir siyasetçi çıkıp, cinayetle ilgili olarak “Bazen bilip söylemememiz gereken şeyler var” diyebildi. Sonradan başka bir TV kanalına çıkıp sözlerinin çarpıtıldığını ifade etse bile, biz söylediklerinden ne demek istediğini anladık.

Muhtemelen Narin’e kıyanlar bu süre içinde siyasi bağlantıların kendilerini koruyacağını düşünerek, cinayetteki izlerin silinmesi için cesedin bulunmasını elbirliği ile olabildiği ölçüde ertelemişler. Görünen o.

Bugün Narin’i konuşuyoruz ama bu toplumun yakın geçmişinde farklı biçimlerde birçok Narin olayına şahit olduk. Okullarda, yurtlarda tacize ve şiddete uğrayan yüzlerce küçük Narin var yakın tarihimizde. Bunlarla yüzleşmeden, yeni Narinler olmamasını sağlayamayız.

VİCDAN YOKSA İNANÇ HİÇBİR ŞEY

8 yaşında küçücük çocuk Narin’in öldürülmesinden de gördük ki, dini ne olursa olsun inançlı olmak tek başına “iyi” olmak için yeterli değil. Nitekim köydeki tüm inançlılar, cinayet failleriyle birlikte susarak bu korkunç olayın suç ortakları oldular.

Sonuçta Narin’in bulunmasını sağlayan “inanç” değil “vicdan” oldu?

Olayın vicdani rahatsızlığını hisseden bir köylünün bu suskunluk sarmalından kurtularak ilgli kanallara gidip konuşmasıyla ortaya çıktı.

Ailenin yakın olduğu gerek AKP gerekse HüdaPar’ın toplum tasavvurunu, bu tasavvurda kadınların, kızların yerini biliyoruz.

HüdaPar’ın karma eğitime karşı olduğunu, AKP’nin Milli Eğitim Bakanı’nın karma okul tercini zorunluluktan aile tercihine bağlı olması gerektiği malindeki açıklamalarını biliyoruz.

Ataerkil zihniyete dayanan bu bakış sadece kadınları değil kızları da kamusal alanın dışında tutmak onları eve hapsetmek istiyor.

Kamusal alanda çalışan kadınları ev işlerine sigorta getirerek, doğum izinlerini uzatarak evde kalmaya teşvik ediyor. Kızların okunmasına engel olarak onları eve mahkum etmek istiyor.

Onlara biçilen rol ev kadınlığı ve annelik.

Bu çizilen sınırın, yani evin dışına çıkan tüm kadın/kızlar bu zihniyetin kamusal temsilcileri için birer tehlike.

Tabi bunun istisnası bu kamusal temsilcilerin kız çocuk ve eşleri.

Onlar eve kapatılmanın dışında, özgürce yaşayabiliyorlar.

Bu bile İslam adına, Müslüman kimliğiyle siyaset yapanların, kanaat önderliği yapanların samimiyetsizliğini ortaya koymaktadır.

Narin'in başına gelenler bize dinin, inancın siyaserin bir aracı haline getirilmesinin yaratacağı sorunlara işaret etmesi kadar; laikliğin önemini hatırlatması açısından ders niteliğindedir. 

YENİ ‘NARİN’LER OLMASIN İSTİYORSAK

Bugün Narin’i konuşuyoruz ama bu toplumun yakın geçmişinde farklı biçimlerde birçok Narin olayına şahit olduk.

Okullarda, yurtlarda tacize ve şiddete uğrayan yüzlerce küçük Narin’i var yakın tarihimizde.

Bunlarla yüzleşmeden, yeni Narinler olmamasını sağlayamayız.

Kız ve erkekleri küçük yaşlarda birbirinden ayırarak koruyamayız. Tam tersine onlara ailede ve okulda her konuda eğiterek koruyabiliriz. Bu konuda okullar ailelerle iş birliği yaparak çocukları koruyabiliriz.

Kamusal alanda kadın ve erkekleri ayrı kompartmanlara ayırarak, kadının kamusal görünürlüğünü azaltarak daha “anlaklı” topluma olamayacağımızı kabul etmeliyiz.

Hukukun ”bizimkiler”e göre değil suça, suçun niteliğine ve delillere uygun biçimde caydırıcı olmasını sağlamalıyız.

Ve en önemlisi de “din/dar”lık üzerinden siyasetten uzak durmalı, siyasetin seküler bir uğraş olduğunu kabul etmeliyiz. Ve yine kabul etmeliyiz ki, dindar ya da inançlı olmak bizi tek başına “iyi” insan yapmaz.

Bizi iyi insan yapacak olan “vicdan” ve insanlar arası iletişimden üreteceğimiz “ahlak” olacaktır.

Son olarak şunu ifade etmekte yarar var. Narin'in başına gelenler bize dinin, inancın siyaserin bir aracı haline getirilmesinin yaratacağı sorunlara işaret etmesi kadar; laikliğin önemini hatırlatması açısından ders niteliğindedir. 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER